Salih Müslim: ABD, ‘yeşil ışık’ yakmadan Türkiye saldıramaz

Salih Müslim: ABD, ‘yeşil ışık’ yakmadan Türkiye saldıramaz

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM'nin açılış günü Suriye'nin kuzeydoğusuna olası müdahale ile ilgili olarak “Maalesef, özellikle Fırat'ın doğusunda bu yöntemle arzu ettiğimiz neticelerin hemen hiçbirine ulaşamadık. Türkiye'nin artık bu konuda kaybedecek tek bir günü dahi yoktur. Geldiğimiz noktada, kendi yolumuzda devam etmekten başka çaremiz kalmamıştır'' dedi.

Bu açıklama sonrası Fırat’ın doğusuna olası askeri müdahale yeniden gündeme geldi. ABD'nin önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal, bir Amerikan yetkilisinden alıntı ile, Türkiye'nin bir askeri müdahalesi olursa "Suriye'nin kuzeydoğusundan çekilmekten başka bir yolumuz kalmayabilir'' şeklindeki sözleri de yeni bir tartışmaya yol açtı.

Salih Müslim, bu konuda kendilerine iletilen bir bilginin olmadığını, ABD ile vardıkları mutabakatın sürdüğünü söyledi. Ahval’den İlhan Tanır imzalı haberde ise ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü Carla Gleason, Türkiye'nin ABD ile koordine içinde bulunmadan Fırat'ın doğusuna yapacağı bir müdahalenin ABD için "çok ciddi endişe" demek olacağını özellikle vurguladı.

Salih Müslim, ABD yeşil ışık yakmadan Türkiye’nin bölgeye saldıramayacağı düşüncesinde. Sınır bölgesinde ise hareketlilik var. Türkiye tarafında havada ve karada askeri hareketlilik var. Güvenli Bölge’de ise ABD askerleri ile Türk askerleri ortak devriyelerini gün içinde de sürdürdü.

Ahval, Bu sıcak gelişmeleri PYD Sözcüsü Salih Müslim ile konuştu. Müslim’e Ali Babacan ile Davutoğlu’nun ayrı ayrı kuracakları partilerle ilgili görüşlerini de soruldu. Salih Müslim, Davutoğlu’nun partileşmesini AKP’yi kurtarma adımı olarak yorumladı, Gül-Babacan ikilisinin partileşmesinin ise daha gerçek buldu. Müslim’in CHP’ye de Suriye konulu konferansa kendilerini çağırmamasından dolayı eleştirileri var.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fırat’ın doğusuna yönelik tehditleri son günlerde yeniden arttı. Oysa ABD arabuluculuğunda Güvenli Bölge konusunda bir uzlaşmaya varılmıştı. Ankara neden yeniden böyle bir rotaya girdi?

Ankara’nın tehditleri durmadı, baştan beri vardı. Ankara’nın 2011”den beri peşinde olduğu plan vardı. Şimdi başka yollarla bunu kullanmaya çalışıyor. DAİŞ’i kullandı, başka grupları kullandı başaramadı. Şimdi açık açık “sınırın öbür tarafına gideceğim, demografik yapıyı değiştireceğim” diyor. Bir anlaşma oluştu. Amerikalılarla, Türkiye ve SDG arasında bir anlaşma oldu. Bu anlaşmayı da beğenmiyor. ‘benim istediğim undan daha fazla, bunu kabul etmiyorum’ diyor. Tüm dünyayı karşısına almış durumda. Bu tehditleri kabul etmek mümkün değil.

Rakka’da, Deyr ez Zor’da DAİŞ’in kimi eylemleri var. Uyuyan hücreleri uyanıyor. Bunun zamanlaması da sanki ikisi (Türkiye ile DAİŞ) arasında bir anlaşma varmış gibi. Zamanlama çok ilginç. Acaba Türkiye DAİŞ’i yeniden canlandırmak mı istiyor?

Çok aktif şekilde Deyr ez Zor’da güçleniyor. Yakalanan DAİŞ elemanları da zaten Türkiye ile ilişkilerin olduğunu söylüyor. “Türkiye bizi eğitti, destekledi, Türkiye bizi finanse etti” diye açık açık söylüyorlar. Sanki Türkiye DAİŞ’i kurtarmaya çalışıyor gibi görünüyor. Bu tüm dünyanın gözü önünde oluyor. Türkiye halkının buna bir şey demesi gerekiyor. Sekiz yıldır Suriye’deki siyaseti engellemeye çalışıyorlar, DAİŞ’i tekrar canlandırmaya çalışıyorlar. Bu Türkiye halkına zarar verecektir.

Türkiye’nin bölgeye yönelik planı tam olarak nedir? Neyi amaçlıyor?

Açık açık söylüyorlar. Erdoğan’ın BM’deki konuşması herkesin önünde yapıldı. “Bölgeye iki milyon mülteciyi yerleştireceğim” diyor. Şam, Humus, Hama’dan getirilen ve Türkiye’de içinde olan Arap-Sünni insanları bölgeye yerleştirmeye çalışıyor. Kürtleri, Süryanileri, Türkmenleri, Demokratik Özerkliği oluşturan buradaki oluşumları hepsini yok edip, kendi istediği bölgeyi oluşturmak istiyor. Bunun maliyetini de Avrupa’dan alacak. Böyle bir planın peşinde. Hayali mi görüyor, nedir? Bu sadece demografik yapıyı değiştirmek değil de, kendi çıkarları peşinde bir oluşum gerçekleştirmek istiyorlar. Artık Misak-i Milli mi diyecekler? Misak-i Milli başka bir şeydi. Selefi-Sünni Misak-i Milli yapmak istiyorlar. Bu da çökertme planının bir parçasıdır.

Sorun sadece demografik yapıyı değiştirmek değil mi?

Kendi istediği doğrultuda bir oluşum yapacaklar. Kendi isteği doğrultusunda Sünni oluşum istiyor? Bilmiyorum artık Bağdadi’yi mi başka birini mi getirecek? Bağdadi Rakka’dayken, Türkiye’deki yönetim çok memnundu, ilişkileri vardı, ticaret yapıyordu. Türkiye kendi eliyle Bağdadi hilafeti gibi bir şey yapmak istiyor.

Siz Türkiye’nin Özerk Yönetim ile ilişik geliştirmesini, ticaret yapılmasını istiyor musunuz?

Biz komşuyuz. İster istemez beraber yaşayacak. Böyle düşünceler, böyle bir zihniyet ilişkileri zehirliyor. Tarihi ilişkilerimiz var. Hiçbir zaman Türkiye’deki halklara karşı değiliz. Tam tersine beraber bir şeyler yapmak istiyoruz. Hem bizim lehimize hem Türkiye’nin lehine. Ama Bağdadi düşüncesi mi, selefi düşünce mi diyelim, AKP’nin zihniyetiyle bu olmaz. Bu artık bütün halkın içindeki düşmanlığı besliyor. Bazı halkları yok etmeye çalışıyor. Aynı 1915’te Ermeniler Suriye’ye kaçmışsa, buraya sığınmışsa, kalkıp bunları da yok etmeye çalışıyor, yetmiyor, Kürtleri de bitirmeye çalışıyor. Herkese karşı bir fetih meselesi var. Yunanistan, Kıbrıs, Suriye, Irak’a karşı bir savaş var, İran ile çelişkiler var. Türkiye halkını zehirlemiş. Bu zihniyet böyle devam edemez.

Siz PYD olarak bölgeye dönüşlere karşı mı çıkıyorsunuz? Özerk Yönetim, dönüşler konusunda sorun mu yaratıyor?

Hayır efendim. Biz baştan beri çağrımızı yapıyoruz. 2013 yılından beri Türkiye insanları bölgeden gitmesi için teşvik ediyordu. Biz ise tam tersine, herkesin topraklarında, evlerinde kalmasını istedik. Şimdi de istiyoruz. Sen köyünü kime bırakıp gidiyorsun? Bir Selefiye mi bırakıyorsun, yahut Erdoğan’ın istediği insana mı bırakıyorsun? Buradan göç eden her insan bizim için bir zarardır. Dönmesi gerekiyor. Biz böyle düşünüyoruz. Ama bu bir iskan planıdır. İnsanların kendi yerlerinden göçe zorlayıp, başka bir yere yerleştirmeyi kabul etmiyoruz. Baas rejiminin Araplaştırma planı vardı. Arap köyler planları vardı. Araplar vazgeçmiş ama bu kez Erdoğan vazgeçmiyor. İlla ki bölgeye Sünni Arapları, Selefileri yerleştireceğim diyor. Tıpkı Afrin’e yerleştirdiği gibi. Biz buna karşıyız. Buradaki Arap, Kürt, Süryanilerin göç etmesi bizim için zarar ve dönmelerini istiyoruz. Bu bizim ve buradaki Özerk Yönetim’in politikasıdır ve çok çağrılar da oldu.

Ankara’nın planı, başka bölgelerden insanları mı buraya yerleştirmek?

Doğrudur. Kerküklü Türkmenleri Cerablus’a, Azez’e yerleştirmişse, başka yerlerden getirip buraya yerleştirmek istiyorlar. Türkiye’nin AKP’nin ölçüsü yerli halk değil. Sünni, selefi olmasına bakmıyor. Başka yerlerden mesela Uygurlardan, Tacikistan’dan getirdiklerini bizim bölgeye yerleştirmek istiyor. Böyle bir planın içindeler.

CHP, geçtiğimiz günlerde Suriye konulu bir konferans düzenledi. Ama Özerk Yönetim’den kimse çağrılmadı. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz de katılmak isterdik. Politik bir çözüm bulmak için keşke böyle bir toplantıya katılabilseydik. Maalesef CHP’nin politikası artık AKP’nin yaptıklarını sanki başka türlü uygulama istiyor. Bir devlet politikasıymış gibi ele alıyor. AKP’nin başaramadığı bazı şeyleri CHP başarmak istiyor. AKP rejiminin Suriye rejimi ile ilişki kurmasını, bu doğrultuda hareket etmesini istiyor. Yanlış bir politika. CHP’nin şimdiye kadar Güvenli Bölge - güvenlik mekanizmasıyla ilgili bir sözü yok. Bu kadar katliam, Selefilerin desteklenmesi, DAİŞ’in yanında yer alınmasına CHP’nin hiçbir eleştirisi yok. Sanki meşruymuş gibi, tüm bunlar devlet politikasıymış gibi. Biz PYD ile olarak CHP ile Enternasyonel’de  birlikteyiz. Oradaki politikaları da tam AKP’nin hizmetine yarıyor. Bu da CHP’ye yakışmaz.

Abdullah Gül’ün desteğinde Ali Babacan ile eski Ahmet Davutoğlu ayrı ayrı partileşmeye gidiyor. Siz Ankara’ya geldiğinizde, temaslarda bulunduğunuzda Gül Cumhurbaşkanı, Davutoğlu ise Başbakandı. Şimdi o dönemin iki önemli aktörü iki ayrı oluşum olarak partileşmeye gidiliyor. Siz bu oluşumları nasıl bakıyorsunuz?

Bunların hepsi dindar kesimden insanlar. Abdullah Gül’ün geçmişi var. 2000’lerden önce 1997-98’de Dışişleri Bakanlığı bile yapan bir isim. Abdullah Gül’ün tutumu biraz değişik daha gerçekçi. Ali Babacan ise zaten ekonomist. Türkiye’yi krizlerden kurtaran birisi. İkisi beraber olursa sanırım iyi yönde değişebilir. Ama Davutoğlu ise bir mühendislikti. Erdoğan sattıysa da ama birçok konularda aynı politikayı uygulamışlardı. Türkiye’yi bu duruma getirmede Davutoğlu’nun bir payı var. Bir değişiklik olacağını sanmıyorum. Sanki Davutoğlu’nun politikası AKP’yi kurtarmak için başka bir adımdır. Böyle düşünüyorum. Ama diktatörlük içerisinde bunların başaracağını pek sanmıyorum, kolay kolay olmayacaktır. Abdullah Gül, Babacan’ın izleyeceği politika olursa, veyahut bırakılırsa, izin verilirse daha gerçekçi olacağını düşünüyorum.

ABD basınında, bir ABD’li yetkiye dayandırılan haberde, Türkiye’nin olası askeri müdahalesi durumunda ABD askerlerin bölgeden çekilmekten başka çaresi kalmayabilir iddiası gündeme getirildi. Türkiye bölgeye saldırırsa, sizce böyle bir durum yaşanır mı? Böyle bir duyum size de geldi mi?

Buradaki yetkililerden bize iletilen böyle bir şey yok. Böyle bir şey de olmamıştır. Daha önce ABD ile bizim tarafımızda varılan mutabakat sürüyor.

Türkiye, ABD ve koalisyon güçlerine rağmen bölgeye müdahale edebilir mi?

Sayın İlhan Ehmed’in de belirttiği gibi her hangi bir hareket olursa, ABD’den yeşil ışık yakılmadan olamaz. Ben de bu kanıdayım. Türkiye ABD’den yeşil ışık alamadan bir şey yapamaz.