'İdlib ve Fırat’ın doğusu önemli gelişmelere gebe'

'İdlib ve Fırat’ın doğusu önemli gelişmelere gebe'

Rusya’nın girişimleri ile başlayan, Türkiye ve İran’ın katıldığı Suriye konulu görüşmelerin beşincisi Ankara’da gerçekleştirildi. Üçlü zirveyle ilgili yorum ve değerledirmeler devam ediyor. Zirvenin sorunları çözmediği, özellikle Fırat'ın doğusu için yeni gelişmeler beklendiği belirtiliyor. 

Evrensel gazetesi yazarı İhsan Çaralan bugünkü "Zirve bir şeyi çözmedi: İdlib ve Fırat’ın doğusu önemli gelişmelere gebe" başlıklı yazısında,“Eğer bazı ülkeler arasında liderlerin sık sık görüşmesi gerekiyorsa, bu o ülkeler arasındaki sorunların azlığını değil, çok olduğunu, ve bu sorunlarını çözümünün de zor olduğunu gösterir' tezi, 'üçlü'nün 'Suriye zirveleri'nde yeniden yeniden doğrulanıyor" diyor. 

Yazara göre, Ankara'da beşincisi düzenlenen zirvede üç ülkenin üstünde anlaştığı tek konu, altıncı zirvenin gelecek ay İran’da yapılacak olması.

"Tabii, Türkiye’nin itiraz ettiği ve bir üyenin değiştirilmesiyle “Anayasa Komitesi”nin üye sorununun çözülmesini saymazsak" diyen Çaralan devam ediyor: 

"Zirveye katılan üç lider de, önceki toplantılarda olduğu gibi, “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı gösterdiklerine” özel vurgu yaptılar. Putin ve Ruhani, “toprak bütünlüğü” derken, 2011 öncesi Suriye toprakları üstünde Esat rejiminin egemen olduğu, yabancı güçlerin çekildiği bir Suriye’den söz ediyor. Tabii, Suriye rejimi kendilerini çağırdığı için onlar kendilerini pek de “yabancı güç” saymıyor. Bu durumda yabancı güç olarak geriye ABD ve Türkiye kalmış oluyor.

Erdoğan ise; İdlib’de statüyü Türkiye’nin kontrolünde olduğu 900 kilometrelik güvenli bölgeye bağlı olarak tarif ediyor. Buna göre Suriye-Türkiye sınırı boyunca ve 30 kilometre derinliğinde (27 bin kilometrekarelik) bir alan “güvenli bölge” olacak. Bu bölgenin askeri kontrolünde ise Türkiye de olacak. Yani Türkiye’nin “Suriye’nin toprak bütünlüğü”nden kastettiği şey bu."

Yazara göre, Türkiye’nin ABD karşısındaki tutumu ise akılcı bir yaklaşımla “anlaşılır” değildir. Çünkü Türkiye bir yandan, “ABD’nin burada ne işi var” derken öte yanda, tam tersine işler yaparak;

  1. ABD ile ortak “güvenli bölge oluşturma” pazarlığına girişmekte ve ona bölgenin meşru gücü muamelesi yapmaktadır.
  2. PYD-YPG-SDG’yi terör örgütü görüp (kırmızı çizgi) onları ABD’ye muhtaç duruma iterek ve bölge halklarına rejim dayatarak; bu halkların ABD’yi koruyucu olarak görmelerine vesile olmaktadır. Bu durum da ister istemez ABD’nin varlığına, bölge halklarının gözünde meşruiyet kazandırmaktadır.

Aynı gazetenin köşe yazarı Hediye Levent ise "3'lü zirvenin mesajı: Çözümün adresi Şam" yazısında zirvede Türkiye açısından zirvenin ana gündemi İdlib olduğunu hatırlatıyor. Yazara göre, Rusya ve İran için ise öncelikli konu Suriye’deki ABD varlığı ve güvenli bölge girişimleri öncelikliydi. " Ankara ve Şam’ın Suriye’deki Kürt siyasi ve askeri yapılara bakışı aynı değil" diyen Levent devam ediyor: 

"Şam, Kürtlerden çok Kürt yapılarla müttefiklik ilişkileri sayesinde Suriye’de kalıcı olmak isteyen ABD’den rahatsız. Şam Kürt meselesinin Suriye’nin üniter yapısını bozmayacak şekilde Suriye içinde, politik arenada görüşülmesini istiyor. Bu çerçevede zaman zaman gündeme gelen öneriler arasında SDG ve YPG’nin Suriye güvenlik birimlerine katılması da var. Genel af ilanının ise iki temel amacının olduğu söylenebilir."

Karar yazarı Ahmet Taşgetiren "Suriye denkleminin içinden çıkmak" başlıklı yazısında konuya şöyle deniyor: 

"Amerika’nın karşıt hamlelerini geçtik, Cumhurbaşkanı Erdoğan Trump’tan “göz yumma” garantisi alsa bile, bir başka zeminde “Suriye’nin toprak bütünlüğü”nü koruma noktasında üçlü uzlaşmaya imza atmışız. Üçlü uzlaşmanın iki ayağı ise “Rejim”e oynuyor, özellikle Rusya ayağı, “Rejimin önünde-arkasında” İdlib’de kıyım yapıyor. İdlib kıyımı, bizdeki mülteci sayısını ikiye katlama potansiyeli taşıyor ama Rusya gerekçeyi, üstelik Türkiye’yi de mutabakata çekerek “terörle mücadele” şeklinde formüle edince akan sular duruyor. Şunu herkes biliyor ki, Rejim ve Rusya nezdinde, Türkiye’nin başından beri desteklediği “muhalifler” de yok edilecek alan içinde bulunuyor."

Yazara göre, şu anda gelinen noktada Türkiye üç şeyi gerçekleştirerek işin içinden sıyrılabilirse kendini karlı hissedecek gibi gözüküyor:

- Mültecilerin büyük kısmını göndermek.

- Fırat’ın doğusunda bir terör yapılanmasını önlemek.

- Başından beri desteklediği bir kısmı Özgür Suriye Ordusu adı altında “silahlı”“muhalefet”in yeni sistemde meşruiyeti.

Taşgetiren "Tabii ki iş bu kadar soyutlanmış değil. Her şey içiçe. O iç içelik içinden Türkiye’nin çıkarlarına ulaşmak, aslanın ağzından ekmeği almak kadar çetin. Ne diyelim, hayırlısı" ifadelerini kullanıyor. 

Aynı gazetenin yazarı Mustafa Karaalioğlu "Suriye probleminde denklemin en zor kısmına geldik" başlıklı yazısında üçlü zirve, Güvenli bölge ve Suriye'deki gelişmelere değiniyor. 

"PYD/YPG’nin kuşattığı uzun ve derin bölge Türkiye’ye yönelik açık bir güvenlik riski barındırıyor. ABD için ise aynı bölge Suriye’de bir kazanım ve kontrol imkanı demek. ABD için böyleyken Rusya ve hatta İran için bu saha bizim kaygılandığımız anlamda bir problem değil. Hatta, ortak zirveler yaptığımız bu ülkeler için Türkiye’nin askeri güçle sahaya girmesi istenen bir gelişme de değil. Rusya ve İran, Suriye’de mutlak kazanan iki ülke ve Türkiye’nin bu statükoyu bozmasını istemiyorlar. Ayrıca, PYD/YPG’yi terör örgütü olarak da görmüyorlar. Türkiye’nin ABD ile karşı karşıya gelmesinden elbette memnunlar ama hepsi bu kadar. Türkiye’nin kazanması; yani onların hesabında bitmiş bir savaşı yeniden başlatması kabul edilemez bir gelişme olacak.

Sürecin zorluğu da buradadır. Herkesin; yani ABD, Rusya ve İran’ın sonuçlarından memnun oldukları Suriye savaşında Türkiye’nin oyunu bozmaya teşebbüs etmesi senaryolara uymayan bir hamle olacak....

Bütün aktörler kazançlarına kazanç eklerken, Türkiye en ağır göçmen faturasını ödeyen ülke olarak ve üzerine de en istemediği şey olan PYD devletçiğinin kurulduğu bir tabloya rıza göstermiyor. Oyun kurumamış olsak da oyunu bozma gücünü sahaya sürüyor. 2012’den itibaren birçok fırsatta yapamadığı şeyi seneler sonra son düzlükte yapmaya hazırlanıyor. Problemin çözümü için kolay formülleri uygulayamadıktan sonra çok bilinmeyenli bir matematiğe mecbur olduğumuz bir aşamadayız. Zorluk ve risk de buradadır. Eğer bu fırsat kaçacak olursa, sınır boyunca kurulan düzen derinleşecek, statü kalıcı hale gelecek, müdahale ve hatta itiraz bir daha mümkün olmayacak. Mümkün olsa bile anlamlı olmayacak. Sürenin ne kadar kısaldığını görmek için, yeni Suriye anayasasının yazılma aşamasına geldiğini ve Türkiye’nin de bu sürecin parçası olmaya zorlandığını ekleyelim.

Ay sonuna kadar Ankara’yı rahatlatacak bir adım atılmazsa, Suriye dosyasının bizim için yeni baştan açıldığı uzun ve gergin bir takvim çalışmaya başlayacak."