'PKK Türkiye’deki tüm Kürt taraflar üzerinde katı bir kontrol kurmaya çalışıyor'

ABD'nin eski Bağdat Büyükelçisi Douglas Silliman, Rûdaw’a verdiği mülakatta, Washington ile Bağdat arasındaki stratejik müzakerelerin her iki ülkenin çıkarına olacağını vurgulayarak, Amerikan güçlerinin ülkeden çekilmesinin de istikrarsızlığa yol açmayacağını söyledi.

'PKK Türkiye’deki tüm Kürt taraflar üzerinde katı bir kontrol kurmaya çalışıyor'

Silliman, ABD’nin Irak’tan çekilmesinin ardından Türkiye’nin Sünni bölgelerine olası bir müdahalesine ilişkin, “Türkiye’nin Sünni bölgelere müdahale etmesinden pek mutlu değiliz, çünkü birleşik Sünni seslerinin ayrışmasına neden olacaktır” yorumunda bulundu.

Türkiye’nin Musul vilayetindeki durumları titizlikle takip ettiğini ifade eden eski Büyükelçi, “Türkiye Irak'a girmek için aslında bir fırsat, bir olay ya da davet bekliyor” dedi ancak Irak’taki şartların Suriye’dekinden farklı olduğunu da vurguladı.

Biden yönetiminin yeni dış politikadaki öncelikleri arasında Ortadoğu’nun dördüncü, hatta beşincei sırada yer alacağını anlatan Douglas Silliman, ancak yine de Irak’ın bölge açısından konumu nedeniyle kendileri için önemli olduğunu ve bu nedenle ülkede “meşru ve egemen bir yapının güçlenmesine yardımcı olacaklarını” söyledi.

Douglas Silliman, Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi toprakları içerisinde PKK’ye karşı askeri operasyonları hakkında da, ABD’nin, Türkiye, Kürdistan Bölgesi ve Irak hükumetleri arasında arabulucu rolü oynayabileceğini belirterek, “Ayrıca, PKK’nin kuzey Irak’taki silahlı unsurları ve destekçilerine karşı daha fazla tavır sahibi olmalıdır” dedi.

Ankara’nın PKK meselesini zor yolu ile çözmeye çalıştığını belirten Silliman, “Fakat mesele Türkiye’nin siyaseti ile alakalıdır, Türkiye’deki Kürt vatandaşları ülkenin siyasetine pozitif katılımını sağlamakla ilgilidir” ifadelerini kullandı.

ABD’li diplomat, İran’ın Irak’taki nüfuzu, Kürdistan Bölgesi ile ilişkiler, Kürdistan bağımsızlık referandumu ve 16 Ekim 2017’deki olaylar hakkında da Rûdaw’a önemli açıklamalarda bulundu.

İlk önce önce ABD ile Irak arasında yürütülen stratejik müzakerelerle ilgili bir soru sormak istiyorum, müzakerelerin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence müzakerelerin sonucu Irak için iyi olacak ve ABD için de dengeli bir politika olacak. Trump yönetimi döneminde müzakerelerin birinci turu başladığında, Trump’ın politikası Bağdat yönetiminin İran’a karşı daha fazla baskı uygulaması yönündeydi. Daha az Irak’taki sorunlarla ilgilenen bir politika izliyordu. Bana göre başkan Biden, Obama döneminde Başkan Yardımcısı görevini yürütüyordu, Irak hakkında çok fazla bilgiye sahip. Irak’ın bağımsız bir politika izlemesi konusunda fikirleri çok fazla. Ancak öyle bir politika ki İran’ı ihmal etmeyecek şekilde. Stratejik müzakerelerde konuşulanların bir bölümü, tabi haberlerde geçenlerden bahsediyorum, ABD’nin muharip güçlerinin bu yılın sonuna kadar Irak’tan çekilmesiyle ilgiliydi. Bu kazanımı, söz konusu stratejik müzakerelerin küçük bir kazanımı olarak görebiliriz. Çünkü mevcut durumda Amerikan askerlerinin IŞİD savaşında en az rol alan taraf olduğunu söyleyebiliriz. Muharip kuvvetlerin çoğu 2017-2018 yılları arasında yani IŞİD’in kırılmasından sonra çekildiler. Muhtemelen şu anda Irak’a yapılacak olan 155 milyon dolarlık yardım konusu daha önemli. Ayrıca ABD ile Irak arasında ticaret hacminin artırılması. ABD yönetimi Irak ekonomisinin gelişmesi, gelirinin artması ve pazarının dünya pazarıyla entegre edilmesi, Irak’ın geleceği için ülkenin güvenlik durumundan daha önemli olduğu konusundaki ısrarını devam ettiriyor.

31 Aralık 2021’den sonra, Irak’ta mezhepsel bir çatışmanın yaşanmasını öngörüyor musunuz?

Bu çok zor bir soru. Keşke geleceği bilip bu konuda size yanıt verebilseydim. Şii toplumu ile Şii topluluğundaki ana siyasi güçler arasında güçlü bir ayrım var. Bağdat ve Irak'ın güneyindeki gösteriler sırasında Iraklı gençler ve protestocular, "bir ülke istiyoruz " veya "bir vatan istiyorum” sloganıyla Irak'ta yeni bir vatan kurmak için güçlü bir istekle seslerini duyurmuştu. Tabii ki protestolar ne laik, ne dindardı, milliyetçi bir kimliği vardı. “Gurur duyabileceğimiz bir vatanımızın olmasını istedik” diyorlardı. Iraklılar daha aktif bir hükumetin iktidarda olmasını talep ediyorlardı, yolsuzlukların bitmesini istiyorlardı. Yolsuzluk siyasi ve ekonomik açıdan gelişmenin önüne geçiyor. Ben açıkçası Aralık’tan sonra mezhepsel bir çekişme yaşanacak mı bilemiyorum, ancak farklı bir yönetim şekli istemekle ilgili bir talebin olacağından eminim. Bazıları nasyonalist bir Şii iktidarı görmeyi arzuluyor. Bazıları da radikal İslamcı bir yönetimin başa geçmesini arzuluyor. Tıpkı Irak’ta IŞİD’ten arta kalanlar gibi. Bence bu düşüncede olanların sesi daha azalacaktır. Ancak açık bir şekilde geçmişte olduğu gibi şiddet yanlısı olduklarını gösterecekler.

Sizce yıl sonunda istikrar mı veya istikrarsızlık mı göreceğiz?

Bence mevcut durumda olduğu gibi istikrar ve istikrarsızlığın bir bileşimini göreceğiz. ABD, IŞİD'e karşı mücadelede küçük bir rol üstlenecek. Belki de 31 Aralık'tan sonra Irak ordusu, Heşdi Şabi ve Peşmerge’nin IŞİD karşı savaşma biçiminde küçük değişiklikler olacaktır. Ancak ABD’nin çekilmesi ülkede istikrarsızlık anlamına geleceğini düşünmüyorum. Belki de IŞİD’in daha önce ABD’nin gözettiği bölgelerde gerçekleştiremediği saldırılarını artıracaktır. Tabii ki Irak ordusunun ve Peşmerge’nin çok fazla sorumluluk aldığı da açık bir gerçektir. Şii milislerin şiddet tehditleri konusu, özellikle de Heşdi Şabi tarafından daha az 31 Aralık'taki süreçle ilgisi vardır. Daha çok Ekim seçimleri, İran-Amerikan ilişkileri ve Viyana’da yürütülen nükleer müzakerelerin sonucuyla ilgisi olduğunu düşünüyorum.

Amerikan askerlerinin 31 Aralık'ta çekilmesinin ardında İran’ın daha fazla müdahalede bulunacağını tahmin ediyor musunuz? İran ve Şii gruplar o günü bayram olarak kutlayacaklar ve o günü işgalin sona erdiği gün olarak addedecekler. İran’ın daha fazla müdahalesi olacağını öngörüyor musunuz?

Hayır, ben o günden sonra İran'ın daha fazla müdahale etmesini beklemiyorum, çünkü İranlılar Amerikan güçlerinin Irak'taki rolünü biliyorlar. Çünkü Irak hükumeti ve Irak da biliyor ki ABD’nin muharip kuvvetlerinin ülkeden çekilmesinden sonra da ABD'li eğitmenler kalacaktır.  ABD’nin Irak ordusuna, terörle mücadele birimine, hava ve deniz kuvvetleriyle Peşmerge’ye sunduğu askeri yardımları devam edecektir. Bu değişmeyecektir. O tarihten sonra İran'a veya İran'a yakın Şii gruplara ve nasyonalist milislere yönelik baskıların artması muhtemeldir. Geçmişte gördüğümüz gibi, batı güçleriyle müttefiklerimiz hedef edildiğinde bunu yapanlar gibi hedef alınacaklar.

Amerikan muharip güçlerinin çekilmesinin bir kutlama vesilesine dönüştürülmesi iddialarını daha çok bir medya propagandası olarak görüyorum. Şii milislerin çoğu, Irak'taki korkunç durumun ve ABD birliklerinin her zaman varlığının farkındadır, ancak gerçek şu ki ABD artık savaşçı rol olmayacaktır. ABD’nin savaşçı gücü de yalnızca IŞİD'e karşı mücadelede yer alıyor. Bu da çok sınırlı durumlarda oldu. 2017 yılında IŞİD’in bozguna uğratılmasından sonra daha fazla danışmanlık ve destek rolü üstlenmişlerdi.

Sayın Silliman sadece Şiiler değil, Sunniler de ABD'nin Irak'tan çekileceğine inanıyor. Birkaç gün önce, eski Musul eski valisi Asıl Nuceyfi, ABD güçlerinin çekilmesinden sonra Türkiye'nin ülkede dengeyi sağlamak için Irak'a daha fazla müdahale edeceğini söyledi. Bu durumda Türkiye’nin askeri müdahalesini bekliyor musunuz? Özellikle Musul, Sünni ve Türkmen bölgelerinde?

Halihazırda Türkiye’nin Irak'ın kuzeyinde askeri olarak faal olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi’nin Duhok kentinde ve Musul vilayetinin Başika bölgesinin bir bölümünde askeri gücü var. Türkiye'nin Kürdistan Bölgesi’nin kuzeyindeki dağlarda hava harekâtları yılardır devam ediyor.

Türkiye’nin Sünni bölgelere müdahalesinden bahsetmiştim, Kürdistan Bölgesi’nde değil.

İfade ettiğim gibi Musul vilayetinde mevcudiyetleri var. Üzülerek 2018'deki bazı senaryoların bir daha tekrarlanacağını söyleyebiliriz. Bazı Sünni bölgelerindeki adaylar yabancı hükumetler tarafından desteklendiler. Açıkçası Türkiye’nin Sünni bölgelere müdahale etmesinden pek memnun değiliz, çünkü birleşik Sünni seslerinin ayrışmasına neden olacaktır. Irak siyasetinin sadece mezhepçilik esaslı bir politika ile yönetilmesini de talihsizlik olarak görüyorum. Aslında siyaset biraz daha coğrafi dağılımla da ilgilidir. Örneğin Anbar, Musul, Selahaddin ve hatta Diyala vilayetinde Sünni siyasi bir kesim var ve halihazırda siyasilerden dolayı hayal kırıklığı yaşıyorlar. Bu da onları kendi çıkarları ve sesleri için dış güçlerden destek almaya itiyor. Bize göre bu çok yanlış bir düşüncedir. Bence yurt dışından para ve destek almak iyi bir fikir değil ama bu olmayacağı anlamına gelmiyor. Asıl soru şu; Türkiye Irak kamuoyunun ABD’nin ülkeden çıkması için sahip olduğu algısından yararlanmaya çalışacak mı?

Türkiye’nin, birkaç yıl önce Suriye'de olduğu gibi Irak'a da müdahale etme gibi bir gündemi var mı?

Türkiye Kürdistan Bölgesi’nin kuzeyinde dağlarda konuşlanan Kürdistan İşçi Partisi'ne ve liderlerine karşı gerçekleştirdiği harekatı artırma eğiliminde. Bu liderler Kürdistan'ın Mahmur veya Kürdistan Bölgesi’nin farklı şehirlerine gittiklerinde Kürdistan Bölgesi’ni büyük bir tehlikeye atıyorlar, çünkü Türkler onların nereye gideceklerini biliyor. Soru şu; Musul’a ulaşacaklar mı? Türk ordusu, şu anda Suriye'deki hakimiyetini artırmış durumda. Suriye’de güdümleri dahilinde olan güçlerle hareket ediyorlardır. Özellikle Rojava sınırının genişlemesi ve birleşmesi sırasında yaptıkları hamleler gibi. Türkler bir süredir Musul vilayetindeki durumları titizlikle takip ediyor. Türkiye Irak'a girmek için aslında bir fırsat, bir olay ya da davet bekliyor. Şu anda Bağdat'ta yabancı güçlerin ülkedeki varlığı konusu oldukça dikkat çekiyor. Türkiye’nin askeri varlığının uzun vadeli olması konusuna da çok fazla önem verilecektir. Özellikle de Irak hükümetinin onayı olmadan geldiklerinde. Bu nedenle Bağdat’ta baskılar daha da artacaktır. Bu durum da Türkiye’nin Suriye’de yaptıklarının aynısını Irak’ta yapmasını çok çetin kılacaktır. Bu, Türkiye'nin bir yayılmacı bir yol izlemediği anlamına gelmez, ancak Irak'taki şartlar Suriye'dekinden farklıdır.

ABD'nin Irak'a yönelik dış politikasına geri dönelim. Iraklılar arasında ABD'nin Irak’tan bıktığı yönünde bir kanaat var ve Afganistan'da gördüklerinin aynısının önümüzdeki birkaç yıl içinde Irak’ta yaşanması olasılığı fikri hâkim. Bu düşünceye katılıyor musunuz, ABD’nin dış politikasında Irak'a dair farklı bir perspektifi mi var?

Bu karmaşık sorunun sonundan başlayayım. Gördüklerimi sizlere aktarmak işitiyorum; dış politika ya da Biden’ın kapsamlı politikası. Başkan Biden göreve geldiğinden bu yana daha çok yeni bir iç politikaya odaklandı. Krizin merkezinde ise koronavirüs ile mücadele, Amerikan vatandaşlarının aşı olması, ABD'nin ekonomisinin kalkınması, canlandırılması, iş imkanlarının daha fazla arttırılması ve  Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasındaki siyasi bölünmeleri çözmek var. Bu anlattıklarım Başkan Biden’ın seçilme nedenleri idi ve daha çok zamanını bu konulara harcıyor. Dış politikaya odaklandığında ilk husus, Amerika Birleşik Devletleri'nin Avrupa ve Asya; Japon, Güney Kore ve Avustralya gibi ülkelerle güçlü ilişki ve müttefikliğinin geri getirilmesine odaklanıyor. ABD’nin dünyadaki müttefikleri ile koordinasyonu Trump yönetimi döneminde zarar görerek gerildi. Söz konusu müttefikleri geri kazandığında bir sonraki adım Çin olacaktır. Bu ülke ile ekonomi ve güvenlik alanlarında özellikle Asya’da rekabetimiz devam ediyor. Ayrıca Rusya ile rekabetimiz var. Ortadoğu ise öncelikli sıralamalarında dördüncü veya beşinci sıralarda olabilir. İran ile nükleer anlaşmasına geri dönülebilir. Bunların dışında diğer bütün meseleler Başkan Biden için küçük meselelerdir ve çok fazla zaman kaybetmeyecektir. Bu bahsettiklerim ABD’nin dış politikasında görebiliriz. Benim bildiğim kadarıyla Irak için daha önce yazılmış veya üzerinde konuşulmuş ileride Biden yönetimi baskı altında tutacak bir politika söz konusu değil. Ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Ortadoğu’dan sorumlu müsteşarı henüz göreve başlamadı ve hatta Senato daha onaylanmadı. Bu nedenle, bu konudaki politikanın belli olması için zamana ihtiyaç olacaktır.

ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi konusu Irak’takinden farklıdır. Trump yönetiminin ABD güçlerinin Eylül’e kadar ülkeden çıkmaları yönünde Taliban ile anlaşmaları vardı. Bu konuda birçok şart da vardı. Ancak Biden yönetimi gücün geri gönderilmesinden yanaydı, tabii ki bu Kabil’deki büyükelçiliği koruyan gücün dışında. Bu Irak’ın durumundan çok farklı. Irak stratejik olarak ABD için çok daha önemli bir ülke, çünkü Asya, Afrika ve Avrupa eksenlerinin kesiştiği yerdir. Tarihe baktığımız zaman Dicle ve Fırat’ın çevresi medeniyetlerin yuvası ve çekişmelerin merkezi olmuştur. Biden yönetimi özellikle de Başkan Biden’a göre Irak’ta istikrar sağlanırsa bölgede istikrar sağlanır. Aynı zamanda Irak’ın kalkınması bölgedeki ülkelerin ve bölge dışındaki ülkelerin kalınmasına vesile olacaktır. Irak’ta petrol ticareti nedeniyle bu ülkenin daha güçlü bir pazar haline getirilebileceği, petrol üretimi dışında daha güçlü bir üretici ülke haline geleceği, bölge üzerinde etki yaratacak kıvama geleceği ve bölgede daha üretici bir konuma geleceğine inanılıyor. Aynı zamanda Irak’ta bir çekişmenin de yaşandığı anlaşılıyor. Mezopotamya’da binlerce yıl önce bu türü çekişmeler yaşandı. Şu anda İran Irak’ta çoğunluğu Şii olan bir iktidarın yönetimde olması için çabalıyor ki kararlarını dikte edebilsin. Türkiye’de Irak’ta Şii bir hükumet istemiyor ve bu konuda çıkarları var. İsrail’in de Irak siyaseti konusunda endişeleri var çünkü İran, İsrail’e karşı politikalarına önem veriyor. İran bir taraftan Lübnan’daki Hizbullah’a diğer yandan Gazze’de Hamas’a destek olsun diye Irak üzerinden füze ve milis güçlerini Suriye’ye gönderiyor. Bu nedenle Iraklı bazı siyasi taraflar doğrudan ABD’nin çıkarlarına ve bölgenin istikrarına gölge düşürüyorlar. Rûdaw izleyicilerine şunu söylemek istiyorum; ABD’nin Irak’tan tam çekilmesi söz konusu değildir. Aksine hükumetin Bağdat’ta ordunun, deniz kuvvetlerinin, hava kuvvetlerinin, terörle mücadele birimini, ve Peşmerge’nin güçlenmesi ABD’nin varlığı devam edecektir. Aynı zamanda Irak’ta meşru ve egemen bir yapının güçlenmesine yardımcı olacaktır. Diğer yandan Tahran yönetimi ile koordinasyon içerinden olan nasyonalist Şii tarafların baskılarını azaltamaya devam edecektir.

Bir kez daha Irak konusuna gelmek istiyorum, ülkedeki durumu Şubat 2019’daki durumla karşılaştıracak olursak, Irak’ı bıraktığınızda ne görüyorsunuz?

İran ve Şii milislerin Irak’ta daha fazla güçlerini arttırmak için daha çok baskı uyguladıklarını görüyorum. Kuşkusuz, siyasiler ve seçim aracılığıyla. İran’daki Devrim Muhafızları (Pasdaran) gücünün aynısını Irak’ta kurmayı hedefliyorlar. Yanlış hatırlamıyorsam 2018 yılında o zamanlar Irak’taydım, Basra’da su ve elektrik sıkıntıları nedeniyle protesto gösterileri yapılıyordu. O dönem Basra’da gönüllülerde Besic gücünün kurulması için bir girişim vardı. Ancak bu girişim sonuçsuz kaldı. Falih Feyyaz ve diğer Heşdi Şabi liderlerinin açıklamalarında görüldüğü üzere onlar İran Devrim Muhafılarını Irak için bir rol modeli olarak görüyorlar. Bu da şu anlama geliyor, hükumet dışındaki nasyonalist Şii bir grup hükumeti kontrol altına almaya çalışacaktır. Böylelikle çıkarlarıyla uyacak kararları kabul edecek, çıkarlarıyla uyuşmayanları da reddecekler.

Beni endişelendiren Heşdi Şabi veya siyasi örgütlenmesinin ülkenin ekonomik kaynaklarını kontrol etme çabasıdır. Mesela fabrikaları özelleştirerek insanlarına iş imkanı sağlamak ve bu şekilde sadece Heşdi Şabi çatısı altında olanlar değil, diğerleri üzerindeki siyasi nüfuzlarını da arttırmak istiyorlar. Bu şekilde gördüğümüz Şii siyasi güçlerin ve milislerin belli bir süre içerisinde iktidar odaklarını ve Bağdat’ta hükumet makamlarını kontrol etme çabasıdır. 

Yani siz bana geçtiğimiz iki veya üç yıl içerisinde Irak’ta daha etkili bir İran gördüğünüzü, Tahran’ın ülkedeki Şiiler hakkında stratejik planı olduğunu söylüyorsunuz. Diğer taraftan ABD’nin şu ana kadar da Irak için yazılı bir politikası olmadığını belirtiyorsunuz. Bu durumda Irak’ın önümüzdeki 10 yıl içerisinde ikinci İran olmasını bekliyor musunuz? Sorumu başka şekilde soruyorum;  acaba, ABD’nin Ortadoğu’da Irak’ın ikinci bir İran olmasını engellemek için stratejik bir planı var mı?

Bilmiyorum... ABD’nin bu konuda bri stratejisi veya politikası varsa bile geçmiş 12 yılda olduğu gibi olur. Biden yönetiminde yer alan ve dış politika ile ilgilenenlerin tümü Obama yönetiminde de yer alıyorlardı. Brett McGurk, Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ve Dışişleri Bakanı Antony Bilinken gibi. Tüm bu isimler Irak işleri konusunda tecrübe sahibi isimler. Her şeyden önce geçtiğimiz dört yılda izlenen politikayı yeniden gözden geçirmek istiyorlar ki bu politika İran’a baskıyı arttırmayı amaçladı ama öte yandan Irak hükumetinin güçlendirilmesi için hiç bir şey yapılmadı. Sanırım bu politikanın temelleri şimdi bahsettiğim gibi olacak, yani Irak hükumetini, güvenlik kurumlarını ve her şeyden önemlisini de ülkenin ekonomisini güçlendirmek ve yardımda bulunmak olacak. Bu, İran’ın Şiiler üzerinden Irak’ı kontrol etmesinin önünü alabilecek olan yoldur.

Sizce başarılı olabilir mi?

Bu sorunun yanıtı Iraklılar bağlı. Eğer Iraklılar çok açık bir şekilde eskilere oy vereceğiz derlerse, gösterileri sona erdirirlerse , öğrenciler, kabiliyeti olanlar yurt dışına gidip Londra’da, Avustralya’da çalışsa, orada doktor, avukat ve iş insanı olsa, tüm imkanı olanlar Irak’ı terk etse ve eğer Irak’ın parası sürekli Ankara, Amman, Abu Dabi’deki yatırımlara harcansa o zaman bu durum İran’ın ülkedeki nüfuzunun artmasına yarar. İran’ın Irak’ın tamamını kontrol edebileceğini sanmıyorum, çünkü İran ile Irak arasında büyük kültürel farklılıklar var ve tek başında Iraklı Şiilerin yorumu İranlı Şiilerindekinden farklıdır. Kanımca eğer Iraklılar Irak’tan vazgeçerlerse tüm dünya da onlardan vazgeçer. Bu nedenle Iraklıların Irak’ta yatırım yaptığını, Irak’ta üretim yapıldığını görmeleri gerekiyor. Iraklıların Irak hükumet kurumlarına destek vermesi ve seçimlerde İran’ın nüfuzunu azaltacak taraflara oy vermesi gerekiyor. Tabi bunu görmek istiyorlarsa. Tabi bu da Amerika’nın ne yaptığı ile değil, Iraklıların ne yaptığı ile alakalı bir durumdur. ABD’nin gerçekten bağımsız ve egemen bir Irak isteyenleri desteklediğine inanıyorum. Elbette Irak’ın kalkınmasından yana olanları da destekliyor. Sadece petrol sektöründe değil, özel sektörü geliştirip iş imkanı yaratmak ve diğer bir çok yoldan Iraklılara yardımcı olmak isteyenlere de destek veriyor.

Mustafa Kazımi’yi bahsettiğiniz kriterlere uygun biri olarak görüyor musunuz?

Bence Mustafa Kazımi iyi bir Iraklı. Şii kökenli ve bilinen dindar bir aileden olsa da, bu ülkenin dini temeller üzerinden yönetilmesini düşünenlere bir meşruluk sunuyor. Ayrıca Batı konusunda da deneyim sahibi bir isim. Daha önce kendisi ile yaptığım sohbetlerde ve son olarak da Washington ziyareti esnasında da kendisi ile görüştüğümde şunu savunuyordu; Irak’ın güçlü, bağımsız ve gelişmiş bir ülke olabilmesi için yüzünü dünyaya açması gerektiğine inanıyor. Komşu Sünni ülkelerle ilişkilerini geliştirmek herkesten önce Başbakan’ın görevidir. Ürdün Kralı ve Mısır Cumhurbaşkanı ile gerçekleştirilen zirve Mustafa Kazımi’nin bunu gerçekleştirmek istediğini kanıtlıyor. Suudi Arabistan, Abu Dabi, Kuveyt ve tüm Körfez ülkeleri ile, yine ABD ve Avrupa ile de çok iyi ilişkileri var. Irak’ı kurtarması beklenmiyor ama Irak’ın çıkarlarını koruyabilecek dengeyi sağlayan, baskı odaklarına karşı Irak’ın birliğini ve egemenliğini ayakta tutacak biri konumunda yani kısa vadade İran ve Türkiye’ye, uzun vadede ABD’ye karşı. Ve tabi ki ülkedeki taraf ve gruplara karşı da. Washington’dan Kazımi’ye büyük bir destek verildiğini görüyorum. Hiç bir parti kurmamış olsa da Ekim’deki seçimlerin sonuçlarının ne olacağını görmek ilginç olacak. 

Seçimlerden de bahsedeceğiz. Mukteda Sadr hakkında bir soru sormak istiyorum. Sizce, sizin deyiminizle “İran’ın Irak’a egemen olma arzusunu” engelleyen bir isim mi Sadr?

Bence Mukteda Sadr daha çok kendisini ve kendi akımının başarısını düşünüyor. O 2019-2020’deki gösterileri kendi tabanını genişletmek için bir fırsat olarak gördü. Kendisi hükumetin dışında kalmak, bu şekilde hükumetin hizmet götürme konusundaki yetersizliklerine, hatalarına eleştiride bulunmayı yeğliyor, hükumette olup bitenler hakkında sorumluluk almak istemiyor. Öte yandan da destekçilerini hükumetin en önemli makamlarına yerleştirmek için de çabalıyor. Sanırım o da gösterilerin sert geçmesi karşısında biraz şok yaşadı. Fakat şimdi Bağdat, Nasıriye, Necef ve Irak’ın güneyinde gördüğünüz göstericilerin duygularına, yüreklerine sızmak, bir şekilde şimdiki hükumet sistemini reddetmek, bir kez daha siyasi sistem dışında kalıp rol oynamak istiyor. Doğrusu seçimleri boykot etme kararı karşısında hayret ettim. Bu da İran'la müttefik olan partilerin iktidarı ele geçirmesini istemeyen liderler için durumu biraz daha zorlu hale getiriyor. Kürt tarafların, Sünni ve ılımlı Şii tarafların daha fazla işbirliği içerisinde olması gerekiyor. Çünkü eğer Mukteda Sadr seçimlere katılmazsa oy oranları artmaz.

Sizce Sadr boykot kararını sürdürecek mi yada kararını değiştirip seçimlere katılacak mı?

Bu çok güzel bir soru, fakat gerçekliğini bilmiyorum. 2018’deki seçimlerin ardından diğer taraflarla izlediği propaganda, müzakere ve diyalog yöntemi yeni hükumetin kurulması konusunda ona güçlü bir konum kazandırdı. Sanırım aynen şimdi de bunu elde etmek istiyor. Şu iki siyasi inisiyatif arasındaki dengeyi çok iyi sağlamalı; gerçekten 2018’de yaptığı gibi seküler, geniş tabanlı, ulusal hükumet ile İran’a yakın Şii bir hükumet arasında aracı veya ortam sağlayıcı siyasi bir güç olmak istiyor mu yoksa dışarıda kalıp “ben daha iyi biliyorum, tüm siyasetçiler ve tüm sistem yolsuzdur, tüm sistemi ortadan kaldırmalıyım” demek mi istiyor. Ben Sadrı’ın Ekim ayında yapılacak seçimlere katılacağını tahmin ediyorum fakat bu tahminimden çok da emin değilim. Sadece katılacağını öngörüyorum, çünkü katılmaması büyük bir geri çekilme olur ve seçim sonuçlarının meşruluğunu da bir şekilde şüpheli hale getirir. Şüphesiz şöyle bir manaya da geliyor ki örneğin Kürdistan’da güçlü kurumsal yapıya sahip olan KDP ve KYB gibi, yine diğer bölgelerde güçlü şahsiyetler veya milis güçlerden destek alan tarafların kendilerini daha iyi organize etmeleri, taraftarlarını seçime katılmaya teşvik edip parlamentoda daha fazla sandalye sahibi olmalarına neden olabilir. Göstericilerin temsilcisi olan partiler, örneğin protestocuların taleplerine vurgu yapan çok sayıda siyasi taraf var ve fakat bu tarafların  genel olarak geniş bir tabanları yok ve sokaklarda halkı oy vermeye teşvik edebilecek durumda değiller. Bu nedenle Sadr çekildiğinde seçimlerin yönü değişir ve destekçilerinin çoğu oy kullanmak için sandık başına gitmez.

Bu noktadan başlayayım, sizce seçimler ülkede istikrar veya istikrarsızlığa neden olur mu?

Olduğu gibi kalacağını söyleyebilirim. 2018’deki seçim sonuçlarında şunu gördük ki bazı siyasi taraflar seçmenlerine din veya coğrafi esaslar üzerine kendilerine oy çağrısında bulunmadığını gördük. Umarım bu seçimlerde yeni partiler kurulur, siyasi amaçlarını Iraklıların sorunlarının çözümü temelinde değiştirirler. Sorunlar dine, yerlere ve vilayetlere bağlı olmaz. Siyasi tarafların mesajları birbirini tamamlar nitelikte olursa eğer sonuçta Irak’ta demokrasi kazanır. Mesela siyasi bir tarafın mesajı hükumet kurumlarının güçlendirilmesi ve parti egemenliğinin hükumet üzerinde azaltılması olsa daha ilgi çekici ve seküler olur. Belkide Kürtlerin, Sünnilerin, Hristiyan, Ezidi ve diğerlerinin de ilgisini çeker. Irak’ta gelecekte demokrasinin bu şekilde olacağına inanıyorum. Yani siyasi tarafların program ve amaçları daha çok Iraklıların sorunlarına odaklanmalı, ekonomik ve güvenlik konularında planları olmalı, hükumeti daha çok iyileştirme konusunda çalışılmalı. Bu seçim protestolardan kaynaklı siyasi bir hareketi öne çıkarır, mevcut güçler içerisinde sorunlarla ilgilenen bir ittifak yaratırsa bu doğru yöne atılmış bir adım olur. Fakat seçimler Şii milis temsilcilerinin, başlıca Kürt partilerinin, Şünni aşiret ve ailelerin temsilcilerinin öne çıkarılmasına vesile olursa durum olduğu gibi kalır, kırılgan bir parlamento kurulur. Yeni hükumetin kurulması da çok uzun bir süreye sarkar. Çünkü taraflar yeni hükumeti nasıl kuracakları ve yeni başbakanın kim olacağı konusunu uzun uzadıya tartışmak durumunda kalır.

Eminin Heşdi Şabi’ye yakın grupların Erbil’e yönelik saldırılarından haberdarsınız. Bildiğiniz gibi ABD ve koalisyon güçleri Erbil’de füze ve insansız hava araçları ile gerçekleştirilen saldırıların hedefi oldu. Sizce saldırılara karşı alınan önlemler yeterli miydi?

Milis güçlere karşı tedbir almak çok zor bir iş. Çünkü milisler sisli bir ortamda ve aynı anda hem devlet içerisinde bir karakter, hem de devlet dışı bir karaktere bürünüyorlar. Onlar Irak silahlı kuvvetlerinin bir parçası olan Heşdi Şabi’ye bağlıdırlar, Şii milliyetçiliği yapıyorlar ancak hepsi değil. Heşdi Şabi içerisinde yer alan gruplar farklı isimlerle gruplar oluşturmuş ki bunlar da açıkça hükumetin kontrolü altında değiller. Erbil’e ve koalisyon güçlerine yönelik saldırılar da bu nedenle artmış durumda. Hizbullah ve Şüheda gibi grupları kastediyorum. Bu gruplar farklı isimler altında parçalara ayrıldılar ancak büyük resmi korumak dışında hiç bir söylem ve amaçları yok ki bu da kendilerini korumaları için onlara bir kalkan oluşturuyor. Bu nedenle saldırılar artıyor.

Doğrusu Amerikalıların yaptığı da İran’ın doğrudan bu gruplara gönderdiği silahlara veya teknolojiye karşı daha iyi bir savunma mekanizması oluşturmaktır. Tabi bu durum sadece Irak’ta yaşanmıyor, Suriye’de de, Lübnan’da da Hizbullah aynısını uyguluyor. Gazze’de Hammas, Yemen’de de Husiler aynı işi yapıyor. Afganistan’da da aynı şeyi görebiliriz. İran’ın bu konuda yoğun bir uğraş içerisinde olduğunu görüyoruz ki ABD’de buna “savaş ihrac etmek” diyoruz. İran kendisine yönelik müdahaleleri önlemek için savaşı kendi sınırlarının dışına çıkarıyor, Irak’a, Suriye’ye, Yemen, Lübnan ve Gazze’ye, İsrail’e ve hatta daha uzağa taşırıyor. Bu nedenle bu tür saldırıların artacağını tahmin ediyorum. ABD’nin salt askeri mücadelesinin bu manada tek başına etkili olacağını düşünmüyorum. Veyahut Trump yönetiminin açıkça ifade ettiği gibi, Amerikalılar öldürldükçe bunun yankıları olur ve milisler daha çok Amerikalı öldürmek için çaba sarfeder.  Biden yönetimi farklı bir tavır sahibi olmak istiyor. Çünkü milislerce Amerikan ve koalisyon güçlerine, büyükelçiliğe karşı gerçekleştirilen 25 veya 26 saldırılardan 2 veya 3’üne misilleme yapıldı. Yapmak istedikleri tam da milis liderlerinin ABD’nin tavrının tam da ne olacağını kestirememeleridir. ABD bu saldırıların sorumluluğunu İran hükumetine bağlamak istiyor. Bir noktada İran’da da askeri bir karşılığı olur. Fakat o zaman da ABD güçleri Irak’ta kalmaz ve böylece gölgede faaliyet gösteren milis gruplarına karşı Irak hükumeti, anti-terör birimleri, ordu, federal polis ve Peşmerge ile daha çok koordinasyon halinde olur. ABD’nin veya İsrail gibi ABD dostu olan başka bir gücün saldırılarına devam etmesi de gündeme gelebilir. Özellikle Suriye’de İran’ın Irak, Suriye ve Lübnan üzerindeki stratejik nüfuz planını zayıflatmak için bu grupları hedef alabilir. Sanırım son bir kaç yıldır gördüğümüz durum devam edecek, siyasi duruma göre yoğunluğu bazen artabilir, bazen de azalabilir. 

Bu konu hakkında bir şey daha belirmek istiyorum; Biden yönetimi İran ile ilişkilerini değiştirmek istiyor. İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanı olması bunu biraz zorlaştırmış olabilir ki mevcut durumda muhafazakarlar İran hükumetinin tamamını kontrol etmiş durumda. Muhafazakarların liderleri özellikle Ali Hamaney tüm temel kararları kendisi veriyor. Biden yönetimi İran’ın verimli bir şekilde uluslararası topluma katılmasını, bu şekilde nüfuzunu arttıran şiddet ihraç etme politikasında vazgeçmesini istiyor. İran 1979’dan bu yana yeni bir savunma yöntemi geliştirerek tüm savaşları bu şekilde sınırlarından uzaklaştırmayı seçti. Ne zaman gerçekleşeceğini ve nasıl olacağını tam olarak bilmesem de Biden yönetiminin özellikle İran’ın nükleer anlaşmaya geri dönerek bu ülke ile ilişkileri değiştirmeyi istediğini biliyorum. Evet, bu dostane bir ilişki olmayacak ancak çekişme içerecek bir ilişki olmak zorunda da değil. Ayrıca İran’ı komşu ülkelerin istikrarını bozan eylemlerden uzak durmaya ikna etmeye çalışıyor. Kaldı ki bu politika İran’ın kendi çıkarına da değil, zararınadır, ona mal oluyor. 

Sayın Silliman mevcut durum neden İran’ın çıkarına değil? Çünkü sözlerinizden anladığım kadarıyla ABD’nin stratejisinden dolayı İran Ortadoğu’da bu kadar etkisini artırdı ve müdahalelerde bulunuyor. Aynı şekilde cevabınızdan ABD’nin İran tehlikesine ve tehditlerine karşı mücadelede başarısız olduğu anlamını çıkardım. Bu durumda ABD İran’ı durdurmak için nasıl ikna edecek?

Bu İran’ın çıkarlarını nasıl tanımladığınıza bağlı. İran’da da ülkesinin çıkarlarını farklı tanımlayan bir kaç grup var. Misal olarak iki hafta önce İbrahim Reisi cumhurbaşkanlığı yemin töreninde ülkesinin diplomasisinde İranlıların sofralarında farklılık yaratacak şekilde reformlar yapacağını söyledi. İranlıların hissedebileceği gelişmeleri gerçekleştirmek istiyor. Ya da ekonomik ambargonun yoğunlaşmadığı zamanlarda bir kaç yıl önce hissetti. İran’da hükumetin daha aktif bir rol alması için çok büyük bir siyasi baskı var. Mevzu Irak’ta görüldüğü gibi değil. Bu da var ki İran hükumeti büyük bir şiddetle göstericileri bastırıp ve binlercesini tutukladı. Bir kaç şey değil. Ben bunun kolay olacağını söylemiyorum. Ama öncelikli soru şu: acaba askeri seçenek tek çözüm mü?

Soruyu şöyle sorayım; ABD’nin Ortadoğu’da İran’ın rolünü ve etkisini azaltmaya yönelik stratejisi başarısız oldu mu?

Ben Başkan Bush ve Obama’nın belirlediği ve Başkan Trump’ın başkan seçilmesinden sonra yöntemini değiştirdiği stratejinin başarısız olduğu kanaatinde değilim. Doğrusu Trump, Obama’nın İran’ın nükleer programına karşı tavır almaları için Çin, Rusya ve Birleşmiş Milletler gibi dünyanın en büyük ekonomik güçlerini birbirine yakınlaştırdığı en büyük siyasi başarısını boşa çıkardı. Bu Obama yönetiminin ilk hamlesiydi. İkincisi de İran’ın bölgede istikrarsızlık meydana getirmekten vazgeçmesi ve vatandaşlarına daha iyi davranması için bir yol bulunmasıydı. Özellikle de Avrupa Birliği de İran’da insan haklarına büyük önem vermekteydi. Trump’ın nükleer anlaşmadan çekilerek yaptığı şey, ABD’nin İran karşısındaki açık stratejisinden geri çekilmesiydi. Biden yönetimi de o yola dönmek istiyor.

Elbetteki bunun kolay olacağına inanmıyorsunuz?

Kesinlikle kolay olmayacak. Ahmedinejad döneminde gerçekleşen bu olaya Başkan Ruhani böyle bir anlaşmaya dahil olmaya vesile oldu. Ama Trump yönetimi anlaşmadan çekildiğinde İranlılar uluslararası toplumun bir çabasını görmediler ve uluslararası toplum ABD’yi anlaşmadan çekilmemesi konusunda engelleyemeyeceğini ancak İran’a karşı uygulanan ekonomik ambargoya katılmayacaklarını ve ABD’nin tutumunu kınadıklarını söyledi. Ben böyle bir şeyin yaşanacağını söylemiyorum. Belki Biden yönetimi böyle bir amaç için adım atacak ve sonunda İran’la müzakerelerde bulunarak İran’ın geleceği, ekonomisi ve komşu ülkelerdeki faaliyetleri gibi tartışılacak konuları genişletmek isteyecek.

Böyle bir durumda ABD’nin stratejisi için nasıl bir öneride bulunuyorsunuz?

Bence İran üzerindeki baskılar artırılmalı. Bölgedeki müttefiklerle daha çok çalışılmalı ve İran’ın şiddet eylemleri karşısında güvence verilmeli. Müttefikler derken İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerini kastediyorum. Bir çok kişinin yazdığı bir ihtimal de var o da: Taliban ilerlemeye devam ederse ve Afganistan’ı daha çok kontrol ederse ABD ve İran’ın Afganistan’da tartışacakları ortak çıkarları olacak. Bazı kimselerde Körfez’deki kargaşanın önlenmesi için Yemen’de bir çözüm bulunması ve Husilerin etkinliğinin azaltılması ancak yeni hükumete yer almasının gerektiğini söylüyor. Bundan dolayı süreç içerisinde İran’ın etkisinin azaltılması için bir kaç diplomatik yol var. Ama açık konuşayım, İran’ın Ketaibi Hizbullah ve Lübnan Hizbullahı’ndan desteğini çekmesi için hiçbir sebep görmüyorum. Güney Amerika’daki radikalleri desteklemeyi durdurmayacak. Eğer bir anlaşma olmazsa Husilere olan desteğini durdurmayacak. İran kendini güvende hissetmesi için bir şey karşılığında stratejik çalışmalarını durdurabilir.

Bu da daha çok ABD ve Avrupa devletlerinin kendi kararlarından feragat etmesine mi bağlı?

Bir kez daha ABD ve Avrupa’nın feragatının İran’ın feragatına bağlı olduğunu söylemek istiyorum. Bu müzakerelerle olur ve diplomaside konular bu şekildedir. Eğer karşı taraftan bir talebiniz varsa, karşılığında bir şeyler vermeniz lazım. Fakat bu diplomatik çabaların dışında ki karmaşık ve siyaseten güvenlir değiller, İran’a karşı savaş seçeneği hiç kimsenin çıkarına olmaz. Böyle bir durum bölgede istikrarsızlığa neden olacağı gibi onbinlerce, belki de yüzbinlerce insanın hayatına mal olur ve ayrıca bölgenin hatta dünyanın ekonomisine milyarlarca, trilyonlarca dolar zarar verir. Soruyorum şimdi, Biden yönetiminin İran’a karşı uyguladığı diplomatik yol doğru değilse peki hangi yol doğrudur? Savaşmak veya hiçbir şey yapmamak olduğunu sanmıyorum.

İran konusuna ara verelim ve biraz da daha çok Irak Kürdistan Bölgesi topraklarında cereyan eden Türkiye ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki çatışmalara değinelim. Bildiğiniz gibi iki taraf arasındaki çekişme tırmanmış ve bu tırmanış Kürdistan Bölgesi ile Irak’a da zarar veriyor. Çatışmalar nedeniyle suçsuz insanlar öldü, bölgedeki köyler boşaldı, doğa, çevre, tarım ve ekonomi zarar gördü. Sizce ABD bu krize bir çare bulmak için bir rol üstlenecek mi?

ABD’nin hiç bir rol üstlenemeyeceğini zannetmiyorum. Ben birkaç yıl Türkiye’de, Ankara’da görev yaptım. PKK ve PKK’nin kuzey Irak’taki operasyon merkezleri hakkındaki endişelerine dair Türk yetkililerle konuşmamız da oldu. Her ne kadar bu endişenin sınırları aştığını düşünsem de Türkiye’nin bir kısmı üzerinde doğrudan bir tehdit olduğu kanaatindeyim. Ayrıca PKK bir terör örgütü olarak siyaseten de Türkiye’deki tüm Kürt taraflar üzerinde katı bir kontrol kurmaya çalışmıştır. Bu siyasi tarafların PKK’nin siyasi çizgisinden uzaklaşmasını da istemiyorlar. Olması gereken şu ki ABD, Türkiye, Kürdistan Bölgesi ve Irak hükumetleri arasında arabulucu rolü oynamasıdır. Ayrıca, PKK’nin kuzey Irak’taki silahlı unsurları ve destekçilerine karşı daha fazla tavır sahibi olmalıdır ki bu unsurlar şehirlere, Mahmur’a gidip tedavi olabiliyor, barınabiliyor. Türkiye açısından PKK’nin silahlı unsurlarının, siyasilerinin kuzey Irak’ta serbestçe dolaştığını görmek ve onlara karşı hiçbir şey yapamadığını görmek ağırdır. Kürdistan Bölgesi ve Irak hükumetlerinin sınırların kontrolü konusunda daha sıkı bir tavırları olmalı ki elbette bu sadece ilk adımdır. Evet, Ankara ve Erbil ilişkileri iyidir fakat bu daha da ileri götürülmelidir. Ayrıca, Türkiye’nin de PKK sorununun çözümü konusunda Kürdistan Bölgesi ve Irak hükumetlerinin daha başka neler yapabileceğini bilmesi lazım. Bu basit bir sorun değil, çünkü PKK 30 yıldır Irak’ta. Yaklaşık 30 yıldan fazla bir süredir Türkiye’de kimi büyük kimi de düşük yoğunluklu terör eylemleri gerçekleştiriyor.

Türkiye’nin Irak Kürdistan Bölgesi ve kuzey Irak’ta 20 yıldır küçük askeri karakolları bulunuyor ve bu konudaki tavrını değiştirmesi zor görünüyor. Bağdat ve Erbil’in PKK’ye daha fazla baskı uygulamayı istemesi ve Türkiye’ye sınır ötesi saldırılar gerçekleştirmemesi konusunda caydırıcı olması gerekiyor ki doğrusu PKK bu dayatması nedeniyle Türkiye’deki siyasi Kürt taraflar üzerindeki etkisini yitirmekle karşı karşıya. Bazıları Türk partiler içerisinde faaliyet yürütmek ve hükumette daha fazla rol almak istiyor. Bu şekilde içerik olarak özellikle ülkenin güneydoğusunda Kürtleri gözardı eden politikaların değiştirilmesini istiyorlar. Türkiye’deki bazı Kürtlerle de konuşma deneyimimiz oldu. Özellikle de güneydoğudan Ankara, İstanbul, İzmir gibi şehirlere gelerek başarılı işlere imza atanlar ve yerel yönetimlere katılanlarla. Bazıları güvenlik kurumlarında da yer almış, polis ve orduya da katılmış. Bu kişiler kendilerini vatansever olarak tanıtıyorlardı ve aynı zamanda Kürttüler. Bu kişiler çalışmaları için iyi Kürtleri arıyorlardı. Bu, çoğu Türklerin de kabul ettiği bir görüştür. Bu tür faaliyetlerin başarılı olmadığı tek bölge güneydoğudur ki bölgedeki Kürtlerin durumu çok kötü. Buralarda PKK’nin etkisi de çok fazla. Türkiye’de Erdoğan’dan önce bir biri ardına gelen hükumetlerin tümü ülkenin güney doğusunda PKK sorununu zor yolu ile çözerek sınırları ihlal etmesine izin vermeyeceklerini açıklamıştı. Ankara meseleye böyle bakıyor. Fakat mesele Türkiye’nin siyaseti ile alakalıdır, Türkiye’deki Kürt vatandaşları ülkenin siyasetine pozitif katılımını sağlamakla ilgilidir. PKK sorunu ile doğrudan mücadele edebilmek, Irak’tan Türkiye’ye yönelik saldırılarını azaltmak için Türkiye’nin Irak ve Kürdistan Bölgesi hükumetleri ile doğrudan çalışması gerekiyor. 

Sizinle söyleşi yapmak istediğim başka bir konu da Ekim 2017’de yaşanan olaylardır ki siz o süreçte Büyükelçiydiniz. Ekim 2017’de Heşdi Şabi kuvvetleri Kerkük, Şengal, Hanekin ve Musul ovasını işgal etti. Kendiniz de biliyorsunuz ki o bölgeler Irak Anayasasının 140’ıncı Maddesinde “Tartışmalı Bölgeler” olarak tanımlanıyor.  Ancak Ekim 2017’de olaylar nedeniyle uygulanması askıya alındı ve bu bölgelerde Araplaştırma süreci başladı. Sizde bu bölgelerdeki durumun normalleştirilmesi ve 140’ıncı Maddenin uygulamaya geçmesi konusunda ABD’nin rolü nedir?

Bence en önemli şey, gelecekteki adımın ne olacağı konusunda Kürtlerin belirli ve ortak bir tavrının olmasıdır. Bir çok kişi bundan bahsetti, Mam Celal’in yıllar önce yaptığı diğer önerilere dönüp bakalım ki 140’ıncı Maddeyi tanımlayabilelim. Fakat sorun şu ki, 140’ın Maddenin uygulanma süreci ile ilgili Kürtlerin dahi ortak bir uzlaşması yok, Sünni, Türkmen veya Hristiyan toplumlarının olmadığı gibi. Sanırım Irak’ın kendi içinde bir diyaloğu olmalı ve bence ABD bu diyaloğun başlamasına sebep olabilir. Fakat gerçekçi olmak gerekirse, ABD’de bu konu hakkında en iyi çalışmaları özel sektör yapmıştır. Yani hükumete ait olmayan araştırma merkezleri. Örneğin ABD Barış Enstitüsü, Kerkük’teki siyasi tablonun veya kentteki bileşenler arasındaki ilişkilerin nasıl değiştirilmesi gerektiği üzerine çalışmıştır.  Bu çok zor bir bölgede, tüm yerleşimcilerinin yer edinmesini sağlamak adına gösterilen küçük bir çabadır. Doğrusu Ekim 2017’de yaşananlar Eylül’de gerçekleştirilen bağımsızlık referandumunun devamıydı. 2017 yazında bir grup Iraklı siyasetçi ile görüşmeler yaptık, bağımsızlık referandumu hakkında kendilerine sorular sordum. Bir kısmı, “gerçeği bizim için önemli değil, onlar Irak’ın bir parçası olmak istemiyorlar, bizim de onlara ihtiyacımız yok” dediler.

Referandumdan sonra ve sanırım Ekim olaylarından sonra da onlardan birileri ile konuştum, görüşleri değişmişti. “Kürtler Irak’ın bazı bölgelerini almak istiyor, Kerkük’ü, Ninova’nın bir bölümünü almak istiyorlardı, bu nedenle referandum meşru değildi” diyorlardı. Doğrusu olması gereken ve gerekli olan Kürt taraflar arasında ne görmek istediklerine dair ortak bir anlaşmaydı. Ayrıca, bu konu ve 140’ıncı Madde’nin önemi hakkında Erbil ile Bağdat arasında ve ilgili taraflar arasında bir müzakere olmalıydı. Çünkü 140’ıncı Madde sadece Duhok ile Ninova sınırları arasındaki bölgeleri etkilemiyor, Kerbela ve Anbar sınırlarını da etkiliyor, Musenna, Basra ve hatta diğer bölgeleri de etkiliyor. Etkili bir diyalog olursa, Irak vatandaşlarının çöğu iç sorun çerçevesinde konuyu ele alıyor. O zaman bazı vilayet sınırların değiştirilmesi yerine daha kolay çözümler bulmak mümkün olabilir. Mesele sadece Kürdistan Bölgesi ile Irak sınırları üzerine yoğunlaşmayacak ise. Bu yüzden mesele çok karmaşık ve Iraklıların mesele hakkında diyalog içerisinde olması gerekiyor. Çünkü konu sadece Kürdistan sorunu değil, çok daha karışık bir mesele. Sebep de şu ki Kürtler gelecek için daha kapsamlı bir otonomi veya  bağımsızlık istiyor.

O günlere dönelim. ABD’nin Irak Büyükelçiliği olarak 16 Ekim’de neler yaşanacağından önceden haberdar mıydınız?

Daha sonra neler yaşanacağını bilmiyorduk. Hatta Irak hükumet yetkililerinin çoğu da neler yaşanacağını bilmiyordu. Görünen o ki hareket Heşdi Şabi tarafından başlatıldı, İran da destek verdi. 25 Eylül’deki bağımsızlık referandumundan intikam alırcasına yapıldı. Olaylar yaşandığında, size açıkça söyleyeyim, Başbakan’a ve Irak ordusundan dostlarımıza baskı yaparak ordunun bu duruma müdahale etmemesi için çaba sarfettik, hükumet aracılığıyla Heşdi Şabi’ye de baskı uyguladık. O dönem Heşdi Şabi’den bazı yetkililerle bizzat görüşerek kuvvetlerinin yerinde kalması için baskı yaptım. Fakat hiç bir şekilde ABD’nin bu olayda parmağı yoktu ve hazırlanan plandan da haberdar değildi. Bizim yaptığımız zararın azaltılması ve kaosun son bulmasını sağlayacak iç diyaloğun başlatılması, Heşdi Şabi’nin ele geçirdiği bölgelerde yaşayan insanların normal hayatlarına dönmelerini sağlamak için çaba göstermekti.

Fakat o süreçte ABD’li yetkililer bu askeri harekatın daha önceden planlanmış olağan bir harekat olduğu şeklindeki açıklamalarını hatırlıyoruz.

Doğrusu ben böyle bir açıklamayı hatırlamıyorum. Heşdi Şabi’nin böyle bir hareket planı yaptığından haberdar olduğumuzu da hatırlamıyorum. Irak’ın Kerkük çevresinde bir askeri hareketlilik içinde olduğunu biliyorduk, fakat Kerkük ve Diyala’daki askeri hareket hakkında yüzeysel bilgilere sahiptik.

Peki siz ABD’nin bu askeri harekatı durdurma konusunda bir planı olması gerektiğini düşünüyor muydunuz?

Bir kez daha yineliyorum, bu askeri harekat referanduma bir yanıt şeklindeydi. Kürdistan Bölgesi’nin referandumu başka bir yöntemle gerçekleştirmesi için ABD çaba sarfetti. Referandumdan önce Kürtlerin ne istediğine dair daha ayrıntılı bir plana ihtiyaç olduğu şeklinde öneride bulunduk. Referandumun amaçladığı Kürt devletinin sınırları nereler olacaktı? Kürt devleti nasıl bir forma sahip olacaktı. Uluslararası toplum içerisinde Kürt devletini destekleyen kimler bu durumdan haberdardı? Referandumun uluslararası toplumla işbirliği halinde yapılabilmesi için daha fazla ayrıntıya ihtiyacı vardı. Daha önceki örneklerine bakacak olursak, örneğin Uganda, Kosova ve Güney Sudan’a, bu ülkelerdeki bağımsızlık hareketlerinin uluslararası toplumla yakından işbirliği vardı, en azından ABD veya Avrupa ülkeleri ile. Kosova ve Güney Sudan örneklerinde daha kapsamlı bir koordinasyon vardı. Yıllarca bunun için plan hazırlandı. Çünkü sınırları belirlerken, iktidar sistemini belirlerken ülkenin politikasının, ekonomisinin nasıl olacağını belirlemelisiniz. O bölgede farklı bileşenlerin olduğunu anlamalısınız. Örneğin Kürdistan dosyasında, bağımsız bir Kürdistan’da Ezidi, Hrisitiyan, Türkmen, Arap ve Şabekleri nasıl yerleştireceksiniz? Tüm bunları harekete geçmeden önce müzakere etmeli, açığa kavuşturmalısınız. Ancak yapılan acele ile gerçekleştirilen bir referandum oldu.

O süreçte bazı Şii internet siteleri sizin adınıza bri makale yayımladı. Güya siz Amerika’dan Seyid Ali Sistani’yi, İslam dinini ve özellikle de Şiiliği ortadan kaldırmasını istemişsiniz. Bu nedenle bazı Şii politikacılar sizi hedef aldı, size karşı yazılar yazı, açıklamalar yaptı. Bu makale sahte miydi, böyle bir şey var mıydı?

Bu çok temelsiz bir propagandaydı. Özellikle Ayetullah Sistani’ye karşı büyük saygım var ve onu büyük bri dini lider olarak görüyorum. Dünya genelinde milyonlarca Şii onu kendilerine ışık ve ilham kaynağı olarak görüyor. Sanırım bu ABD’yi suçlamak için, çoğunluğu Şii olan Irak’ta ABD’ye karşı kışkırtma ve ayaklanma oluşturmak için planlanan bir girişimdi. Çok iyi hatırlıyorum, 2018-2019 yıllarında gösteriler İran’a karşıydı, gündeydeki Şiiler, sokaklarda dolanan ve işleri karıştıran Şii milislere karşı seslerini yükselttiler. Ayrıca İran’dan gelen, Basra ve çevresinde kaçak yollarla uyuşturucu madde geçiren suçlulara karşıydılar. 2018 yılında İran’ın Basra Konsolosluğu ile Heşdi Şabi’ye bağlı Şii milislere ait ofislerin çoğunu yaktılar. Belirttiğim gibi, Ayetullah Sistani ve Irak’taki Şiilere büyük sayı duyuyorum. Çünkü dini inançları barış temelinde kurulmuş, tüm dünya halkları için en iyi olanını istiyorlar. Din bir yerde istismar ediliyorsa sadece orada bir askeri kuruluşla sorun yaşayabiliriz, çünkü inanışını bu şekilde ifade etmektedir. Aynı şekilde Sünni İslam’a da saygı duyuyoruz. Ancak IŞİD’e, El Kaide’ye karşı mücadele ettik. Çünkü onlar kendi otoritelerini, servetlerini genişletmek, kendi görüşlerini halka dayatmak için İslam’ı siyasi bir üslupla kullanıyorlar.

(Rudaw)