Aydın Dere yazdı: Kerkük ve Bağımsızlık!
Kürdistan Bölgesi’nde bağımsızlığa giderken ulus birliğin olmayışı, ulusal kurumlarda iki başlılık, uluslararası dayanakların yetersizliği ve savunma önlemlerinin alınmamasının sorunun asıl kaynağını oluşturduğunu gösterdi.
Kürdistan Bölgesi’nde bağımsızlığa giderken ulus birliğin olmayışı, ulusal kurumlarda iki başlılık, uluslararası dayanakların yetersizliği ve savunma önlemlerinin alınmamasının sorunun asıl kaynağını oluşturduğunu gösterdi.
Tarihinden dersler çıkaramayan, vahşice öldürülmeyi kanıksamış, Arap, Türk ve Pers hayranı Kürtler ile geçmişin çığlıklarını hafızalarında yaşayan ve devlet olmanın gereğine kuvvetle inanarak mücadele eden Kürtlerin aralarındaki yıpratıcı çekişmeler sürerken aslında aralarında hiç anlaşamayan sömürgecilerin birleşerek Kürt halkının bağımsızlık hakkına ve varoluşuna saldırılarını izliyoruz.
Uluslaşma ve ulus-devlet oluşumunun çıkışı Rönesans’a dayansa da 17. yüzyılda Batı-Avrupa kıtasında aynı dili konuşan, aynı kültürü paylaşan, ortak tarih ve ruhi şekillenmeyi yaşayan halkların devlet kurma sürecine girildi. Çoğulculuğu ve hukuku esas almayan ulus-devletler, ilhak edilmiş halkları da kendi devlet potalarında erittiler ve eritiyorlar. Bu anlamda Wilson Prensipleri’nden “Ulusların kendi kaderi tayin hakkı” zamanla Birleşmiş Milletlerin (BM) başlıca maddelerinden biri oldu. Parçalanmışlığından ötürü bu günlere kalan Kürtlerin bağımsızlık hakkı tartışma götürmez bir haktır. Kürdistan Bölgesi’nde IŞİD’e karşı mücadele ile kazanılan toprakların 15 Ekim’de İran ve Irak’ın saldırılarıyla işgale uğramasının özellikle iç ihanete dayanması doğal olarak Kürt dünyasında toplumsal bir travmaya neden oldu.
Kuşkusuz Kürtler Ortadoğu’nun en demokratik ve laik toplumudur, ulusal mobilizazsiyonunu gerçekleştirerek öz gücüne elbette güvenmelidir. Fakat Batı ile müttefik olmadan bir statü sahibi olamayacağı, hatta güçlü müttefiklere sahip olmak için mevcut parçada ulusal birliğin zorunlu olduğunu gördük..
Salt fiziksel olmayan parçalanmışlığımız, ruhsal ve beyinsel boyutlarıyla sürerken acılı tarihimizden dersler çıkaramadığımız anlaşılıyor.
Kürt partileri dâhil olmak üzere halkın ezici çoğunluğunun desteği ile bağımsızlık referandumunda yüzde 93 ‘Evet’ ile tarihi bir başarı gerçekleşti. Referandumun askıya alınmasının da bir önemi yok, çünkü referandum Birleşmiş Milletlerin (BM) bir şartı değil, ulusal ve uluslararası düzeyde bu bir irade beyanıdır.
Kürdistan Bölgesi’nde bağımsızlığa giderken ulus birliğin olmayışı, ulusal kurumlarda iki başlılık, uluslararası dayanakların yetersizliği ve savunma önlemlerinin alınmamasının sorunu nasıl kaynağını oluşturduğunu gösterdi.
Bu durum sosyolojik boyutlarıyla ulus bilincinin bir kimlik etrafında henüz yeterli düzeyde gelişmediğini, ulusal ordu, ulusal istihbarat, ulusal parlamento ve bir devletin ihtiyaç duyduğu ulusal kurumlaşmaların tam sağlanmadığının vahameti yaşandı. İşgal öngörülerek Kürdistan Bölgesi’nde buna uygun ulusal bir yapılanma zorunluydu. Çünkü Kürdistan Bölgesi’nin bağımsızlığının domino etkisi yarattığından ötürü dört devletin buna tahammül edemeyeceği bilinmeliydi. Kürdistan Bölgesi’nin bağımsızlığı çok önemli; çünkü bu bölgede kayıp diğer parçalar da kayıp olacağı gibi bir parçada kazanım diğer parçalarda da kazanımdır.
Kerkük işgaline ABD ve Rusya başta olmak üzere bölgede paylaşım mücadelesi içindeki güçlerin çekimser kalmaları referandumu salt ‘zamansız’ bulmalarıyla izah edilemez. ABD’nin Irak’taki hesapları ve Rusya ile yapılan petrol antlaşmaları, iç ihanetle yarattığımız güvensizliğin neden ve sonuç ilişkilerini iyi okumalıyız.
Sonuç olarak, Kerkük’te 2014 öncesine dönülmüş oldu. 2005’te kabul edilen Irak Anayasası’na göre tartışmalı kentlerden biri Kerkük gibi dünyanın iştahını kabartan stratejik enerji sahasının çok özel askeri yöntemlerle korunmaya alınması zorunluydu.
Ulusların devletleşmesinin temel dinamiği ulus bilincidir. Ulus bilinci, particiliğin, bölgeciliğin, aileciliğin ve dar grup çıkarcılığın aşılıp ulusal kurtuluşun her şeyin üstünde tutulması demektir. Üç bin yıldır Kürtlerin olan Kerkük’ün sömürgecilerden kurtarılması her Kürdün sorunu olmalıdır.
Yirmi beş yıl önce Kürtlerin teritoryal anlamda otorite olduğu toprakları yokken özellikle IŞİD saldırılarından sonra günümüzde Hatay’dan İran sınırına kadar mücadele ederek kontrol ettiği topraklara sahip. Bu arada kimi kentler vahim hatalar ya da ihanetler sonucu el değiştirebilir, yenilgiler yaşanabilir. Dünyada bunun örneklerine çok rastlarız. Bir halk, demografik anlamda bir kentte çoğunluğu yaşıyor ve orada kökleşmiş ise o topraklarda her an için yeniden egemen olma şansı çok yüksektir. Yaşanan yenilginin telafi edilmesi için yaşananlardan dersler çıkararak bağımsızlık projesini her zamandan daha da güçlü savunmak Kürt halkının özgürleşmesinin biricik kurtuluşudur.
Rönesans’ını yaşamamış, hiçbir demokratik devrim gerçekleştirememiş, çoğulculuk ve demokrasi kültüründen yoksun Ortadoğu’da Kürtlerin ancak teritoryal egemenlikleriyle özgürleşebileceği bir gerçektir. Saddam sonrası Kürtlerin mücadelesi ve ABD’nin müdahalesiyle oluşturulan Irak-Kürdistan Bölgesi federasyon örneğinde de görüldüğü gibi ilk etapta federasyon ya da birtakım siyasal ve kültürel haklar önemli kazanımlardır. Fakat bağımsızlık hedef alınmadan da ulus olarak kurtulmak mümkün görülmüyor.
Ortadoğu’da İran’ın çağ dışılığı, sınırlarının ötesindeki saldırganlıkları ve kendi içinde olası siyasal bir kaosa gitmesi dış müdahaleye zemin hazırlayacak. IŞİD’in sonuna yaklaşılırken Rojhilat mücadelesine tanık olmamız sürpriz olmayacak. Bu durumda Kürdistan Bölgesi’nin eli daha da güçlenecek ve hatalardan dersler çıkarabilirsek bağımsızlığın önü açılacak. Diğer parçalarda Kürtlerin statü kazanması Türkiye’nin Kürtlerle müzakereye girme koşulları kendini dayatacak. Çünkü gelişen kimlik bilinci ve uyanış karşısında inkâr siyaseti Türkiye’nin katı statükocu tutumu onu bir çıkmaza sürüklüyor. Müzakere geleneğinden yoksun Türkiye’nin müzakereye yanaşmaması daha büyük kaybetmesi anlamına gelir. Bu açıdan Türkiye tercihini müzakereden yana yapmak zorunda.