Ekrem İmamoğlu'nun Diyarbakır ziyareti neleri değiştirecek?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, partisinin genel başkanının yapamadığını yaptı ve Batman’daki bir düğün vesilesiyle de olsa Diyarbakır’a giderek görevden alınarak yerlerine kayyum atanan HDP’nin Diyarbakır ve Mardin Belediye Başkanları ile görüştü; faili belli bir cinayete kurban giden Tahir Elçi’nin mezarını ziyaret etti.

Ekrem İmamoğlu'nun Diyarbakır ziyareti neleri değiştirecek?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, partisinin genel başkanının yapamadığını yaptı ve Batman’daki bir düğün vesilesiyle de olsa Diyarbakır’a giderek görevden alınarak yerlerine kayyum atanan HDP’nin Diyarbakır ve Mardin Belediye Başkanları ile görüştü; faili belli bir cinayete kurban giden Tahir Elçi’nin mezarını ziyaret etti.

Ahval'de bir yazı kaleme alan Ergun Babahan, bu ziyaretin ve İmamoğlu'nun burada yaptığı açıklamaların iki gerçeğe işaret ettiğini belirtiyor ve şöyle devam ediyor:

1- Ekrem İmamoğlu İstanbul Belediye Başkanlığı ile yetinmeyecek, ulusal ölçekte siyaset yapacak ve büyük ihtimalle CHP’nin cumhurbaşkanlığı adaylığına oynayacaktır. 2023’te denilen bu seçimin ülkenin içinde bulunduğu şartlar göz önüne alındığında her an gerçekleşme ihtimali yüksektir. İmamoğlu bugünkü profili ile CHP’nin en güçlü ismidir.

2- Bu ziyaret ayrıca İmamoğlu ve ekibinin “Kürt Realitesi”ni gördüğünü ve kabul ettiğini göstermektedir. Kürt realitesini iki anlamda kullanıyorum. Birincisi, temel hakları, başta seçme ve seçilme olmak üzere ellerinden alınmış önemli bir halk olduğunun görülmesi.

İkincisi de gerek cumhurbaşkanlığı seçimi, gerekse demokratik bir ittifak inşasında desteklerinin hayati önemde olması.

İstanbul seçiminin Kürtlerin desteği sayesinde kazandığını bilen İmamoğlu, bu desteği korumak ve ulusal düzeye taşımak istiyor ki, bu da anlaşılır.

İmamoğlu’nun görevden alınan Selçuk Mızraklı ve Ahmet Türk ile bir araya geldiği Kayabaşı Belediyesi’nde yaptığı açıklamalar da önemli bu açıdan:

“Devletimizi, milli birliğimizi, siyasal sistemimizi üzerine inşa ettiğimiz çok temel kavramlar var: Cumhuriyet, demokrasi, hukukun üstünlüğü, milli irade...

Bu kavramların içini boşaltmak, değersiz ve geçersiz hale getirmek devletimize, milli birliğimize, demokrasimize yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir.

Bu kavramların arkasında çok köklü bir tarih yatıyor. Yüzyıl önce, işgal altındaki Anadolu'da, bağımsızlık ve özgürlük arzusuyla başlayıp, cumhuriyet ve demokrasi idealiyle devam eden bir tarihtir bu. Hangi siyasi görüşten, hangi inançtan, hangi kökenden olursa olsun, ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ diyenlerin yazdığı ve yazmaya devam ettiği, onurlu bir tarihtir bu.

Bizler; bir kişinin, bir ailenin, bir grubun, bir kesimin değil, milletin iradesine uygun olarak yönetilme kararlılığını ortaya koymuş, bunun için bedeller ödemiş bir ülkenin vatandaşlarıyız.

Böyle bir ülkede, kendi iradesini milletin iradesinden üstün görme gafletine düşenler, bunun bedelini sandıkta en ağır şekilde öderler. Seçilmiş belediye başkanlarının soyut ve hukukta karşılığı bulunmayan, kamu vicdanını ikna etmekten uzak sebeplerle görevden alınıp, yerlerine kayyum atanması da tam bir gaflettir, dalalettir. 

Seçimle gelenin seçimle gitmediği yerde ne demokrasi olur, ne hukukun üstünlüğü kalır. Vatandaşın sandıktan çıkan iradesi, bir takım makam sahiplerinin, kendi arzularına göre geçerli ya da geçersiz sayabileceği bir irade değildir.

Vatandaşın seçme ve seçilme hakkını özgürce kullanmasının önüne engeller çıkarmak, demokrasi dışı arayışlar içindeki kesimleri güçlendirmekten başka hiçbir işe yaramaz. Bu kesimlere karşı hep birlikte mücadele edeceksek, demokrasiye ve milli iradeye sahip çıkmak zorundayız.  Bu ülkeyi yönetenleri, bu ülkede 82 milyon vatansever yaşadığını kabul etmesi ve bu idrakle ülkeyi yönetmesi şarttır.”

İmamoğlu’nun konuşmasında Cumhuriyet, demokrasi, hukukun üstünlüğü, milli irade kavramlarının içini boşaltmanın, değersiz ve geçersiz hale getirmenin “devletimize, milli birliğimize, demokrasimize” yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir şeklindeki sözleri, gerçek bölücüğün Kürt halkının temel hak ve özgürlüklerini inkar etmek olduğu anlamına geldiği için değerlidir.

Bugün dünyanın bir çok gelişmiş ve demokratik ülkesinde farklı halklar barış ve huzur içinde yaşıyorsa, bunun temelinde grup ve birey haklarına saygı, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne saygı yatmaktadır. Seçeceğiniz yol ya Çin’in baskı ve toplama kampları yolu ya da Batı’nın liberal demokrasi yoludur.

Birincinin Türkiye’yi getirdiği ve götüreceği nokta ortadadır. Türkiye, demokrasiyle barıştığı, Avrupa ile yakınlaştığı dönemde Kürt gerçekliğini kabul etmiş ve barış yönünde adım atmıştır. Bu dönem aynı zamanda refah ve huzur dönemi olmuştur. Bugün olduğu gibi, 1990’larda savaşın dilinin yükseldiği yıllar içe kapanma, yoksullaşma ve yolsuzluk dönemleri olarak AKP’yi iktidara taşıyan zemini hazırlamıştır.

Reformcu bir kimlikle işbaşına gelen AKP, bulaştığı büyük yolsuzluklar nedeniyle kurtuluşu yeniden “eski” ile anlaşmada bulmuş ve devletin bu kesimiyle birlikte Kürtlere savaş açmıştır. Bu savaş bugün Suriye’de, Irak’ta ve Türkiye’de tüm şiddetiyle devam etmektedir ve Erdoğan’ın bir çılgınlık yapıp Suriye’de harekata geçmesiyle hayal edemeyeceğiniz yıkıcılıkta sonuçlar doğuracaktır.

HDP bugün milyonlarca insanın oy verdiği siyasi bir realitedir. HDP’ye savaş açtığınızda, liderlerini ve temsilcilerini tutuklayıp başkanlarını darbeyle görevden aldığınızda bir halka savaş açmış oluyorsunuz. Unutmayın ki bugün 1915 koşullarında yaşamıyoruz ve bir halka karşı açılan savaşı kazanma şansınız sıfırdır.

Ana dilini konuşmak, kendi kendini yönetmek isteyen bir halka şiddetle karşılık vererek belki yolsuzluklarla kokuşmuş yönetiminize halkın şoven duygularıyla oynayarak destek bulma umudu taşıyorsunuz. Aynı yöntemi zamanında özellikle Tansu Çiller’in denediğini ve bugün onun kadrolarıyla çalıştığınızı gözününe aldığımızda sonunuzun farklı olmayabileceğini söyleyebiliriz. Sonu belli bir yolculuğa çıktınız. Bütün mesele, bütün ülkeyi beraberinde sürükleyip sürükleyemeyeceğiniz.

Ekrem İmamoğlu, partisini Kürt gerçekliği ile tanıştırmak, barıştırmak adına bugün çok önemli bir işlev üstleniyor. Devletin çizdiği alan dışına çıkmamak için direnen CHP’yi liberal bir çizgiye taşımaya çalışıyor. Bu nedenle Diyarbakır ziyareti ve burada söyledikleri önemli ve değerlidir. Kürt meselesinde Erdoğan’a yakın bir yerde duran kimi CHP’liler üzerinde etkili olacağı şüphesizdir.

Abdullah Gül-Ali Babacan ittifakının kuracağı yeni siyasi parti, AKP-MHP- İyi Parti ve Davutoğlu’ndan farklı olarak Kürt meselesine demokrasi ve hukuk penceresinden bakacak ve demokratik ittifaka güç katacaktır. Unutmayın, bir ülkede bir halkın hakkı tanınmıyorsa, kimsenin hakkı garantide değildir. Hukuk bir halk için işlemiyorsa kimse için işlemiyor demektir. Savaş Erdoğan’la devam, barış demokrasi, hukuk devleti ve laiklik demektir.