Fehim Taştekin: 'Askerleri cihatçılar öldürdü, biz yine de Kürtleri vuralım'

Rejim devirmeye odaklı bitik Suriye siyasetini sürdürmek, IŞİD’e destek veren ülke görüntüsünü dağıtmak, iç kamuoyunu tek adam rejimine ikna etmek ve milliyetçi-mukaddesatçı dönüşüme yakıt sağlamak için abartılmış, maniple edilmiş ve çarpıtılmış bir gerekçe. İdlib’de cihatçılara hayat veren sınır politikası, askeri konuşlanma ve lojistik destek kanallarına ilişkin eleştiriler de bu söylemle bastırılıyor.

Fehim Taştekin: 'Askerleri cihatçılar öldürdü, biz yine de Kürtleri vuralım'

Türkiye cumayı cumartesiye bağlayan gece Suriye’de 2 askerini daha kaybetti.
Ne uğruna? Milliyetçilik ve hamasetle zehirlenmemiş normal bir aklı mutmain edecek bir dava var mı? Ulusu birleştirecek bir gerekçe? Kayıpların sorumluluğunu hisseden bir iktidar?
“Ölenler şehittir.” Nokta, tartışma bitmiştir. “Bunu sorgulayan da vatan hainidir.”
Savunma Bakanı Hulusi Akar her ölümlü saldırının ardından kuvvet komutanlarıyla sınıra gider, sıfır noktasında “Şehitlerimizin kanları yerde kalmadı” der. Türk devleti gücünü göstermiştir. Bir ritüeldir sanki, bu son saldırı sonrasında da tekrarlanan.

Sahi intikam kimden alındı? Türk askeri konvoyunun saldırıya uğradığı yer İdlib. TSK’nin çok sayıda askeri üsle cihatçılara kalkan olduğu İdlib’in Kafriya bölgesindeki Binniş. Büyük kalkanın ortası. Bombalı saldırıyı üslenen ise Ensar Ebu Bekir el Sıddık Tugayı. Gizemli bir örgüt ya da bir maske. İdlib’de Türk-Rus mutabakatlarıyla oluşan gerilimi düşürme rejimine karşı çıkan, bu çerçevede M-4 yolunun açılmasını sabote etmeye çalışan, çihatçıbaşı Heyet Tahrir el Şam’ı (HTŞ) da Türkiye ile işbirliği yapmakla suçlayan El Kaide çizgisindeki yapıların paravanı olduğu düşünülüyor. Daha önce 15 Mart ve 11 Mayıs’ta Türk askeri konvoyuna düzenlenen saldırıları da üstlenmişti.
Genelde askerler İdlib’de vuruluyor, TSK intikamı Menbic, Tel Rıfat, Ras’ul Ayn (Serê Kaniyê) ve Tel Ebyad (Grê Sipî) civarındaki köylerden alıyor. Yani Türkiye durum ne olursa olsun Kürt bölgelerini ya da Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve Menbic Askeri Konseyi’nin elindeki mevzileri vuruyor. Bazen de Suriye ordusunu. Son iki günde bombalananlar arasında Halep’in kuzeyinde Tel Rıfat ve Maranaz; Menbic tarafında Hamam, Dandaliyê, Camûsiyê, Um Adese ve Sayade; Tel Ebyad tarafında Erîda ve Evdiko gibi yerler vardı.

Bakan Akar ayrıca Suriye’ye müdahalenin başından itibaren silahlı grupların dokunulmazca kevgire çevirdiği, 2016’dan beri de TSK ve MİT unsurlarının tekeline aldığı yerde “Hudut namustur” diyor. “Hudut namustur” ama ortak sınırlardan komşu topraklarına her türlü melanetin sokulması, yüzlerce örgütün oluşumuna öncülük edilmesi, bu grupların eğitilmesi, silahlandırılması ve koordine edilmesi, bunlardan alternatif “Suriye Ulusal Ordusu” kurulması, hemen hemen hepsinin birer suç şebekesine dönüşmesine göz yumulması, Türk ordusunun cihatçılarla aynı davaya koşulması, onlara kalkan yapılması, nihayetinde İdlib’in ‘cihadistan’ haline getirilmesi, bir de bu toprakların ilhak edilmişçesine Türkleştirilmesinde bir sorun yok! “Hudut namustur” ama bütün bunların hiçbiri komşunun sınırlarına, egemenliğine, toprak bütünlüğüne halel getirmiyor! Benimsediğim bir dil değil ama sınır karşılıklı hatlar ve iki kapıdan oluşur, namussa ikisi için de namustur.

***

Bu arada Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı Salem el Meslet, müzakere komisyonu başkanı Annas Abdeh ve geçici hükümetin başbakanı Abdurrahman Mustafa'yı kabul edip “Suriye halkının meşru temsilcisi olan Koalisyon'a ve Geçici Hükümet'e desteğimiz tam” diye mesaj attı. Tam da İdlib ısınırken.
Ankara 2016’dan beri, Astana süreci boyunca altına imza attığı tüm bildirilerde Suriye’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne bağlılığını teyit edip terör örgütlerini yok etme sözü verdi. Devşirilmiş bir aşiret adamı, Türkiye’nin kanatları altında iş çeviren Müslüman Kardeşler temsilcisi ve MİT’in yedeklediği, kendini bile temsil etmekten aciz bir Türkmen’i Suriye’nin gerçek temsilcisi olarak sunan hakikatten kopuk, temelsiz, yalan-dolan bir siyaset başa sarıyor. Bütün rezilliklerin başlama noktasına. Daha birkaç gün önce Bağdat’ın arabuluculuğunda Suriye ve Türkiye istihbarat şeflerinin buluşacağını müjde havasında basına sızdırdılar. Şam’la PYD konusunda fikir birliği olduğunu da vurgulayarak… Şam görüşme haberlerini defaatle yalanladı. Eski fotoğrafa yeni baskı yaparak Şam’ı sıkıştıracaklarını sanıyorlar. Bunun hiçbir etkisi olmaz. 2011’in koşullarının yerinde yeller esiyor. Suriye’ye bulaşmış herkes pozisyonunu gözden geçirmenin derdinde. Son bir-iki hafta içindeki gelişmeler bile Ankara’nın sıyırmış dişlilerle çarkı çevirmenin beyhudeliğini kavramaktan uzak olduğunu gösteriyor. Devlet Başkanı Beşşar el Esad, Şam’da heyetler ağırlıyor. Lübnan’ın elektrik ve doğalgaz sorununa çözüm olarak geliştirilen formül Şam ile el sıkışmayı gerektirdi. Bunu kimi okurlarımın yerinde bulmadığı “Hizbullah, ABD’yi nasıl ters köşeye gönderdi?” başlıkla yazımda anlatmıştım. ABD, Sezar Yasası’yla Suriye’nin boynuna geçirdiği urganı gevşeterek Mısır doğalgazı ve Ürdün elektriğinin Suriye üzerinden Lübnan’a taşınmasına razı oldu. Lübnan’dan Şam’a ilk resmi ziyaret bu vesileyle gerçekleşti. Ardından Suriye, Mısır, Lübnan ve Ürdünlü bakanlar Amman’da buluştu. Bu da Şam’ın diplomatik tecridinde bir yarılma sayılırdı. Esad, Lübnan’da altı kez bakanlık yapmış Dürzi siyasetçi Talal Arslan başkanlığında kalabalık bir heyeti ağırladı. Arslan "Başkan Esad, uluslararası terörizme karşı hepimiz adına savaştı" mesajı da verdi. Beri tarafta Rus-Amerikan diyalogu belirsizlikler barındırsa da yol alıyor. ABD, Afganistan defterini rezilce kapattı; Irak’taki muharip güçlerini de yılsonuna kadar çekme konusunda Bağdat’la el sıkıştı; Suudi Arabistan’daki Patriot bataryalarını çekti; Lübnan-Suriye hattında esnemeler gösterdi. ABD, Orta Doğu’yu elbette terk etmiyor ama işleri biraz farklı götürmeyi deniyor. Son olarak Lübnan’da 13 ay sonra Necip Mikati başkanlığında hükümetin kurulmasında da bu esnekliğin payı var. Şöyle ki ABD’nin yol vermesiyle Fransa duruma el attı. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile görüşmesi sonrasında Tahran, Hizbullah ve müttefikleri, Paris de diğerleri üzerinde baskı kurdu. Bu sayede bir hükümet çıktı. Mikati hükümetinin Suriye’ye göz kırpan bir karakterde olduğunu söyleyebiliriz. Fransız Total, Irak’ta 27 milyar dolarlık yatırım anlaşmalarını imza attıktan sonra Paris İran, Irak, Suriye ve Lübnan hattındaki rakip hassasiyetleri görmezden gelemez. Orta Doğu’da Fransız-Amerikan paslaşması ve Rus-Amerikan diyaloğuyla havanın yumuşaması Şam’la Arapların ilişkilerini kolaylaştırabilir. Arap Birliği 9 Eylül’deki son bildirisinde de Türkiye’yi Libya, Suriye ve Irak’tan çekilmeye davet etti. Türkiye Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışırken Suriye dosyasında karşısına çıkan Arap itirazını da geçiştiremez. Suriye denkleminde her şey yarın başka bir yerde olacak.

***

Bu tablo karşısında Ankara’nın sesini yükselterek üste çıkmaya çalışırken kullanabildiği tek argüman “Terör koridoruna izin vermem.”
Rejim devirmeye odaklı bitik Suriye siyasetini sürdürmek, IŞİD’e destek veren ülke görüntüsünü dağıtmak, iç kamuoyunu tek adam rejimine ikna etmek ve milliyetçi-mukaddesatçı dönüşüme yakıt sağlamak için abartılmış, maniple edilmiş ve çarpıtılmış bir gerekçe. İdlib’de cihatçılara hayat veren sınır politikası, askeri konuşlanma ve lojistik destek kanallarına ilişkin eleştiriler de bu söylemle bastırılıyor.
Ruslar bir süredir güneyde yeniden alevlendirilen Dera cephesiyle meşguldü. Geçen hafta oradaki silahlı gruplarla yeni bir anlaşma sağlandı. Eğer sükûnet hasıl olur da Şam ve müttefikleri yeniden İdlib’e yönelirse Türkiye açısından öncekilere kıyasla daha tehlikeli bir tırmanışa sahne olabilir.

Yine de bataklığa bir kazık daha çakma arzusu var: kendiliğinden kamçılı. BM’de koltuğunu korumuş, Türkiye’de elçilik ve konsolosluğu kapatılmamış Suriye Arap Cumhuriyeti’ne karşı alay-ı vala ile “Suriye Ulusal Ordusu” ilan edilmişti ya bu hamuru da bıkmadan usanmadan yoğuruyorlar. Bileşenlerinin çetecilik, yağmacılık, gaspçılık, haraççılık, adam kaçırma, cinayet ve işkence suçlarıyla bunun bir kötülük ordusu şebekesi olduğu da ortada. Yine de üzerinde durmakta kararlılar. Bunların öne çıkan beşini kontrol altında tutabilmek için birkaç gün önce “Suriye Kurtuluş Cephesi” adıyla yeni bir çatı oluşturdular. İçinde Sultan Süleyman Şah Tümeni, Hamza Tümeni, Mutasım Tümeni, 20. Tümen ve Sukur’uş Şimal yer alıyor. Teröre karşı Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı bölgelerinde TSK ile omuz omuza duracaklarmış! Bunun dikiş tutması da mümkün değil. 5 örgüt geçen temmuzda Azm Operasyon Odası’nı kurmuştu. Anlaşılan Afrin ganimetini kaldıran Sultan Süleyman Şah’ın komutanı Muhammed el Casim (Ebu Amşa), HTŞ’ye katılma eğilimine girince Türk istihbaratı bu örgütleri yeniden harmanlamak zorunda kaldı. Ayrıca sahada bir istihbarat şemsiyesi de oluşturma peşindeler. Her bir örgüt tuttuğu yerde savaş ağası kesildiği için bütünlüklü ve işlevsel güvenlik ağı kuramıyorlar.

Beri tarafta HTŞ’yi işbirliği yapılabilir bir örgüt olarak görüp öteki cihatçı grupların dizginlenme misyonunu da bunlara yüklediler. Yani bir terör örgütü kendine rakip olan diğer terör örgütlerini saflarına katacak, direnenleri elimine edecek. Böylece Ankara müttefiklerine dönüp “HTŞ’yi kara listeden çıkaralım” diyebilecek. Yürütülen akıl bu, akıl ise!

10 yılda neredeyse tüm ülkeler farklı bir pozisyona kaydı; Erdoğan’ın Türkiye’si hariç. Buradan bakınca Araplarla normalleşme çabası da yatsıya çıkmaz bir yalanı andırıyor. Suriye sapmanın ve bozulmanın başlama noktasıydı. Buradaki hataları düzeltmek normalleşmenin başlangıcı olabilir. 

Duvar/Fehim Taştekin