Ahmet Türk: Sırrı Süreyya Önder’in açıklamasını hayretle karşıladım
Siyasetin sıcak başlıklarını değerlendiren deneyimli siyasetçi Ahmet Türk, muhalefeti suni gündemlerin peşine takılmakla eleştirdi. “Devrimci ruh ve çalışma birçok şeyi değiştirir” diyen Türk, Kürtlere de “İlkeler etrafında bir araya gelinmeli” çağrısı yaptı.
Mardin Büyükşehir Belediye Eşbaşkanıyken yerine kayyım atanan deneyimli Kürt siyasetçi Ahmet Türk ile gündemdeki sıcak gelişmeleri MA / Ahmet Kanbal’a konuştu. Mezopotamya Ajansı’nın sorularını yanıtlayan Türk, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 21 yılın ardından yaptığı telefon görüşmesinde verdiği mesajları, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “Türkiye Masası” çağrısı sonrası başlayan tartışmaları, yeniden gündeme getirilen darbe söylemlerini, erken seçimi, HDP’li belediyelere kayyım atanmasını, Irak Federe Kürdistan Bölgesi’ndeki Zînî Wertê’ye pêşmerge güçlerinin kaydırılmasını ve Kürt ulusal birliğini değerlendirdi.
Bizim ne İyi Parti’den ne iktidardan fazla bir beklentimiz yok. Ekonomik sıkıntının ve koronavirüsün olduğu bir dönemde, iktidarın kendisine can simidi olarak görebileceği zamansız bir tartışmayı çok doğru bulmadım.
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “Türkiye Masası” çağrısı yaparken, HDP’yi dahil etmemesi sonrası Sırrı Süreyya Önder’in “Bize aracı gönderdiler” açıklaması oldu. Yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu açıklamayı (Sırrı Süreyya Önder’in açıklaması) hayretle karşıladım. Siyasette saklı kalması gereken bazı şeyler vardır. Şahsen bu dönemlerde yerelde politika yaptığım için böyle bir ilişkinin olup olmadığı konusunda bir şey söyleyemem. Buna şahit olmadım. Ayrıca bugün iktidarın eline bu gibi kozları vermek, suni bir gündem yaratmak için de böyle bir açıklamayı çok yerinde ve zamanında bulmadım. Bundan dolayı da biraz rahatsızlığımı da ifade ettim. Çünkü siyaset öyle bir şey ki; gerçekten gelecekle ilgili, projelerle ilgili, demokrasi talepleriyle ilgili anlaşmamız gereken bir şey. Zaten bizim ne İyi Parti’den ne iktidardan fazla bir beklentimiz yok. Bizim aradığımız ortak demokratik değerler etrafında buluşacak olan kesimi güçlü bir hale getirmek. Onlarla bir diyalog ortamını yaratmak ve Türkiye’nin geleceğini, değişim ve dönüşümü sağlamaya yönelik projeler ortaya koymak. Bu konuda çalışmalar yapmaktır.
Bunun dışındaki gelişmeler siyasette çok prim yapacak şeyler değil. Ancak başkalarının işine yarayacak söz ve söylemlerdir. Bu konuda arkadaşlarımızın her şeyi hesaplayarak açıklamalar yapması istiyorum. Sırrı Süreyya’nın gerçekten önemli bir emeği olmuştur bu partide, büyük bir çabası olmuştur. Ama böyle bir süreçte ekonomik sıkıntının olduğu, koronavirüsün olduğu, iktidarın adeta insanları aç bıraktığı bir dönemde böyle bir tartışmayı ve böyle bir gündem yaratılmasını, gündemi saptırmaya dönük, bilinçli olarak değil ama iktidarın kendisine can simidi olarak görebileceği zamansız bir tartışmayı çok doğru bulmadım ve böyle bir tartışmanın da içinde olmadım. Bununla ilgili de herhangi bir bilgiye de sahip değilim.
İktidar, tıkandığı, halkın bugün yoksulluğa ve açlığa mahkum olduğu bir dönemde her gün farklı bir şeyleri yaratarak, gündemi saptırarak bu işi götürmeye çalışıyor. Mesela bugüne kadar kimse darbeden söz etmiş değil ve darbeyi destekleyecek hiçbir şey yok Türkiye’de. Herkes darbeye karşı ama bugün bir darbe meselesini gündeme getirerek, bugünkü durumu saklamaya ve halkın koronavirüs ile ilgili ekonomik krizle ilgili beklentilerini farklı bir noktaya çekmeye yönelik bir amaç güttüğünü görüyoruz.
Erken seçim tartışmaları da suni gündem mi yoksa bu yönde bir hazırlık olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu aşamada erken seçim ile ilgili bir hazırlık olduğunu düşünmüyorum. Tabii ki Türkiye’de çok önemli gelişmeler olur, farklı şeyler olur ve birdenbire gündeme oturabilir. Ama bu aşamada böyle bir hazırlığın, ciddi bir hazırlığın yapıldığını düşünmüyorum. Darbeler konusunda da kimse bunu kullanmasın. Bugüne kadar hep darbelere biz karşı çıktık. 12 Eylül Darbesi Kürtlere yönelikti. 1971 yılında yapılan darbede Kürt aydınlarını, Kürt gençlerini cezaevine ve zindanlara atıldı. Yani darbeden hep Kürtler en büyük zararı gördü. Biz bu nedenle hep darbelere karşı çıktık ve demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti savunarak bugüne kadar siyasetimizi yürüttük. Bugün partimizde aynı düşüncelerle aynı çaba içinde darbelere karşı her zaman görüşünü ortaya koymuştur.
Demokratik değerler etrafında buluşmayı esas alıyoruz. Bizim birileri ile ortak seçime girme gibi bir ihtiyacımız yok. Ama değerler etrafında buluşmalı ve bu değerleri de savunma konusunda ortak hareket etmemiz gerekiyor.
İktidarın salgın sürecini fırsata dönüştürdüğü yönünde de eleştiriler var. Muhalefetin tavrı yeterli bir tavır mı? Muhalefet neyi bekliyor?
Bir felaketi, bir musibeti bile siyasi ranta dönüştürmeye çalışan bir anlayış ile karşı karşıyayız. Bu çok üzücü bir durum ve bunu çok açık görüyoruz. Oysa burada ortak akılla hareket edilmesi gerekirken, iktidar bu süreci siyasi ranta dönüştürmek için bir çalışma gösteriyor ve muhalifleri sindirmeye, susturmaya ve bu süreçte insanlara yardımlaşma kapılarını kapatmaya yönelik bir mantıkla hareket ediyor. Türkiye’de muhalefet gerçekten sadece bu koronavirüs ile ilgili değil her dönem kaçak güreşti. Kürtlerle arasında bir mesafe koymaya çalıştı. Oysaki eğer gerçekten demokratik bir Türkiye yaratmak istiyorsak, demokrasiye inanan, vicdan sahibi olan insanları ve değişim dönüşüm isteyenleri bir araya getirmenin çabası içinde olmalıyız. Ama iktidarının en ufak bir eleştirisi karşısında geri adım attıklarını görüyoruz ve Kürtlerle arasına bir mesafe koymaya çalışıyorlar. Tabii ki böyle bir mantıkla bu ülkede demokrasiyi kalıcı hale getirmek, değişim dönüşüm sağlamak mümkün değildir.
Biz farklılıkları bir zenginlik sayan herkesin kimliğini kültürünü adalet ve eşitlik ilkelerine bağlı bir demokratik muhalefetin oluşması için çaba gösteriyoruz. Bu konuda eksiklikler var. Bu konuda eleştirileriniz var. Bunları da açık söylemek istiyoruz ki birileri Türkiye’yi yönetmeye talip ise, söylediklerimizi esas almalı. Bunlar üzerinde düşünmeli ve demokratik bir Türkiye için demokrasi güçlerini ortaklaştıracak bir anlayış ile hareket etmeli. Burada yanlış anlaşılmasın ‘parti olarak birileri ile ittifak yapalım seçime girelim’ mantığı ile bunu söylemiyorum. Demokratik değerler etrafında buluşmayı esas alıyoruz. Bizim birileri ile ortak seçime girme gibi bir ihtiyacımız yok. Böyle bir anlayışımız da yok ama değerler etrafında buluşmalı ve bu değerleri de savunma konusunda ortak hareket etmemiz gerekiyor.
Bu süreçte HDP’ye dönük hem eleştiriler hem de kimi öneriler var. Bu anlamda PKK Lideri Abdullah Öcalan 21 yıl sonra ailesi ile yaptığı telefon görüşmesinde, “HDP kendisini büyütmeli ve güç olmalı, aksine yok ederler” uyarısı yaptı. İktidarın politikaları da bu izlenimi veriyor. Bunu nasıl okumak gerekiyor?
Bu tespitlerin tamamı doğru. HDP’yi yok etmeye yönelik, sindirmeye yönelik çok ciddi bir çalışmanın olduğunu görüyoruz. Yerel yönetimlerdeki bu kayyım atamaları esasında bizi halktan koparmaya yöneliktir. Halkla buluşmamızı engellemeye yöneliktir. Çünkü yerel yönetim halk buluşmasının bir ayağıdır. Kayyımlar atayarak bunu engellemeye çalışıyorlar. Yine Kürt siyasetçileri üzerinde çok yoğun baskılar var. Fikirlerini, düşüncelerini, inandıklarını dile getirdiği için bugün zindanlarda binlerce partili arkadaşımız var, yöneticilerimiz var, Eş Genel başkanlarımız var, çok değerli siyasetçiler var. HDP’nin örgütlenmesi halkla bütünleşmesi gerekiyor. Tabii ki bu çok kolay değil. Önümüzde setler oluşturulmuş. Halkla buluşmamızı engelleyecek çok ciddi hareketler veyahut polisi ile devleti ile yarattığı setler var. Sizin halkla buluşmanızı engelleyecek bir mantık varsa işiniz kolay değil. HDP olarak eksiklerimiz olabilir. Gerçekten HDP’nin bu mücadelesini kırmaya, halk ile buluşturmamaya yönelik çok ciddi bir baskı olduğunu da görmemiz lazım. Ama tabii demokrasi mücadelesi bedel isteyen bir mücadeledir. Bu konuda daha akıllı ve halkla buluşacak, halkı ikna edecek bir çabaya ihtiyaç var.
Sol, devrimci kesim biraz kendi kabuğuna çekilmiş, halkla ilişkileri hemen hemen yok denecek noktada götüren bir anlayış var. Oysa bugün ülkenin yüzde 80’i olan yoksul kesimi etkileyecek devrimci ruh, devrimci çalışma birçok şeyi değiştirir.
Salgın sürecine dair “muhalefet ve halklar bir şey yapmazsa sistemin daha da otoriterleşeceği” yönünde öngörüler var. Bu öngörülere katılır mısınız? Bu öngörüler kapsamında siz ne öneriyorsunuz?
Başarısız bir muhalefet, bugün yaşanan süreci çok açık bir şekilde ortaya koymayan bir muhalefet elbette ki toplum tarafından eleştirilir ve bu konuda güvenini kaybeder. Zaten bugün otoriter bir rejim ve tek kişinin yönettiği bir Türkiye var. Burada çok ince bir siyaset izleniyor. Toplumun bir kısmını özellikle ırkçı, milliyetçi kesimlerini bir tarafta tutmak, Türkiye’de en önemli kesim olan apolitik kesimi elinde tutmaya yönelik bir siyaset anlayışı ile hareket ediliyor. Şimdi bu apolitik kesimi, milliyetçi kesimi elinde tutarak iktidarını sürdürmeye çalışan bir anlayış var. İşte bunun kırılması için, doğruya ulaşamayan kesimi etkileyecek bir siyasete ihtiyaç var. Muhalefet sadece iktidarın söylediklerine cevap veren veyahut verilen eleştirileri yanıtlayan bir noktada hareket ediyor. Ama bugün halkın içine girerek gerçekten bu gerçekleri gösterecek bir anlayışla hareket ederse bu çok farklı bir noktaya gelir. Tabii ki geçmişten de biliyorum. 1970’lerde öğrenciydik, siyasetin içindeydik, öğrenci hareketlerinin içindeydik. O dönemlerde sol devrimci kesim halkın içerisindeydi. Halkla beraber halkı etkilemeye çalışan bir şey vardı ama bugün bakıyoruz sol, devrimci kesim biraz daha kendi kabuğuna çekilmiş, ilişkileri hemen hemen yok denecek noktada götüren bir anlayış var. Oysa bugün ülkenin yüzde 80’i olan yoksul kesimi etkileyecek devrimci ruh, devrimci çalışma birçok şeyi değiştirir.
Bu sadece CHP’yi eleştirmek değil. Evet, CHP zaten bu konuda başından beri mesafeli bir siyaset izledi. Özellikle devrimcilere, Kürtlere, demokratlara mesafeli bir siyasettir izliyor. Ama devrimci hareketler bugün bütün bu olumsuzlukları, bu yoksullukları, bu halkın çektiği ızdırapları, hukuksuz bir anlayışa karşı çok ciddi bir çabanın içinde olduğunu söylemek de çok mümkün değil. Kusura bakmasınlar bu eleştirileri yapmak zorundayız. İşte HDP’nin bu noktada daha aktif bir siyaset, daha toparlayıcı bir siyaset yürütmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bölge ile devam etmek istiyorum. Kürtler arasında birlik tartışmalarının yoğunlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu süreçte Irak Federe Kürdistan Bölgesi’ndeki Zînî Wertê’ye önce bir hava saldırısı oldu. Sonrasında da buraya pêşmergeler yerleştirildi. Uzmanlar, bunu ABD’nin İran merkezli ve Türkiye’nin Kandil merkezli politikalarından kaynaklı bir süreç olarak görüyor. Süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Kürtler açısından nasıl sonuçlar doğurur?
Kürtlerin ilkeler etrafında bir araya gelmesi lazım. Kürtlerin talebi nedir? Kürtler için ne yapmalı? Nasıl bir siyaset izlenmeli? Burada ilkesel bir yaklaşımı ortaya koymak lazım.
Bunu çok zaman dile getirdik. Kürt siyasetçileri çok farklı kulvarlarda siyaset yapıyor. Elbette ki siyaseti yaparken doğru bir ideoloji etrafında bütünleşmiş. Ama bir ulusal meseleye ideolojik bir şekilde bakarsanız; birliği, beraberliği, ortak bir çalışmayı yürütemezsiniz. Burada Kürtlerin ilkeler etrafında bir araya gelmesi lazım. Bugün her parçanın farklı bir koşulu var. Farklı bir durumu var. Sosyolojik psikolojik noktada. Burada Kürtlerin talebi nedir? Kürtler için ne yapmalı? Nasıl bir siyaset izlenmeli? Burada ilkesel bir yaklaşımı ortaya koymak lazım. Tabii ki bunu sağlamak mümkün değil, uzun süredir biz de gittik, Güney’de bulunduk. Siyasi partiler ile görüşmeler yaptık. Bir kongrenin toplanması, en azından bir konferans etrafında toplanması için çaba gösterdik. Ama maalesef hem içerideki farklılıklar hem siyasi partilerin bazen de kendilerini korumaya dönük bir refleksleri olduğu için bu konuda bir birliği sağlayamadık. Bir de dış etkenler var.
Bugün Türkiye’nin, İran’ın, Suriye’nin ve Irak’ın Kürtler üzerinde etkileri var. Ve bunu birliğin oluşmasının önünde önemli engeller çıkaran bir güç olarak değerlendirmek lazım. Ama tabii ki bu süreçte nasıl gelişir, ne olur bugünden sonra, nasıl bir gelişme olur, aslında bu konuda bütün Kürtlerin hemen hemen ortak değerler etrafında buluşması, ortak ve birlikte sorunların çözümü konusunda reçeteler oluşturulması noktasında talepleri var. Halkın da talebi bu ama bunu gerçekleştirmek için çok güçlü bir refleksin ve gücün ortaya çıkması lazım. Maalesef bugün bu konuda bunlara sahip değiliz.
Yaşanan gelişmeler Kürtler arasında “Brakujî” tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Bu kaygıların giderilmesi için ne tür bir rol oynanmalı?
Birakujî konusunda zaten daha önce çok konuşmalar yapıldı. Açıklamalar yapıldı. Bunun bir daha yaşanmayacağı Mesut Barzani tarafından hep dile getirildi. Biz bunları dile getirdik. Tabii ki bunun olmaması gerekiyor ama birakujî meselesini aşan bir şey var. Birlik, ortak hareket edebilme kabiliyeti, sorunları önümüze koyup ortakça tartışılması gerekiyor. Burada ilkesel yaklaşmalıyız. Hakimin neye ihtiyacı var, koşulları, şartları, bunları değerlendirerek bir siyaset oluşturulması gerekiyor.
Bu konuya ilişkin PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın da bir açıklaması oldu. Öcalan, “Kürtlerin savaşa ve kana değil, barış ve birliğe ihtiyacı var” vurgusu yapıp, “diyalog” çağrısı yaptı. Bu anlamda neler söyleyebilirsiniz?
Hassas bir konu açıkçası. Şimdi şartlar ve koşullar neyi gerektiriyorsa onu yapmak lazım. 19’uncu yüzyıl ve 20’nci yüzyıl koşulları başkaydı, bugün 21’inci yüzyılın koşulları başka. Tekniğin, teknolojinin geliştiği bir süreçte silahlı mücadele ile sonuç almanın mümkün olmadığı bellidir. Sayın Öcalan da bu konuda aslında demokratik örgütlenme ile barışla ve diyalogla bu sorunun çözümünü dile getiriyor. Aslında 1994 yılında da biz Bareliyas’a (Lübnan’ın kasabası) gittiğimizde aynı şeyleri söyledik. Barışçıl bir siyaset, demokratik güçlü bir siyaset ile bunların aşılacağını söyledik. Zaman zaman hep barışçıl mesajlarla bu işi götürmeye çalıştık. Bence bugün demokratik siyaseti büyütmek, ilkeli bir siyaset yapmak ve somut öneriler ile talepleri dile getirmek gerekir. Bu talepleri dile getirdiğimiz zaman bu haklı talepler olarak toplumu ikna etmek gerekir. Eğer, siz toplumu ikna etmezseniz talepleriniz ne kadar olgun ne kadar iyi sadece Kürtlerin değil Türkiye halklarının menfaati de olsa bunu kabul ettirme şansımız yok. Ama gerçekten bunu kitlesel ve toplumsallaştırdığınız zaman bir değeri olur, bir önemi olur ve bir etkisi olur diye düşünüyorum.
Yılların deneyimli siyasetçisi olarak, tüm bu gelişmeler ışığında baktığımızda bölgeyi neler bekliyor?
Kolay değil. Elbette ki hiçbir zaman umudumuzu kaybetmiyoruz. Ama gelişmelere baktığımızda çok ciddi ışığı göremiyoruz. Tabii bu karanlıkta kalacağımız anlamına gelmiyor ama bugünkü şartlarda değişim ve dönüşümün kolay olmayacağını biliyoruz. Yani burada aslında sadece Kürtlerin demokrasiye değer vermesi ile sorunlar çözülmüyor. Bugün Kürtler daha politik bir noktada meseleleri çok iyi görebiliyor, kavrayabiliyor. Ama Ortadoğu’ya baktığımızda halen gerçekten demokrasinin ne olduğunu, ortak yaşamanın nasıl oluşabileceğini, demokratik değerler etrafında ve farklı kültürler, kimlikler etrafında toplanmanın bir zenginlik olduğunu, henüz kavramış bir noktada değil. Bu nedenle yol uzun gibi görünüyor.
Mezarların bugün yıkılması gerçekten insani değil, ölen insan artık hukukta bile yargılaması yok, bunu görmek lazım.
Kürt gençlerinin mezar taşları parçalanıyor. Darbeleri görmüş, yaşamış ve de sıkıyönetim, OHAL süreçlerinin tanığı ve mağduru olmuş bir siyasetçi olarak hiçbir dönem böyle bir uygulamaya tanık oldunuz mu? İktidar böylesi bir uygulamayı neden yapıyor?
Biz 12 Eylülleri de yaşadık. İşkencenin, zulmün çok olduğu bir dönemdi. Her zaman söylüyoruz. Orada yaşamak çok zordu. Bazı zaman biz geceleri bile ‘Yarabbi canımızı al bundan kurtulalım’ diye dua ederdik. Ama bugün daha organize, daha sistemli bir şekilde Kürtlerin üzerine gidiliyor. Orada bir kaba şiddet vardı, evet bir cezalandırma vardı ama bugün daha organize, daha Kürtlerin bütün değerlerini yok etmeye çalışan ve buna karşı bir duruş gösteren bir anlayış ile karşı karşıyayız. Mezarların bugün yıkılması gerçekten insani değil, ölen insan artık hukukta bile yargılaması yok, bunu görmek lazım.
Son olarak kamuoyuna ve bu yaşananlar çerçevesinde nasıl bir çağrınız olur?
Yaşamının bir nefeslik olduğunu bu koronavirüs sürecinde gördük. Tabii ki herkes aklı başında, herkes koronavirüsten sonra birçok şey değişecek gibi söylemlerde ortaya çıktı. Ama pratiğe baktığımız zaman siyasetçilerin açıklamalarına baktığımızda hiçbir şeyin değişmeyeceğini gösteriyor. Ama değişmek zorunda. Bir musibetin aslında hepimizi çok ciddi bir şekilde yeniden düşünmeye sevk etmesi gerekir. Ortak akıl ile bu sorunların ancak çözülebileceğini görmemiz gerekir. Doğrusu bunu bekliyorduk, böyle olması gerekir. Ama maalesef bugünkü tartışmalar ve bir virüs bile siyasi ranta çevirmek isteyen bir mantığı görünce de insan umutsuzluğa kapılıyor.