Komünist lider Aziz Muhammed: PKK, düşmanından çok kardeşlerine karşı sertti

Komünist lider Aziz Muhammed: PKK, düşmanından çok kardeşlerine karşı sertti

93 yaşındaki Kürt siyasetçi ve Irak eski Komünist Partisi Genel Sekreteri Aziz Muhammed 1 Haziran’da hayatını kaybetti.

Vefatından birkaç  gün önce Rûdaw’ın sorularını yanıtlayan Aziz Muhammed, Sovyet-Kürt ilişkileri, YNK- PDK ilişkileri, Mela Mistefa Barzani, İran, Bağdat'la ilişkiler, Kuzey Kürtleri ve PKK'ye dair önemli açıklamalarda bulundu. 

Irak Komünist Partisi’nin programında Kürt sorunu ve bağımsızlık düşüncesi var mıydı?

 Elbette. Başından beri Kürt halk hareketinin arzu ve isteklerini dile getirdik. Çünkü tüm milletlerin “kendi kaderini tayin etme hakkı” olduğu gibi Kürtlerin de kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olması gerektiğine inanıyorduk. Bu ister Komünist Partisi’nin ister başka bir hareket aracılığıyla ama mutlaka hakların elde edilmesi gerektiğine inandık.

Mevcut durumda Kürdistan federalizmden de geçmiş, bağımsızlığa ise yakınlaşmış durumda. Temsilcilerimiz yurtdışı ziyaretlerinde devlet nezdinde resmi törenlerle ağırlanıyor. Yani Komünist Partisi başından beri halkların kendi kaderini tayin etme hakkını savunmuştur.

Günümüzde Kürtlerin içinde bulunduğu mevcut durum esasen geçmişteki fikirlerin etkisidir. Dünyada Kürtlerin nüfusundan daha az olan devletler kuruldu. Kürt nüfusu şu anda Kuzey Kürdistan’da 20 milyonu aşıyor. Güney Kürdistan’da ise bir zamanlar bir milyona bile ulaşmayan nüfus şu anda 5-6 milyona ulaştı. Doğu ve Batı Kürdistan’da da durum aynı.  Biz temelde Kürt halkının bir vücut olması gerektiği düşüncesine sahiptik.

Baas Partisi ile ilişkileriniz nasıldı?

Baas ile öncelikle kanlı bir ilişkiye sahiptik. 11 Mart 1970 Anlaşması’ndan sonra yakınlaştık. Kürt mücadelesinden uzak değildi. KDP ile ilişkilerin iyi olmasının ardından yakınlaştık. KDP ile Irak anlaşarak Kürtlerin bölgelerini belirledi. Kürt mücadelesine yönelik yapılan anlaşmayla Baas’a uzak kalmadık. Ancak karar somut mu yoksa soyut mu derseniz, “soyut” olmamasını arzuladık.

Baas Partisi ile KDP arasında ilişkilerin bozulmasına yönelik eleştiri ve konuşulması gerekenler var. Çünkü Kürt mücadelesinden ilerlemesinde KDP’nin Irak ile kalmasını gerektiriyordu. Bizim de Baas’la ilişkisi böyle gelişti. Anlaşmanın pratiğe geçmesini umut ettik. Biz, Baas’a yakınlaştığımızda da KDP de Baas’la ayrıştı. Bağdat’ta kalışımızla da kalıcı ve etkin bir role sahip olamazdık.

Eylül Ayaklanması’na gelelim. Ayaklanmanın başlamasına yönelik Komünist Partisi’nin tutumu ne oldu? Ayaklanmayı desteklediniz mi?
 

Eylül Ayaklanması Abdulkerim Kasım zamanında oldu. Biz ve bazı Kürdistani yetkililer, ayaklanmanın doğru zamanda olmadığı görüşündeydik.  Fakat ayaklanmanın yapılmasına yönelik de bir acale vardı. Bununla beraber KDP yetkisinden uzak, başta Surdaş bölgesi olmak üzere bazı bölgelerde hareketlilik oldu. Yaptığımız açıklamayla Eylül Ayaklanması’na katılarak desteklediğimizi duyurduk. Bu açıklamayla Baas’la ilişkilerimiz koptu ve ayaklanmada yer aldık.

Mele Mustafa Barzani’nin de Eylül Ayaklanması’nın doğru zamanda yapılmadığı  görüşünde olduğu söyleniyor..

Öyle söyleniyor. Ancak Mela Mustafa adına böyle bir şey söyleyemem. Mam Celal, Mele Mustafa’yla görüşmek için çaba sarfedip ikna etmeye çalıştı. Mele Mustafa Bağdat’ı bıraktı. Belli ki bu durumdanda razı değildi. Sovyetler Birliği’ne ziyarete gitti. Bazı şahıslar Sovyetler Birliği’yle anlaştığını öne sürüyordu.

Sovyetlerin o dönemde Kürdistan’ın Irak’tan ayrılmasından yana olduğunu sanmıyorum. Sovyetler Kürt halkının hakkının olmasını istiyordu. Ancak bunu Bağdat’tan ayrılma olarak değil, “federal veya özerklik çerçevesinde istiyordu. Baas’la ilişkilerimizin de bozulmasından rahatsızdılar. Dönemin Sovyet yetkilileri bize “Baas’la ilişkilerinizin bozulmasından çok rahatsız olduk” dedi.

Biz de kendilerine, “32 adamımızı idam sehpasına götürmelerine nasıl izin verebiliriz”dedik. Sovyetlerin o dönemde Irak ile anlaşması vardı. Bir ölçüye kadar parti siyaseti ile Sovyetlerin siyaseti birbirine girmişti. Devlet Irak’la anlaştı. Tüm gücünü anlaşmanın yerine getirilmesi için kullandı. Irak ise bu durumu inandırıcı bulmuyordu.

Mele Mustafa ile ilişkileriniz nasıldı?

Mele Mustafa’yla ilişkilerimiz sonuna kadar da iyiydi. Aramızdaki anlaşmazlıklarda siyasetle ilgiliydi. Mele Mustafa Amerika’da olduğu dönemde “ne yapılması” gerektiğine dair beni görmesi için birini göndermişti. Şahsım olarak Mele Mustafa için birgün dahi kötü bir kelime kullanmadım. 

Mele Mustafa’nın önünde pek seçenek yoktu. İran para ve cephane gösteriyordu. 11 Mart bildirgesi devam ediyordu. Ancak yavaş ilerliyordu. Diğer taraftan da İran Kürt mücadelesinde inandırıcı değildi, Kürt mücadelesine karşıydı.

Öyle olmasaydı Tahran, İran’daki Kürtleri es geçip neden Irak’taki Kürtleri destekliyordu? Tahran Irak’taki Kürtleri kulanarak Bağdat Hükümeti’ne baskı yapmak istiyordu. Bir diğer anlamda Kürtleri kendi çıkarları için kullanmak istiyordu. İran Şahı, Mele Mustafa’yı gördüğünde ona “Ya bizi seçin ya onları?” diyerek iki seçenek sunmuştu.

Peki KYB ile ilişkilerinizin bozulmasının nedeni neydi?

Gerçeği söylemek gerekirse bunu Mam Celal’e de söyledim. Bizim de hatamız vardı elbet. En büyük gücümüz siyasetteki fikirlerimizdi. Ne için ayaklanmaya katıldık? Çünkü tüm siyasi güçler silahla ayaklanmanın içinde yer aldı. Silahsız bir şekilde ayaklanmaya katılmamızın neticesinde kıymetimizin de kalmayacağını düşünüyorduk.

Onlarla aynı koşullarda olmamız gerekiyordu. Tabi siyasi ve fikirsel olarak da farklı olunabilirdi. KYB ve KDP’yi biraraya getirmek için uzun bir süre çalıştık. Taraflar arasında tarafsız olmamız gerekiyordu. Zaten kalpten taraf olmayacağımız gibi bir durum yoktu ancak prensip olarak taraf olmamamız gerekiyordu.

O dönemde KYB’yle sorun yaşadık. Sonuçta  savaşabilirdik. Fakat gerçekte işin düşmanlığa varması onlardan kaynaklandı. Onlar bize yöneldiler ancak biz onlara saldırmadık. Söz konusu bölgede birbirimize yakındık. Telefonla Mam Celal ile görüşüyor, bazen de yardımlaşıyor, karşılıklı ziyaretlerde bulunuyorduk.  Neticede oradan ayrıldık. KYB’den ayrılmak için değildi. Onlardan uzaklaştığımız için hoşlarına da gitmemiştir.

İran bölgeye saldırdı. Bizim de onlara direnecek gücümüz yoktu. Bize farklı bir tanımlama yapılmasını da istemedik. Bu nedenle de Piştaşan bölgesine yerleştik. Eylül Ayaklanması’nın olduğu bölge. Evet yaşanan süreçte bazı eksikliklerimiz vardı. Fakat KYB üzerimize güç göndererek bizi ölümle tehdit etti. Böyle bir duruma hazırlıklı değildik. Ne biz ne de KDP böyle bir durumun yaşanacağını tahmin etmedi.

Özellikle İran yüzünden bölgeyi bıraktığınızı söylediniz. Celal Talabani sonradan sizinle savaştığına dair pişmanlığını dile getirdi mi?

Hayır. Mam Celal teşkilatımızı ziyarete geldi. Kaldı ki o dönemde Baas Partisi’yle görüşmelerin sonuç almasından dolayı çekilmişlerdi. İran’la da savaş için güç göndermişti. Mam Celal’e, “Mam Celal 2 ülkeyle mi savaşacaksın?” dedim. “Evet” dedi. Bazen olayları derinlenmesine düşünmüyoruz!


1990’larda KYB ve KDP’nin uzlaşması için arabulucuk yaptınız. Bu durum nasıl gelişti?

O dönemde bir çok olay yaşandı. Ayrıntıları anlatmaya gerek yok. Tüm Kürt hareketlerinde ayrışmalar yaşandı. KYB ve KDP arasında da ayrı görüşler yaşanıyordu. Biz ise KDP’nin İran’a yakınlaşmasının tamamen dönemin şartlarından kaynaklandığına emindik. Çünkü dönemin şartlarında KDP mecburiyetten İran’a yakınlaşmak zorundaydı.

KDP yolu kendilerine açarak bölgeye gelmek istiyordu. Mam Celal, KDP’ye hiçbir şekilde yardım yapılmaması konusunda uyarıda bulundu. Bu görüşü hiçbir şekilde savunmadık. Barzani KDP’ydi. Her şeyden önce KDP Kürdistani ve Irak’ın önemli güçlerinden biriydi. Aralarındaki sorunu çözmek adına Şam’da ve Kürdistan’da cephe oluşturduk.

Onlar da bizi Şam’dan çıkardılar. Çıkarıldığımız içinde memnun değildik. Ancak bizim KDP’yle ilişkimiz vardı. KDP ne tarihi ne de güç olarak üstü çizilmesi gereken bir parti değildi. Burada nasıl bir baskının altında olduğunu da ayrıntılı değinmiyorum. Çok ağır bir yükün altındaydılar. Neden daha fazla ayrışmaya destekleyelim. Sonuç olarak, KDP, KYB ve diğer Kürt partileriyle Kürdistani cepheyi oluşturduk.

Kuzey Kürtleri ile ilişkileriniz nasıldı?

Kendi rolümden söz etmiyorum. Sahip olduğumuz bir rol olduğu gibi hatalarımızda oldu. Herşey gerektiği gibi olmadı. Bir hareketin çıkıştaki niyeti ile hareketin sonucuyla tekabül etmeyebilir. Arkadaşlarım 90’ıncı yaş günümü kutlamak istediler. Kendilerine şöyle yazdım. “Keşke yaşananları önceden bilseydik. O zaman az şey biliyorduk ama çok heyacanlıydık. Şu anda çok şey biliyoruz ama birşeyleri yapamıyoruz”  dedim. Geçmişi geri getiremeyiz ancak edindiğimiz birikimle tüm gücümüzü kullanarak daha iyi işler yapabiliriz.

PKK’nin Güney Kürdistan’a yerleşmesinden sonra ilişkileriniz gelişti mi?

Kürdistan’a eşit şekilde bakıyoruz. Ancak Kürdistan’ın dört parçasının da kendine has tarihi farklıkları olduğunu da gözardı edemeyiz. Kuzey Kürdistan’da (Türkiye Kürdistan) bir süredir olaylar yaşanıyor. Doğu Kürdistan’da farklı şartlara sahip. Yani her birimiz farklı yönetimlerin altındayız. Bu durumda nasıl tek siyaset uygulanmasını tercih edebiliriz.

Tüm Kürdistani partilerin bir blokta oluşturacak özel bir girişim kabul edilebilir. Aramızda gönül birliğiyle beraber birbirizi savunabiliriz. Ancak Kuzey Kürdistan’ın Güney Kürdistan’dan farklı olduğununda hesaplanması gerekiyor. Kuzey Kürdistan’da yaşananların Güney’de de yaşanması şart değil. Bu konuda PKK’yle derin bir anlaşmazlığımız vardı.

PKK’de bu doğrultuda hak ihlalinde bulunuyordu. Bunun bir diğer anlamı bizim çalışmalarımızı bozmayı amaçlıyordu. Bir defasında Moskova’da onlarla biraraya geldim. PKK’li bir arkadaş konuştu. Belli çok sinirliydi. Mikrofonu bana vermelerini istedim. Dedim ki kendisine, “Güney Kürdistan’a geliyorsunuz. Başımızın üstünde yeriniz var. Ancak iki kardeşten birinin diğerinin evine saldırma hakkı yoktur.  Kaldı ki sizlerle kardeş olduğumuzu inanıyoruz. Biz siz, siz de bizsiniz. Fakat her birimiz ayrı bir özelliğe sahibiz. Siz ise yaptıklarınızla bunu göz önüne almıyorsunuz” dedim.

 PKK büyük bir güç. Gözardı edilecek bir güç değil. Bu mücadele uğruna binlerce kişinin zindanda yaşamı heba edildi. Yurt dışındaki görüşmelerimde de bunu dile getirdim. Ancak PKK sertti. Düşmanından çok kardeşlerine karşı sertti. Çünkü o (PKK) kendi tahakkümlerini kardeşlerinin üzerinde kılmak istiyordu.

PKK lideri Abdullah Öcalan’la hiç görüştünüz mü?

Abdullah Öcalan’la 2-3 defa Şam’da görüştük. Bir defasında Güney Kürdistanlı bir gencimiz onlardan kaçarak bize sığındı. Ablukaya aldılar. Biz de çatışma çıkmaması için çabaladık. Ardından da genci Suriye-Türkiye sınırına gönderdik. Bizimle çatışmaya girdiler. Bir hiç uğruna iki taraftan da 5-6 kişi öldürüldü. Bu olayın ardından Abdullah Öcalan’ın yanında gittik.

Bize “olay şöyle oldu böyle oldu” diye anlatmaya başladı. Kendisine, “Kak Abdullah anlattıklarını bilmiyoruz. Bu genç bize sığındı. Ne olursa olsun ona saldırmaya hakkınız yoktu. Bizi ablukaya aldınız” dedim. Allah yukarda en azında bu olayın az da olsa farkındaydı. Kısacası PKK’li kardeşlerimiz bu tür konularda sertti.

Bazı hassas konularda derinlemesine hesaplamıyorlar. Bu durumun Türkiye’deki baskıdan kaynaklandığını düşünürüm. Yani Türkiye’deki baskıcı sistem onlarda bu tür bir etki bırakmış olabilir. Mesela Irak’ta böyle değildi. Melik döneminde de Süleymaniye de eğitim Kürtçe idi. 4’üncü sınıfa kadar Kürtçe okudum. Bir grup Kürt yetkili vardı ve Kürt kıyafetleriyle görevlerini yapıyordu.

 “Hangi köpek oğlu köpek bağımsızlık için oy vermiyor”

Kürdistan Bölgesi bağımsızlık referandumuna doğru gidiyor. Bir taraftan da siyasi partiler arasındaki sorunlar devam ediyor. Tecrübeli bir siyasetçi olarak Kürdistan’ın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Bir yola koyulduğumuzda ya da bir savaşa girdiğimizde izlenmesi gereken stratejiyi tespit etmemiz gerekir. Bana göre bu yola koyulmamızın temel gereksinimi ise Kürtlerin kendi içindeki birliğidir. Peki biz böyle miyiz? Hayır. Hepimizin birlikte bu yola çıkması gerekiyor. Ne ben senin yerine ne de sen benim yerime bu yola koyulamayız. Ben referandumdan yanayım.

Bana “Seçimde bağımsızlığa oy verecek misin?” diye sordular. “Binlerce defa oy veririm” dedim. Mam Celal’in “Hangi köpek oğlu köpek bağımsızlık için oy vermiyor” diye bir söylemi vardır. Fakat referandum ve bağımsızlık için gerekenleri karşılamamız gerekiyor, sadece niyet önemli değil. Pratikte de bu amaç uğruna çalışmamız gerekiyor. Komşularımızı ve diğer etkili faktörleri detaylı bir şekilde okumamız gerekiyor. İran bizimle değil, Türkiye bizimle değil. Türkiye mevcut durumda ticari çıkarlar için ılımlı ve hoş gözüküyor. 

Ancak gidişat bağımsızlık okunu gösterdi mi karşı çıkacaktır. Çünkü bu durum kendisine sorun çıkaracaktır. Kürtlerin içinde bulunmadığı devletler konuya bu denli önem vermeyerek, “Kendi arzumuzun” olduğunu belirtiyorlar. Fakat Kürtlerin çoğunlukta bulunduğu Suriye, Türkiye ve İran, Güney Kürdistan’daki bağımsızlığa ilişkin mevcut savaşını kendi savaşları bilip, karşı çıkıyorlar.   Günümüzde savaşın kendi savaşları olmadığını ancak ileride bunun kıvılcımının kendilerine yansıyacağının farkındalar.

Bazı taraflar Washington’un Kürdistan’ın bağımsızlığını istediğini savunuyor. Ancak böyle olmayacağı ihtimalini de göz önüne almamız gerekiyor. ABD belki de Irak’ın bütünlüğünü savunabilir. Bizim kara gözümüz için bizi savunmuyor. 1991 yılında yaşanan savaş bizim çıkarımız için yapılmadı. Ancak biz Kürtler durumdan faydalandık.

 

PORTRE / Aziz MUHAMMED

Aziz Muhammed, 1 Temmuz 1924 yılında Erbil’e bağlı Berkot köyünde dünyaya geldi.  1946’da Irak Komünist Partisi ile bağlantıya geçen Muhammed, 1948 yılında tutuklandı ve 1958 Devrimi’ne kadar cezaevinde kaldı.

1964 yılında parti sekreterliğine seçilen Aziz Muhammed, 1993’e kadar görevini sürdürdü. Aziz Muhammed, 2007’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) en yüksek ödüllerinden biri olan “Lenin Ödülü”nü  aldı.

Muhammed, Güney Afrika'nın eski Devlet Başkanı ve efsane lider Nelson Mandela’nın ardından “Lenin Ödülü”nü alan ikinci kişidir. 2015’te “Ölümsüz Barzani Madalyası”nı Başkan Mesud Barzani’nin elinden aldı.