Türkiye-ABD ilişkilerinde tehlikeli gidişat

Türkiye-ABD ilişkilerinde tehlikeli gidişat

Türkiye ve ABD karşı karşıya gelme rotasında. İki ülke 70 yıldır NATO bünyesinde müttefik olmalarına rağmen, ortaklık son yıllarda hızla bozulmaya başladı. Artık Washington Türkiye'ye güvenip güvenmeyeceğini sorgularken, Ankara ise ABD'nin güvenlik endişelerini ciddiye almamaktan korkuyor. Son altı ayda iki ülke ilişkileri aşağı doğru pike yaptı. 

Foreign Affairs dergisinin Ocak-Şubat sayısında Philip H. Gordon ve Amanda Sloat imzasıyla yayınlanan makalede iki ülke ilişkilerinde gözle görülür bir kötüleşme yaşandığı belirtiliyor. Temmuz ayında Türkiye'nin, ABD'nin itirazlarına rağmen Rus savunma sistemlerinden aldığı ve Ekim'de de ABD'nin müttefikleri olan Kürtleri Suriye'de vurduğu belirtilen makalede ABD'nin her iki gelişmeye ciddi bir öfke ve cezalandırma ile karşılık verdiği belirtiliyor:

'Donald Trump yönetimi Türkiye'ye F-35 savaş uçaklarının satışını iptal etti, çelik ithalatına da ciddi vergiler getirdi. Aynı anda Kongre de Türk sanayi savunmasına yönelik güçlü yaptırımlar getirmeyi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın finans kaynaklarını araştırmayı ve Ermeni Soykırımı ile ilgili olarak ilk kez hem Temsilciler Meclisi, hem de Senato'da ezici bir çoğunlukla kabul etti. Üye bir ülkenin çıkarılmasına yönelik herhangi bir mekanizma olmamasına rağmen artık Türkiye'nin NATO üyeliği ciddi bir şekilde sorgulanıyor.' 

Buna karşılık Türkiye'nin ise geri adım atmamakta ısrar ettiği ve daha fazla Rus savunma ekipmanı alma, ABD ürünlerine yönelik vergileri artırma ve Türkiye'deki iki üsten Amerikan askerlerini çıkarma tehdidinde bulunduğu vurgulanıyor. Üslere yönelik tehdit üzerine ABD'nin, Türkiye dışında stratejik üsler arayışına girdiği ve bu amaçla da Yunanistan ve Türkiye'nin Körfez'deki rakiplerinden Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerle savunma işbirliğini artırma yoluna gittiği belirtilen makalede daha birkaç yıl önce Barack Obama Yönetimi'nin Türkiye ile model bir ortaklık kurma yönünde ciddi bir istek ortaya koyduğunun altı çiziliyor. 

Türkiye'ye düşman muamelesi yapmanın çok ciddi maliyetlerinin olacağı belirtilen makalede, bu durumun Ankara'yı daha fazla ABD'nin düşmanları olan Rusya ve İran'a yakınlaştırcağı ifade ediliyor.  

'Bu tür bir felaketten kaçınmak için, Trump yönetimi ve Kongre iki ülke arasındaki çatışmanın nedenleri daha iyi anlamaya çalışmalı ve ABD, iki ülkeyi birbirinden daha fazla uzaklaştıracak tehlikeli adımlar atmaktan kaçınmalı.' denen makalede şu ifadeler kullanılıyor: 

'Mevcut anlaşmazlıklar, birikmiş kızgınlıklar ve iki ülke halkı ve milletvekillerinin milliyetçi duyguları göz önüne alındığında bir miktar gerilim yaşanması kaçınılmazdır. Fakat akıllı politikalar zararı asgariye indirebilir ve gelecekteki muhtemel daha iyi bir ilişkileri koruyabilir. 

Her iki ülkenin elinde her ne kadar uzun bir şikayet listesi bulunsa da, en önemli gerginlik konuları Türkiye'nin Rusya'dan askeri ekipman alması ve Suriye'yi işgali. ABD'nin bu iki konudan dolayı Türkiye'yi cezalandırmak istemesi anlaşabilir bir durumdur. Erdoğan, sürekli olarak hava savunma taleplerini Obama'nın ihmal etmesini, Patriot füze sistemleri satmayı reddetmesini dile getirerek, Rus savunma sistemlerini alma ve Trump'ın selefini suçlaması konusunda ciddi bir kamuoyu oluşturdu.'

Türkiye'nin her iki suçlamasının da doğru olmadığının belirtildiği makalede şunlar dile getiriliyor:  'NATO kalkanı anlaşmaları çerçevesinde ABD ve müttefik güçler, maliyetlerini kendileri karşılamak suretiyle Patriot füze savunma sistemlerini 2013 yılından itibaren Türkiye'nin güney sınırlarına konuşlandırarak Suriye'den gelebilecek füze saldırılarını sınırladılar. Washington ayrıca diğer ülkelere verdiği fiyatlar çerçevesinde Türkiye'ye Patriot satmayı önerirken, Erdoğan'ın daha fazla indirim ve teknoloji transferi isteğinden dolayı bu satış gerçekleşemedi. deniyor.  

Bunun da ötesinde Amerikalı yetkililer Rus S-400 sistemlerinin zamanla F-35'ler hakkında istihbarat toplayarak, geliştirilmesi için Amerikalıların yüz milyarlarca dolara para harcadığı bu uçağın etkinliğini tehdit edecek çok karmaşık bir radar sistemine ve yapay zeka logaritmasına sahip olduğunu net bir şekilde ortaya koydular. ABD'nin bu uyumsuzluk konusunda kendilerini uyarmadığı yönündeki Türkiye iddiası doğru değil.'

Türkiye ve ABD'nin Suriye üzerindeki fikir ayrılığının da gittikçe arttığı aktarılan makalede, IŞID'e karşı yıllarca birlikte mücadele ettikleri Kürtlere yönelik, Trump'ın yeşil ışık yakması sonrası Erdoğan'ın başlattığı operasyonun pek çok Amerikalı yetkili ve asker arasında ciddi bir ızdırap meydana getirdiği belirtiliyor. 

'Türkiye'nin işgalinden dolayı binlerce yerel insan mülteci durumuna düşerken, Rusya ve İran'ın Suriye'deki durumunu daha da güçlendirdi, Kürtleri, kendi aleyhlerine olacak şekilde Beşar Esad'la daha yakın ilişkiler kurmak zorunda bıraktı.' denilen makalede ABD'nin de Kürtlerle ilişki kurarken Türkiye'nin endişelerini gözetmediği vurgulanıyor: 

'ABD Kürtleri silahlandırırken, Türkiye hiçbir zaman pasif bir durumda olmadı. Amerikalı yetkililer Türkiye'nin davranışlarının perde arkasındaki sebebi anlayamadıklarını söyleyemezler. Türkiye'nin IŞİD'e karşı mücadelede ABD'nin yanında yer alan YPG güçlerine muhalefet etmesinin sebebi açıktı. ABD ve Türkiye tarafından terör örgütü olarak tanımlanan PKK ile yakın ilişkileri bulunan ve harici bir tehdit olarak algılanan YPG'nin eğitilip silahlandırılmasına sessiz kalmayacağı biliniyordu. 2014'te Suriye'ye yönelik askeri bir harekat için Ankara ile anlaşamayan Washington, Türkiye'nin itirazlarına rağmen YPG ile ittifak kurdu. ABD bu ittifakın geçici, işlemsel ve taktik olduğunu söyledi, fakat bu ilişkiler özellikle ABD Özel Kuvvetlerinin siperlerde Kürt meslektaşlarıyla iyice yakınlaşması ve Amerikalı diplomatların Suriye'deki Kürt bölgelerinde yeniden inşa faaliyetlerinde bulunması ile daha kalıcı hale gelmeye başladı. Her ne kadar Ankara'nın güvenlik endişelerini gidermek için diplomatik bir süreç işletilse de, Erdoğan, müzakerelerin hızı karşısında iyice sabırsızlaştı ve Trump'la Ekim ayında yapılan  ve Türkiye'nin müdahalesiyle sonuçlanan noktaya gelindi.' 

Bu noktada, büyük ölçüde her ikisi de kısa sürede duygusal patlama yaşayabilen, düzensiz karar almaya meyilli, değişken ve popülist başkanlar tarafından yürütülen ikili bir ilişkinin geride kaldığı belirtilen Foreign Policy makalesinde Trump'ın, Türkiye'nin pozisyonuna saygı duymaktan, Erdoğan hayranlığına, Türk ekonomisini yok etme tehdidinden Erdoğan'a 'aptal olma' sözlerine, çılgın gelgitler yaşadığı ve sonunda Ankara ile yakın ilişkilerini korumak adına danışmanlarının ve Kongre'nin her iki kanadındaki üyelerin görüşlerinin aksine hareket ettiği belirtiliyor. 

'Bunun tersine Erdoğan ise Trump'ın Türkiye'yi Kongre'nin gazabından ve ciddi cezalardan koruyacağını düşünüyor, ki Trump şu ana kadar Kongre'nin yaptırımları uygulamasını engelledi. Ancak bu yanlış bir hesaplama olabilir.' denen makalede iki ülke ilişkilerini büyük bir belirsizliğin yaşadığı şu ifadelerle dile getiriliyor: 

Beyaz Saray'da Erdoğan ve Trump'ın çok samimi göründüğü ve Trump'ın Erdoğan'ın büyük bir hayranı olduğunu söylediği 13 Kasım toplantısına rağmen ilişkilerin daha da kötüleştiği görülüyor. 9 ve 17 Aralık'ta Temsilciler Meclisi az bir çoğunlukla, Senato ise ezici bir çoğunlukla, 2016 yılındaki başkanlık seçimlerine müdahale etmesinden dolayı Rusya'dan savunma ekipmanları alan ülkelere yaptırım uygulanmasını öngören 2017 tarihli ABD'nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA) çerçevesinde Trump yönetimine Türkiye'ye yaptırım uygulanmasını öngören bir tasarıyı onayladı. 11 Aralık'ta da Senato Dışilişkiler Komitesi tıpkı Temsilciler Meclisi gibi 18'e 4 aldığı ayrı bir kararla Suriye müdahalesinden dolayı Türkiye'nin cezalandırılmasını onayladı. Senato da bu yaptırımları yakın bir zamanda oylayacak. 

CAATSA ve yeni yasa ile yapılmak istenen caydırıcılık çerçevesinde Türkiye savunma sanayiine yaptırım uygulamak ters tepebilir ve Türkiye'nin daha fazla Rus savunma ekipmanı almasına götürebilir. Bu da iki ülke ilişkilerinde kızgınlık ve tansiyonun daha da artmasına sebebiyet verebilir. Daha da önemlisi Kongre'nin öngördüğü yaptırımlar ne Türkiye'nin Suriye işgalini ne de S-400 füze sistemlerini almasını durdurmayacaktır.'

Daha iyi bir yol bulabilmek için iki liderin siyasetin dışında daha pratik çözümler bulmaları için üst düzey diplomatlarını görevlendirme çağrısında bulunulan makalede bu amaçla yeni Dışişleri Bakan Yardımcısı Stephen Biegun, ABD'nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield ve ABD'nin Suriye özel Temsilcisi ve eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey gibi Türkiye ile ilişkilerin korunmasını isteyen isimlerin Türk mevkidaşlarıyla birlikte çalışabilecekleri aktarılıyor.   

Böyle bir diyalogu başlatmanın belki de daha sert seçenekleri önlemeyeceğinin altı çizilen makalede, Türkiye'nin S-400 füze savunma sistemlerini işlevsel hale getirmesinin neredeyse kesinleştiği, bunun da ABD'nin sert tepkisiyle karşılaşacağı vurgulanıyor. 

ABD'nin sonuçta bir yasa olan CAATSA'yı uygulaması gerektiği ancak  en azından kısa vadede, savunma ekipmanlarının satışları için gerekli ihracat lisanslarının iptali gibi mevzuatın en sert önlemlerinden kaçınılması çağrısında bulunulan makalede, 'Trump yönetimi F-35 ile uyumsuzluk konusunda taviz vermemelidir; Eğer Türkiye sistemleri kurar ve radar sistemlerini operasyonel hale getirirse, F-35 programının dışında bırakılmalıdır. Ancak bu senaryoda dahi Washington Türkiye'nin daha fazla Rus savunma sistemlerinden satın alması gibi daha büyük zararlardan kaçınmak için savunma ilişkisini korumaya çalışmalıdır.' deniyor.  

Suriye'nin geleceği konusunda Ankara ile ayrı görüşmelerin devam etmesinin gerektiği de belirtilen makalede son olarak şu ifadeler kullanılıyor: 'Her ne kadar ABD, daha önce YPG'nin kontrol ettiği bölgeleri Rusya'ya bırakarak Suriye konusunda önemli bir etken olmaktan çıkmış olsa bile, Suriye'de hala birliklere sahip ve ülkedeki güvenlik düzenlemeleri ve sürdürülebilir yönetim için çabaları destekleyebilir.'