'Öcalan Mektubu'nun baş aktörü Özcan'ın bilinmeyen yönleri

Dersimli ve Munzur Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Doç. Ali Kemal Özcan, dünden itibaren Öcalan ile birlikte bütün Türkiye’nin en çok konuştuğu isim. İddiasına göre PKK ile ilgili tez yazan ve aralarında Cem Küçük’ün de olduğu bazı isimlerin katkısıyla dört kitaba imza atan Özcan kim? Ahval'den Sanem Deniz Öscan'ın kendi yazılarından yola çıkarak bir Özcan portresi çizdi:

'Öcalan Mektubu'nun baş aktörü Özcan'ın bilinmeyen yönleri

Dersimli ve Munzur Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Doç. Ali Kemal Özcan, dünden itibaren Öcalan ile birlikte bütün Türkiye’nin en çok konuştuğu isim. İddiasına göre PKK ile ilgili tez yazan ve aralarında Cem Küçük’ün de olduğu bazı isimlerin katkısıyla dört kitaba imza atan Özcan kim? Ahval'den Sanem Deniz Öscan'ın kendi yazılarından yola çıkarak bir Özcan portresi çizdi:

Ama önce kamuoyu tarafından bilinmeyen bir bilgiyi paylaşalım. Birkaç gün önce gerçekleşen görüşme, Öcalan ile Ali Kemal Özcan’ın ilk görüşmesi değildi. İlk görüşme bundan 23 yıl önce 1996’nın haziran ve temmuz ayında, Öcalan’ın bulunduğu Şam’da gerçekleşti. İki aylığına Şam’a giden Özcan, Öcalan’la görüştü, eğitim toplantılarına katıldı. O sırada Şam’da aynı yerde olan bir kaynağımız “Kitap yazmaya geldiğini söylüyordu, ancak çok ukala bulunmuştu. Hatta Öcalan kendisiyle ilgili çözümleme yaparken ‘ukalalık’ tespiti yapmıştı” dedi. Öcalan’ın Ali Kemal Özcan’ı eleştirdiğini anlatan kaynağımız, iki aylık bir süreden sonra Özcan’ın Şam’dan ayrıldığını anlatıyor.

23 yıl önce Şam’da Öcalan’la görüşen ve kendisiyle iki ay geçiren Özcan’la ilgili Türkiye medyasında karşımıza çıkan kaynaklardan biri, Özcan’ın 29 Temmuz 2013’te Star Gazetesi’ne verdiği söyleşi.

Özcan bu söyleşisinde, Kürtler ile Türklerin tarihte üç kez ittifak yaptığını (Bu ittifakları yapanlardan İdrisi Bitlisi’nin Türklerle ittifakı onbinlerce Alevinin katliyle sonuçlanmıştı) ve hepsinin zaferle sonuçlandığını söylüyor ve kanla biten Çözüm Süreci’ne dair Erdoğan’ı şu sözlerle taltif ediyor:

“Sevin ya da sevmeyin, ne kadar kızarsanız kızın, Tayyip Erdoğan’ın başkanlığındaki bu hükümettir bu dördüncü ittifakı başlatan.”

Daha sonra Sabah Gazetesi yazarı Mahmut Övür’e ait olan Hür Haber’de makaleler yazmaya başlayan Özcan, İmralı’da yaptığını iddia ettiği görüşmeden yaklaşık bir buçuk ay önce bir makale yazmış. Makale, 13 Mayıs 2019 tarihli.

Ekrem İmamoğlu’nu analiz eden makalede Özcan “Türkiye’nin ikinci bir Selahattin vakası” ile karşı karşıya olduğunu söylüyor: “Batı “akıl”ına, tarzına, doymazlığına  ve hem izansız hem vicdansız mağrurluğuna karşı Mezopotamya önlerinde (Ortadoğu değil) tek “yeter” deme şansına/imkânına aday olan Erdoğan liderliğindeki Türkiye bir İkinci Selahattin denemesine muhatap olmuş durumdadır. Vakıa; Öcalan'dan intikama kilitlenmiş Demirtaş palazlandırmasının acemiliklerini rötuş etme özeniyle girişilen İmamoğlu vakasıdır.”

Özcan yazısını şöyle sürdürüyor:

“Şüphesiz bu deneme, birinci Selahattin'in yıkıntıları üzerinden tırmandırıldığı için daha pervasız ve dolayısıyla daha kritik bir sıçrama tahtasına bindirilmiştir.

Öte yandan, “sermaye”yi şimdilik elinde tutmakta olan Kandil yöneticileri; körpecik Kürt çocuklarına doksan yıl “Türküm, doğruyum, çalışkanım.../Varlığım Türk varlığına armağan olsun” dedirten “Andımız”ı  geri getirmek için Anayasa Mahkemesi'ne götüren CHP “demokratik cephesi”ndeki yerini, buradan hangi “faşizmi geriletme” taktiğinde çalışmakta olduklarını görmeyi düşünecekler midir? Geriletilmesi gereken asıl potansiyel faşizmin, Bahçeli-MHP'yi de ikna ederek marşı AYM'de beklemeye alan “AKP faşizmi” mi yoksa “Andımız” dendiğinde hop kalkıp oturan CHP'nin –ve Bahçeli'yi az-milliyetçi (yani az-faşist) bulduğu için MHP'den ayrılan İyiParti'nin– “demokratik faşizm”i mi olduğunu vicdanî siyasete çekecekler midir?? Bu arada; felsefe membaından beslenecek silahsız-şiddetsiz sivil bir siyasetin bilumum faşizmleri derdest edecek yegane “devrimci yol” olduğunu artık vicdanî bir idrake konu edecekler midir???”

Aslında bu yazı Özcan’ın 3 Haziran 2015’te kaleme aldığı “Demirtaş bir proje midir” başlıklı yazısının devamı niteliğinde adeta. Şunu söylemiş Özcan yazısında:

“Çekirdek şu: Demirtaş, malum üst-aklın bir “proje”si olarak, fiziken ve/ya siyaseten öl[dürül]mekte olan Öcalan’ın yerine geçirilebilmiş genç, yakışıklı, zeki, espritüel bir “lider adayı” mıdır?”

Ve bu iddiasını akıllara seza bir başka iddiaya dayandırıyor. Çünkü Özcan’a göre Selahattin Demirtaş, eski PKK’li Kani Yılmaz’ın güncellenmiş hali. Bu arada belirtelim Kani Yılmaz, PKK’nin Avrupa Sorumlusu olarak tanındı. İmralı sürecinin başlamasından sonra, örgütte yaşanan ayrışmada PKK tarafından öldürüldü. Biz Özcan’ın bu iddiasını da kendi cümleleriyle aktaralım:

“Çünkü Kandil’in ve “üst-akıl”ın üç temel bileşkesinin (Londra merkezli ABD, Ergenekon/Doğan medyası ve Cemaat) Chipras’ına giyindirilen Selahattin Bey’in çalıp-söylediklerine bakıldığında kendisinin, daha önce iki kez yazdığım “KaniYılmaz projesi”ne giderek daha “akıllıca” güncellendiği ihtimali daha pervasızca büyümektedir.”

Buradan mektubu devletten aldığını açıklayan Özcan ile ilgili azıcık fikir edinerek, eski yazılarında dolaşmayı sürdürelim. Çünkü Özcan, yazılarında “Öcalancı” bir üslupla Kandil karşıtlığı konusunda vurgu yapmayı sürdürüyor:

“16 Haziran 2016’da kaleme aldığı yazısında “Kandil’i Öcalan’a objektif ihanet etmekle” suçluyor: “Kandil'in Öcalan'a “objektif ihanet” içinde olduğu temelinde yazdığım yazıları takibedenlerin gözünden kaçmayacağı üzere; bu iddiamın temelini hep şu kısa soru ile destekledim: “Neden ‘verilen sözleri yerine getirmeyecek' devleti, bir de sivil bir metodunuzla tehdit etmiyorsunuz?”

Öyle ki Özcan, Çözüm Süreci’nde Kandil’in Öcalan’ı Rojava Devrimi (yani öyle bir şey yok) diye bir şeye ‘kandırdığını’ ve bunu da AKP düşmanlığı nedeniyle yaptığını öne sürüyor:

“İmralı'daki görüşmeleri “AKP'yi aşmak” için Devlet ile yürüttüğüne (dolayısıyla “AKP düşman, Devlet dost” kategorik tekrarına) ve bir vatandaşlığı bile olmayan Kamışlo-Kobanê hattı Kürtleri'nin can-havli direnişlerine “Büyük Rojava Devrimi” demeye Öcalan'ı kim inandırdı, nasıl inandırdı???

İnsanların kendilerini inanılamayana bu kadar kolay inandırması, en zayıf “an”larında mümkün olması ayrı bir gerçek; bu “inanılamayan”a kendini inandırmak için inanılmaz derecede kendini “organize” ettiği apayrı bir gerçektir...”

Ali Kemal Özcan, 24 Haziran 2018 genel seçimlerinden önce ise ABD/CIA’nin Türkiye’ye operasyon çekebileceğine ve bunun 7 Şubat MİT operasyonu, Gezi Direnişi gibi süreçlerin devamı olabilecek bir AKP’yi indirme darbesi olabileceğine inanıyor, bunu da yazıyor. Ve AKP 24 Haziran’ı kazanırsa, Türkiye’nin artık ABD’nin uydusu olmaktan çıkacağını söylüyor. Makalesi 7 Mayıs 2018 tarihli:

“Bir gazeteci bir eski MİT müsteşarına (Fuat Doğu, 1962-1964 ve 1966-1971 – emekli general), röportajı esnasında “sayın müsteşarım” deyince, Müsteşar “Ben MİT müsteşarlığı değil CIA şube müdürlüğünü yaptım” deyiverir.

Bu acil seçim “şube kalma” ile “şube olmaktan artık çıkma” partileri arasındaki bir seçimdir…

Onun için de, nesillerinin geleceğini kendine dert eden vicdanlar bu “seçim”in saçaklara yayılmış bir toz-dumana gark olmasına fırsat vermeme durumundadır. 7 Şubat MİT-Fidan operasyonu ve Gezi Parkı'ndan 15 Temmuz'a uzanan denemeler silsilesini, Yerliler Partisi – ayrıntıya/abartıya/ajitasyona boğmadan – Şubeciler Partisi'nin seçimi “ana eksen”inden çıkarma tezgâhına mahal vermeme teyakkuzunda olmak durumundadır.”

Yazıyı Ali Kemal Özcan, 1 Mayıs 2017 yazdığı bir makalesinden alıntıyla sonlandıralım. ‘Erdoğan karşıtları neden kaybediyor’ başlıklı makalesinde, sanki vatandaşa ana avrat küfreden, hatta Soma’da vatandaşı döven, muhaliflerine ve rakiplerine ağıza alınmaz laflar eden Erdoğan değilmiş gibi, Özcan’ın gördüğü bir başka Erdoğan var:

“Erdoğan muhalifleri terbiyede kaybediyor, edecek. Çünkü terbiyesizliklerinin “dehşet”inden korkmaktadırlar. Kastettiğimiz terbiye, oturuş-kalkış adabından nefsin insanlaştırılmasına kadar uzanan “beşbin yıllık bir yol”un henüz-girilmemiş tarlasındaki “Ben”in terbiyesidir. Erdoğan, İslam felsefesinden toparlayıp derleyebildiği cüzî bir “terbiye”den bu kadar kazanmaktadır. Nefsin bu cüzî terbiyesinin bile aldığı yolu çalışıp, iğne ile kuyu kazar gibi bir yeniden insanlaşma terbiyesiyle “ben”i tanıştırmadıkça da, bu “çizgi” bütün eksik-aksak ve eğri-büğrülüklerine rağmen kazanmaya devam edecektir.”

Dörde karşı bir oyla kaybettiği halde Munzur Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ne başkan olarak Ali Kemal Özcan’ın Munzur Üniversitesi’ndeki ‘akademik başarıları’ için barış akademisyeni oldukları için, akademiden atılanlara kulak vermek mümkün.

Not: Alıntılardaki imla hataları Özcan’a aittir.