Altan Tan: Kürtlerin HDP'ye açtığı kredi, PKK'nin silahlı çizgisinin dışında
Bir dönem HDP milletvekilliği de yapan araştırmacı yazar ve aynı zamanda muhafazakar siyasetçi Altan Tan, “PKK’nin Ortadoğu’da bir konumu var. ve PKK’yi Ortadoğu’da kendi siyasi hedefleri doğrultusunda götürmek isteyen uluslararası güçler var” dedi.
Altan Tan, devlet içerisinde PKK’nin silah bırakmasını istemeyen güçlerin olduğunu söyledi.
Türkiye eninde sonunda Kürtlerin Suriye’de meşru siyasi statüsüne razı olmak zorunda olduğunu söyleyen Tan, “Ama PKK’nin de Türkiye’de silah bırakıp oradaki yapıda da Türkiye’ye düşman değil, aynen Kürdistan Bölgesel Yönetiminde Irak’ta olduğu gibi Türkiye ile dost ve iyi ilişkiler içerisinde olan bir yapıya gelmesi lazım” ifadelerini kullandı.
Altan Tan, Türkiye’de Kürt siyasetinin durumunu, bu süreçte çözüm konusunda yaşanan tıkanmayı, hendek olaylarını, Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerine kayyum atanmasını, güvenli bölge meselesi ve yeni parti çalışmaları hakkındaki görüşlerini Rûdaw’a anlattı.
Bu aralar sesiniz pek duyulmadı. Ama bu aralar yavaş yavaş konuşmaya ve diliniz döndüğünce siyaseti yorumlamaya, çevrenizi gözlemlemeye başladınız. Altan Tan siyasetten çekilmedi, değil mi?
Bizim gibi insanların siyasi hayatı bitmez. Fakat insanlar politika ile siyaseti birbirine karşıtırıyorlar. Politika aktif olarak bir partide görev almak, aday olmak, milletvekilliği, parti başkanlığı veya belediye başkanlığı yapmaktır. Siyaset ise bir fikri, düşünce ve eylem anlamında bir mevki veya makamı olmaksızın savunmaktır. Bu anlamda ölene kadar benim siyasi hayatım bitmez. Ama ara verdiğim politik hayattır. Kendi fikirlerime uygun, kendi siyasi çizgime uygun şu an bir siyasi parti olmadığı için herhangi bir siyasi partide görevim yok. Ama siyasi çalışmalarım devam ediyor.
Ama bu yönde siyasi çalışmalara kapınız açık. Kendi siyasi çizginize, fikir ve ideolojinize uygun bir parti ortaya çıkarsa tekrar siyaset yaparım diyorsunuz?
Tabi, kesinlikle bu siyasi çizgimiz politik sahada da devam eder.
Yani her ne kadar aktif olarak siyaset içerisinde olmasanız bile bazı söylemleriniz hem Türkiye kamuoyunda hem de Kürt kamuoyunda çok geniş bir yer tutuyor. Yani böyle bir temsil kabiliyetiniz var. En son 1 Eylül’de Öcalan’ın PKK’ye silah bıraktırma çağrısı yapacağı şeklinde bir beyanatınız oldu. Bu açıklama bir heyecan da yarattı. Ancak biz daha sonra kayyum dalgaları gördük. Bu açıklamanız bir tespit miydi, bir kaynaktan alınmış bilgi miydi?
Öcalan’ın 1 Eylül’de böyle bir çağrı yapacağını sadece ben söylemedim. Benim gibi bu konu ile ilkgilenen birçok kişi de söyledi. Bu benim bizzat gözümle gördüğüm ve kulağımla duyduğum bir iddia değil. Bunların söylediği şu; İmralı’da devlet ve AK Parti yetkilileri ile Öcalan arasında görüşmeler var ki bu görüşmelerin bir kısmı basına da sızdı. İstanbul seçimleri ile ilgili avukatlar aracılığıyla mektuplar geldi. “Öcalan’ın böyle bir hazırlığı var. 1 Eylül’de silah bırakma çağırısında bulunacak, Türkiye Suriye’de Kürtlerin bir siyasal statü sahibi olmalarına razı olacak. PKK de Türkiye’de silah bırakacak.” İşin özeti buydu. Fakat yine aynı kaynakların iddiasına göre, deniliyor ki Kandil bu teklife veya bu hadiseye sıcak bakmadı, olumlu görmedi. Bu, zamanlama veya dış kaynaklardan dolayı olabilir. Bu konuda Ankara’da yorum çok. Kandil’den olumlu bir cevap gelmeyince de hem İmralı’dan bu çağrı yapılmadı, hem de devlet ve hükümet daha da sertleşti. Zaten sizde söylediniz; kayyum operasyonları bu söylentilerden sonra oldu. Şu anda da hükümetin siyaseti daha da sert bir dil üzerine kuruldu. Mesela şu an Öcalan’ın HDP’yi yeniden dizayn edeceği, HDP’nin bu klasik sol çizgiden daha geleneksel Kürt milli değerlerine yakın, bizim “Kurdevari” dediğimiz çizgiye doğru evrileceği ile ilgili çok sayıda spekülasyon var. ama bunların ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış bilmiyoruz.
Bu söyledikleriniz HDP heyetinin Kürdistan Bölgesi’ni ve Sayın Barzani’yi ziyareti ile ilgili olabilir mi?
Benim birinci elden bir bilgim yok bu konuda.
Sizce AK Parti hükümeti HDP’nin böyle bir çizgiye gelmesini ister mi?
Şimdi birincisi bunu Kürtler istiyor. Yani her renkten Kürtlerin istediği HDP’nin öncelikle Kürtlerin sorunları ile ilgilenmesi. Niye? Çünkü HDP’yi var eden asıl sebep Kürt sorunudur. Yani esas sorun din, İslam, sosyalizm, marksizim, liberalizm veya başka bir şey olsa, Türkiye’de buna tekabül eden partiler var. Kürtlerden bu partilerde yer alan çok sayıda insan da var. Ama Kürtlerin HDP’ye açtığı kredinin esası PKK’nin bu silahlı çizgisinin ötesinde demokratik, siyasal bir kanalda Kürtlerin temsil edilmesi temeline dayanıyor. Asıl mesele bu. Dolayısıyla dindar Kürt de HDP’nin Kurdevari olmasını istiyor, laik Kürt de bunu istiyor. Büyük bir çoğunluk silahların susmasını istiyor, silahların devrinin artık bittiğini söylüyor ve HDP’nin öncelikle Kürtlerin temsilcisi olmasını istiyor. Tabi Türkiye’nin ekonomi, sağlık vb sorunları daha sonra geliyor. Her dönemde bunlar istendi ama son dönemde HDP siyaseti Kürtlerin temel taleplerinden öte sol, sosyalist, marksist ve ideolojik bir çizgiye girdi. Kimse sosyalistler, solcular olmasın demiyor. Kürtlerin içerisinde de solcu, sosyalistler, liberaller ve her kesimden insanlar var. ama partinin ana ekseni sol, sosyalist, marksist olduğu vakit bu düşüncede olmayan Kürtler kendilerini o partide yabancı hissederler. Bir de son olarak Türkiye’de ikili bir ittifak oluştu. Yüzde elli bir tarafta yüzde elli bir tarafta. Hükümet Kürtlerin AK Parti karşıtı ittifakta yer almasını istemiyor, bu çok açık. Yani AK Parti de, devlet de Kürtlerin en azından belli bir kısmının AK Parti ittifakında yer almasını istiyor. Dolayısıyla senaryolar çok, herkes kendi tarafına çekmek istiyor. Biz tabi oraya buraya çekilsin derdinde değiliz.
Sayın Tan, şu anki haliyle HDP’nin siyaset yapma kabiliyetini nasıl değerlendiriyorsunuz?
HDP şu anda çok sıkışmış durumda. Silahlar susmadığı müddetçe, PKK Türkiye’de silahlı eylemlerini durdurmadığı müddetçe HDP çok sıkışır ve çok sıkışmış bir durumda. Ve bu sıkışıklıkta siyaset yapabilme imkanı yok. Çünkü sürekli o silah siyasetin üstünde bir rol üstleniyor. Siyasetin önünde ve üstünde bir rolü olduğu müddetçe de politikacının söylediği laflar havada kalır. Yani HDP’nin siyaset yapabilmesi için, alanını genişletebilmesi için, kendisini ifade edebilmesi için öncelikle Türkiye’de silah döneminin bitmesi gerekiyor.
Peki PKK neden silahta ısrar ediyor?
Tabi bu çok ince bir mevzu. Bu ince mevzu üzerinde konuştuğunuz vakit de çok büyük tepkiler alıyorsunuz. Ben bu tepkileri alanlardan biriyim. Çünkü yıllardır silahın dönemi bitti diyorum. Birincisi; bugün PKK’nin Ortadoğu’da bir konumu var. ve PKK’yi Ortadoğu’da kendi siyasi hedefleri doğrultusunda götürmek isteyen uluslararası güçler var. ABD’sinden İran’ına ve Suriye rejimine kadar. Bir defa bunların silahların susmasını istemesi lazım. İkincisi; bunu yıllardır söylüyorum ben, ve içeriden bu defa, tam karşı taraftan, İslami çevrelerden ve devletten büyük tepki alıyorum, devletin içerisinde PKK’nin silah bırakmasını istemeyenler var. Bakın bu çok önemli bir mevzudur. Hangi ekiptir, hangi güçlerdir? Tarih içerisinde bunlar çok tartışıldı. Devlet içerisinde PKK’nin silah bırakmasını istemeyen güçler var. Çünkü silahlar sustuğu an bu günün demokratik dünyasında Kürtlerin meşru taleplerinin mutlaka karşılanması lazım, kimse bunun önünde duramaz. 80 milletvekili ve 102 belediyeye ulaşıldı. Bu, devletin içerisinde Kürtleri asimile etmek isteyen, Kürtlerin haklarını vermek istemeyen bir kesimi çok korkuttu. Ve bunlar tekrar silahı, şiddeti, terör eylemlerini gerekçe göstererek, “bakın işte Kürt meselesi dediğiniz şiddettir, silahtır, terördür” diyerek bir kamuoyu oluşturmaya çalıştılar.
Bahsettiğiniz nokta çok önemli. Türkiye devleti içerisinde silahlı çatışmaların devam etmesini isteyen bir grubun varlığından veya bir anlayıştan bahsediyorsunuz. Sizce sayın Erdoğan bunun farkında mıdır?
Vallahi ne kadar farkındadır bilmiyorum. Ama şu an sayın Tayyip Erdoğan’ın nezdinde AK Parti ile MHP ittifakıyla, devletin güvenlikçi politikaların teslim olmuş durumda. Bunu sadece ben söylemiyorum. Uzun yıllar o partide bakanlık yapmış, başbakanlık, meclis başkanlığı yapmış birçok insan söylüyor. Yani sayın Abdullah Gül de, Ali Babacan da, Ahmet Davutoğlu ve birçok kişi söylüyor. AK Parti devletin güvenlikçi politikalarına teslim olmuş durumda ve sadece Kürt meselesiyle ilgili değil, Türkiye’yi ilgilendiren diğer konularda da demokratikleşme ve özgürlükler rafa kalkmış durumda.
Bu durum nereye varacak? Bu konuda öngörünüz nedir?
Tabi bu iyi bir noktaya varmaz. Ekonomik açıdan da, siyasal açıdan da, kültürel açıdan da iyi bir yere varmaz. Türkiye’nin mutlaka en kısa zamanda iç barışını sağlaması gerekiyor. sonrasında da dış barışını sağlaması lazım. Bunda da en önemli noktalardan biri Kürt sorunudur, hem Türkiye’nin içindeki Kürtlerle ilgili, hem de Suriye, Irak ve İran’daki Kürtlerle ilgili doğru bir siyaset ve ilişki biçiminin, politikasının olması lazım.
Hükümet çözüm sürecinde birçok tölerans tanıdığını, birçok fırsat verip kapı açtığını söylüyor. Ama buna karşın diğer tarafın hendek kazdığını, silahlı bir mücadelenin hazırlığını yaptığını belirtiyor. Her ne kadar karşı taraf bu duruma farklı baksa da böyle bir algı var. Sayın Ahmet Türk bu hendek meselesine karşı çıktığını belirtti. Böyle bir hafıza var mıdır sizce?
Bugün cep telefonunuzda internete girdiğinizde kimin ne dediği, ne yaptığı hepsi mevcut. O dönemde bu konuları en fazla ben dile getirdim. İlk günden itibaren hendeklerin, PKK’nin bu eylemlerinin çok büyük yanış olduğunu, Türkiye’yi iç savaşa götürme senaryosu olduğunu Türkiye’nin beş büyük gazetesinde tam sayfa röportajlarım yayınlandı, orada söyledim.
Kendi kendinize “ben haklı çıktım” diyor musunuz? Yani hendeklerden sonra Kürtler ne kaybetti?
Maalesef, Kürtler Türkiye’de demokratik zemindeki bütün kazanımlarını kaybettiler. Fakat kapalı kapılar arkasında ne konuşuldu bilmiyorum. Yani Sayın Ahmet Türk veya başkaları, kapalı kapılar arkasında Kürt siyaseti yetkililerine ne söylediler, neler tartıştılar bilmiyorum. Ama kamuoyu önünde açıkça televizyonlarda, gazetelerde, mecliste konuşan tek kişiydim, tek kaldım ben. Bunu iddia ediyorum, tek kaldım. Ve bu arkadaşlarımdan hiç biri bana telefonla dahi destek vermedi. Yani telefon üzerinden bana “Altan bey doğru söylüyorsunuz, birlikte hareket edip bu işi engelleyelim” demedi.
Peki bugün size haklı çıktığınızı söyleyen var mı?
Malesef bu da yok. Yani bir çokları çıkıp diyor ki işte ilk olarak ben konuştum. Peki nerede ve ne zaman konuştun? Tekrar söylüyorum; kapalı kapılar ardındaki konuşmaları saymıyorum. Legal, medya ve televizyonda kimse konuşmadı. Bir örnek vereyim, çünkü polemik mevzusudur; hendek meselesi bittikten yaklaşık bir buçuk yıl sonra Sırrı Süreyya Önder mecliste bir konuşma yaptı. Dedi ki, “Hendekler ilk kazıldığı vakit Abdullah Öcalan, ‘Bu hendekler devletin egemenlik hakkına tecavüzdür. İdris Baluken gidecek, bu hendekleri kim kazıyorsa, kim kazdırıyorsa bunlara benim mesajımı iletecek ve bu hendekleri kapatacak’ dedi. Biz de sorduk; “Sırrı bey, madem siz Öcalan’dan böyle bir mesaj aldınız, neden mesajı aldığınız gün açıklamadınız?” Yani siz o kosterden, gemiden indiğiniz gün bir basın toplantısı yaparak, “Sayın Öcalan bize bunları şunları söyledi” diye anlatıyorsunuz hep. Bunu niye anlatmadınız? Niye bu mesajı bütün halkın duymasını istemediniz, neden iş işten geçtikten, her yer yakılıp yıkıldıktan bir buçuk yıl sonra meclis kürsüsünden söylüyorsunuz? Bunun zabıtları var. Dolayısıyla, gününde ve zamanında konuşulmayan hiçbir sözün kıymeti harbiyesi yok. Ben bu vazifeyi yerine getirdiğim kanaatindeyim. Fakat yalnız kaldım, dışlandım hatta, belli bir kesim tarafından linç edildim ve yalnızlaştırıldım.
Bir taraftan da çocuklarının HDP eliyle dağdan getirilmesini talep eden ailelerin eylemi var. Her ne kadar HDP’liler bunu bir senaryo şeklinde değerlendirse ve yönlendirildiklerini belirtse de ortada bir eylem var. siz bu aileleri gördüğünüzde ne hissediyorsunuz?
Bu konuda da ben 4-5 yıl evvel konuştum. Devletin desteği ile olabilir, kugudur diyorlar ya. Ama işin bir özü de var. Yani propaganda kısmı farklı, devlet, AK Parti ve Kürt karşıtı çevreler bunu kullanıyor, köpürtüyor ve organize ediyor olabilir, bu başka bir tartışma. Ama aynı eylem yıllar önce büyükşehir belediyesi önünde olmuştu. Ben çıkıp şunu söyledim; 13-14 yaşındaki çocuğun yeri anasının kucağı, babasının evidir, dağda işi yok. Yani dağa gitme, silahlı mücadele bugün artık bitmiştir. Bu artık gidilecek yol değildir. Bunu 2013 Newroz’unda bizzat Abdullah Öcalan söyledi. Bu ayrı bir tartışma. Ama 13-14-15 yaşındaki yeni yetme delikanlıların dağda işi yoktur. Bunun mutlaka önlenmesi lazım.
Bir de kayyumlar meselesi var. Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediyelerine kayyum atandı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu asla haklı ve doğru bir iş olarak kabul edilemez. Bağlar belediyesinde yüzde 70’in üzerinde oy almış birini görevden alarak yüzde 25 oy alan birini getirip belediye başkanı yapıyorsunuz, veya hiç oy almamış birini getirip yerine koyuyorsunuz. Bu kabul edilemez.
Sorum şu; devlet kayyum atayarak HDP’yi zayıflatır mı?
Ben kuvvetlendirdiği kanaatindeyim. Yani devlet bu şekilde müdahale ettiği müddetçe Kürt siyasetinde de yanlış yapanların yanlışları görülmüyor ve doğru olarak kabul ediliyor. Çünkü halk haksızlığa karşı çıkıyor. Mağdura destek veriyor. Devletin yaptıkları HDP’ye köstek değil, destektir.
ABD ile Türkiye’nin üzerinde çalıştıkları bir güvenli bölge konusu var. Akçakale’de Ortak Harekat Merkezi kuruldu. Ortak devriyeler geziyor. Sizce Türkiye buradan ne kazanır?
Şimdi ABD Suriye’de var olmak istiyor ve bunu Kürtler üzerinden yapıyor. Bu çok açık. Türkiye de Kürtlerin statüsünü tanımıyor. Yani yeni bir Suriye kurulacak ve orada Kürtlerin bir statüsü olacak. Türkiye PKK’nin varlığını bahane ederek Kürtlerin orada bir statü sahibi olmalarını engelliyor. Biz de devlete şunu söylüyoruz; sizin PKK ile mücadeleniz veya PKK’nin yanlışları farklı bir mevzu, Kürtlerin haklı hakları ve statüsü ayrı bir mevzu. Türkiye eninde sonunda Kürtlerin Suriye’de meşru siyasi statüsüne razı olmak zorunda. Ama PKK’nin de Türkiye’de silah bırakıp oradaki yapıda da Türkiye’ye düşman değil, aynen Kürdistan Bölgesel Yönetiminde Irak’ta olduğu gibi Türkiye ile dost ve iyi ilişkiler içerisinde olan bir yapıya gelmesi lazım. ABD’ye gelince ne onlar Türkiye’den vazgeçebilir, ne de Türkiye ABD’den vazgeçebilir. Ama bugün olup bitenler günü kurtarmaktır. Yani bir büyük proje, bir doğru düzgün anlaşmanın parçası değil.
Son bir sorum olacak. Herkes merak ediyor. Sözlerinizin kamuoyunda bir karşılığı ve aksi var. Yeni parti kurma çalışması yürüten Davutoğlu, Abdullah Gül, Ali Babacan’dan bir teklif aldınız mı_ Siz de bu sürecin içerisinde misiniz?
Ben şu an ismi geçen siyasetçileri çoktandır tanıyorum. Bazılarını, yani Sayın Davutoğlu’nu kırk yıldır tanıyorum. Öbürlerini yirmi-otuz yıldır tanıyorum. Ama şu ana kadar, hatta son beş yılı da katarak söylüyorum, bu isimlerden hiç biri ile yüzyüze bir görüşmem olmadı. Ama Türkiye’deki bütün yeni oluşumlara, demokratik çözüm alternatiflerine ve yapılara açığım. Bunları takip ediyorum. Bunların içerisinde yer alan çok sayıda arkadaşım var, gelip gidiyorlar, görüşüyorlar. Bizim de bu yeni süreçte aktif olmamızı istiyorlar. Ama ben şu ana kadar hiç kimse ile bir görüşme yapmış değilim.