İsmail Beşikci: Referandum-Bağımsızlık Tartışmaları
Son üç-dört yıldır, Kürdistan’ın güneyinde, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin geleceğiyle ilgili toplantılar, tartışmalar yapılıyor. Mart 2017’de, Kerkük’de, Valiliğin kararıyla, bütün kamu binalarına Kürdistan bayrağı asılmasından sonra bu konudaki tartışmalar daha da çoğaldı.
Bugün, gerek Kürdistan Bölgesel Yönetimi alanında, gerek dünyanın çeşitli yerlerinde, üniversitelerde, basında, sivil toplum kurumlarında, uluslar arası kurumlarda bu konu, yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. ‘Bağımsızlık, Olanaklar, Engeller…’ konulu konferanslar, sempozyumlar, dünyada, her yerde yapılıyor. Kürd dili, Kürd edebiyatı, Kürd Tarihi, Kürd müziği konulu konferanslara, sempozyumlara, Kürdistan incelemelerine, Paris, Londra, Roma, Berlin, Washington, Moskova, Stockholm, Kopenhag, Stuttgard, Ankara, İstanbul… gibi alanlarda, sık sık rastlamak mümkündür. Göçler, göçmenler, diaspora, çocuklar, çocukların eğitimi, iki dilli eğitim, Kürd kadınları gibi konular hakkında, paneller, konferanslar, sempozyumlar yapılıyor. Örneğin, Federasyondan Bağımsızlığa konulu sempozyumda, bilim ve siyaset dünyasının değerli, üyeleri, entelektüeller konuşuyor, tartışıyor. Bu, örneğin, 15-20 yıl öncesine nazaran büyük bir Kürdistanî gelişmedir. Kanımca bu durum, bağımsızlığın gündeme gelmesiyle, kendini dayatmasıyla yakından ilgilidir. 15-20 yıl önce, pek yaşanmayan bu durumun temel nedeni budur. Bu yeni süreç, Haziran 2014’de, İŞİD’in Musul’u ele geçirmesiyle, Kürdistan’a saldırmasıyla güç kazandı. İŞİD saldırıları, Kürdlerin toparlanmalarını sağlamış, Kürdlerde milli duyguların gelişmesini getirmiştir. Bu gidişle Haşdi Şabi de Kürdleri, devlet sahibi yapacaktır.
Kurdish Studies Network bu süreci gösteren çok önemli bir aynadır. Bugün, Paris, Londra, Stockholm, Oslo, Kopenhag, Washington Roma, Moskova, Berlin gibi alanlarda, üniversitelerde, basında, sivil toplum kurumlarında, Akademisyenler, yazarlar, basın mensupları Kürdlerle, Kürdistanla ilgili çalışmalar yapıyorlar. Bu çalışmalar gün geçtikçe atmaktadır. Bu akademisyenler, yazarlar çalışmalarını, Kurdish Studies Network aracılığıyla, duyuruyorlar. Bu tür çalışmalar yürüten akademisyenlerden, yazarlardan vs. yardım istiyorlar. O akademisyenin, yazarın vs. duyurusu üzerine, ona yardımcı olabilecek akademisyenler, yazarlar vs. onunla iletişim kuruyor. Öylece, Kurdish Studies Network, dünyanın çeşitli yerlerindeki akademisyenleri, yazarları vs. birbirleriyle buluşturan bir merkez oluyor.
Kurdish Studies Network ayrıca, dünyanın çeşitli ülkelerinde, Kürdlerle, Kürdistanla ilgili olarak düzenlenen programlar hakkında bilgi veriyor. Nerede, hangi tarihte, konferans, panel, sempozyum vs. düzenleniyor, konuşmacılar, katılımcılar kimler vs. hakkında bilgiler veriyor. İlgilenenleri bu tür süreçlerden haberli kılıyor. Ulus inşa süreçlerinde bu tür kurumları çok büyük bir işlevi ve değeri vardır. Kurdish Studies Network’un bu konudaki işlevi büyüktür.
Bunun dışında, Kürdlerle, Kürdistanla ilgili çalışmalar, yayınlarda da hızlı bir artış gözlenmektedir. Tarih, dil, Edebiyat , müzik vs. konusundaki çalışmalar, yayınlar da artmaktadır. Kürdçe yayın yapan gazetelerin, dergilerin, televizyonların, radyoların sayıları da artmaktadır. Bunun yanında, Kürdler, Kürdistan hakkında yeni yeni kurumlar oluşturulmaktadır.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin, 25 Eylül 2017’de, referandum kararı alması sevindiricidir. Bu referandumun, herhangi bir ertelemeye maruz kalmadan gerçekleştirilmesinde büyük yarar vardır. Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, Türkiye, İran, Irak, Suriye gibi devletler, bu sürece tepki gösterebilir. Ama, kişi olarak bunların belirleyici olacağını düşünmüyorum. Önemli olan, Kürdlerin, kararlı bir şekilde, bu sürecin arkasında durmasıdır. Belirtilen 25 Eylül tarihinde, bu referandumun gerçekleştirilmesi bu bakımdan çok önemlidir. Sonuçda % 80-85 civarında bir kabul oyu ortaya çıktığı zaman, kimse, hiçbir güç Kürdlerin önünü kesemez.
Uluslar arası Anti-Kürd Nizamın Etkisiz Kılınması
1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, birbirine bağlı olarak iki anti-Kürd nizam oluşmuştu. Birincisi, Büyük Britanya, Fransa gibi dönemin emperyal güçlerinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından, parçalanmasından sonra oluşturduğu uluslar arası anti-Kürd nizamdı. Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, 1920’lerde yeni bir nizam kurulmuş ama bu nizam Kürdlere, Kürdistan’a herhangi bir statü vermemişti. Sömürge çok alt düzeyde ede olsa bir statüydü ama, Kürdler, Kürdistan sömürge bile değildi. Büyük Britanya, Fransa gibi emperyal güçler, bu düzeni, şüphesiz, Yakındoğu’daki, Ortadoğu’daki, Türk, Arap ve Fars yönetimleriyle işbirliği içinde gerçekleştirdiler. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği de ulusların kendi geleceklerini tayin hakkını çok savunmasına rağmen, bu sürece dolaylı yollardan destek verdi. Amerika Birleşik Devletleri de, Wilson Prensipleri’ni, 14 Nokta’yı savunmasına rağmen Kürdistan mücadelesini, Kürd isteklerini görmezlikten geldi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Mezopotamya’daki toprakları, Arap toprakları Birinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkan Büyük Britanya ve Fransa arasında paylaşıldı. Irak Büyük Britanya’ya, Suriye, Fransa’ya bağlı mandalar (sömürgeler) olarak kuruldu. Ürdün, Filistin Büyük Britanya’ya, Lübnan, Fransa’ya bağlı mandalardı.
O zamanlar, Kürdistan’ın güneyinde, Şeyh Mahmud Bezenci liderliğinde bağımsız Kürdistan mücadelesi vardı. Şeyh Mahmud Bezenci Büyük Britanya’ya, ‘Ben Kürdistan kralıyım, Krallığımızı, bağımsızlığımızı tanı…’ diyordu. Büyük Britanya, Fransa gibi emperyal güçler, o zaman değil bağımsız Kürdistan’ı, sömürge bir Kürdistan kurulmasına bile izin vermediler. O dönem, Irak, Ürdün, Filistin, Suriye, Lübnan mandaları (sömürgeleri) kurulurken neden bir Kürdistan mandasının kurulmadığı çok önemli bir soru olmalıdır.
Bu uluslar arası anti-Kürd ittifak, İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar devam etti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Büyük Britanya Irak’tan, Fransa Suriye’den çekildi. Büyük Britanya, Irak’tan, daha önce, 1932 de çekilmiş, Irak’a bağımsızlık vermişti. Ama askeri varlığı devam ediyordu. Büyük Britanya’nın Irak’taki askeri varlığının İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da devam ettiğini vurgulamak gerekir.
Bölgesel Ani,-Kürd İttifak
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da, uluslar arası anti-Kürd ittifak şüphesiz devam etti. Ama, bölgesel anti-Kürd ittifak da güçlenmeye başladı. Türkiye, İran, Irak, Suriye’nin oluşturduğu bölgesel anti-Kürd ittifak, şüphesiz uluslararası anti-Kürd ittifak tarafından da destekleniyordu. Giderek ABD ve Sovyetler Birliği tarafından da destekleniyordu.
Soğuk Savaş döneminde bölgesel anti-Kürd ittifak çok güç kazandı. Bu dönemde Türkiye ve İran ABD’nin, Irak ve Suriye Sovyetler Birliği’nin etkisi altındaydı. Bu dönemde, Kürdler kıpırdayamaz bir haldeydi. ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki bu denge bozulup Sovyetler Birliği’nin geri çekilmesiyle, Kürdler nefes almaya başladı.
Bölgesel anti-Kürd ittifak, örneğin, 1980’lerde, 1990’larda çok güçlüydü. Örneğin, 1990’ların sonlarında, Türkiye’nin öncülüğünde düzenlenen Irak’a Komşu Devletler Toplantıları’nda, genel olarak Kürdlerin nefesinin nasıl kesileceği konuşuluyordu. Bunlar, Kürdlerin katılmadığı, katılmasına izin verilmediği ama, hep Kürdleri Kürdistan’ı konuşan, Kürdlerin, Kürdistan’ın aleyhine kararlar alıp yaşama geçiren toplantılardı. Türkiye, İran, Irak, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan, Kuveyt, bu toplantılara katılan devletlerdi.
Haziran 2014’de, IŞİD’in Musul’u ele geçirmesiyle, Kürdistan’a saldırmasıyla, İŞİD’in sadece Kürdler için değil, dünya için, Almanya, Fransa, İngiltere İspanya, İtalya, ABD, Rusya vs. için de bir tehlike olduğunun anlaşılmasıyla, uluslar arası anti-Kürd ittifakda aşınma gerçekleşmeye başladı. Kürdlere, askeri ve diplomatik yardım bu dönemde gündeme geldi. Çünkü, İŞİD’le mücadelede başarılı olan güçlerin, gerek Irak’ta, gerek Suriye’de Kürdler olduğu ortaya çıkmıştı. Koalisyon güçlerinin hava bombardımanları elbette çok önemlidir ama karada sonuç alıcı güç Kürd güçleridir.
Kürdlerin Kürdlere Karşı Kurmaya Çalıştığı Anti-Kürd İttifak
Bugün uluslararası anti-Kürd ittifakın artık etkisiz kaldığı söylenebilir. Uluslar arası anti-Kürd ittifakla birlikte, bölgesel anti-Kürd ittifakın da zayıfladığı bir gerçekliktir. Artık, Irak’a Komşu Devletler Toplantıları’na benzeyen toplantıların oluşması mümkün görünmüyor. Ama şunu da vurgulamak gerekir. Uluslar arası anti Kürd İttifak etkisini kaybederken, bölgesel anti Kürd İttifak dağılırken, yeni bir anti-Kürd ittifakın oluştuğu da dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. Bu, Kürdlerin, Kürdlere karşı kurduğu anti-Kürd ittfaktır. Goran, Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin bir kısmı, bazı İslami partiler, PKK/KCK… bağımsız Kürdistan’na karşı olduklarını vurguluyorlar. Irak’ın birliğinden söz ediyorlar. Kürd/Kürdistan karşıtı bir politika izleyen İran’ı, Haşdi Şabi’yi destekliyorlar. Kürdlerin yanında değil, Kürdleri, Kürdistan’ı yok etmek isteyenlerin yanında yer alıyorlar. Bu, şüphesiz çok olumsuz bir gelişme. Kanımca, 25 Eylül referandumunun gerçekleşmesi ve olumlu bir sonucun alınması durumunda, yeni oluşan, Kürdlerin Kürdlere karşı kurduğu anti-Kürd itifak da etkisini kaybedecektir.
Türk Solunun ve Türk Sağı’nın Kürd Zihin yapısına ve Kürd Siyasetine Olumsuz Etkileri
Geçmişte, Kürdlerin önemli bir kısmı, Kürd sorunu gündeme geldiği zaman, Kürd dili, özerklik, federasyon gibi konular tartışıldığı zaman, Kürd, Türk Arap olmak önemli değildir, önemli olan insan olmaktır, derlerdi. Enternasyonal olduklarından söz ederlerdi. Türk solundan etkilenen Kürdler, özellikle, üniversite ve lise öğrencileri, öğretmenler vs. böyle söylerlerdi. Bunların bir kısmı, Kürdleri, Kürdçe’yi değersiz buldukları için ‘Enternasyonalistim’ derlerdi. Kürdlerin devlet okullarında okumuşları arasında bu durum çok yaygındı. Ama medresede okuyanlar daha Kürdî bir tutum içindeydi.
Türk sağından etkilenen Kürdlerin de benzer bir sloganı vardı. Onlar da, Türk olmak, Kürd olmak, Arap olmak, Fars olmak önemli değildir, önemli olan insan olmaktır derlerdi. ‘İslam kardeşliği, ümmet kardeşliği her sorunu çözecektir’ derlerdi. Bunlar, aslında Kürdlükten kaçıştı. Bu sloganlar Kürdlükten kaçışı perdeliyordu. Çünkü, baskı altında tutulan, Kürd diliydi, Kürdlüktü. Kürd dili Kürdçe savunulduğu zaman, Kürdlerin, Kürdçe’nin varlığından söz edildiği zaman, devletin çok ağır idari ve cezai yaptırımları gündeme gelebiliyordu. ‘Sosyalistim, enternasyonalistim…’ ‘İslam ümmetinden yanayım’ vs. diyerek Kürdlerden, Kürdçe’den uzak kalındığı zaman, herhangi bir idari cezai yaptırım söz konusu olmuyordu.
Burada, irdelenmesi gereken temel sorun şudur: Kendisi olamayan, kendisi olmaktan kaçan bir kişi, başka biri olmaya çalışan bir kişi nasıl insan oluyor? Öz kişiliği savunmak insan olmanın temel koşulu değil midir? Öz kimlik değerlerine baskı yapılıyorsa, bu değerleri savunmamak için, bunlardan kaçmak için başka bir insan olmaya çalışıyorsan insanlık bunun neresinde...?
Geçmişte, Kürdler, devlete ve hükümete karşı ulusal talepler ileri sürdükleri zaman, şöyle cevap alırlardı. ‘Türkiye’de ayrımcılık yoktur, Türk-Kürd diye bir ayrım yoktur, herkes, öğretmen de olabilir, kaymakam da olabilir, vali de olabilir, milletvekili de olabilir, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı vs. her şey olabilir Türkiye’de, Kürd-Türk ayrımı yoktur, ayrım-gayrım yoktur, Atatürk milliyetçiliği çağdaş bir milliyetçiliktir….’ On yıl kadar önce, devletin ve hükümetin bu tutumunu, bu görüşünü, eleştirmek için, Ümit Fırat şöyle demişti. ‘Türkiye’de, Kürdler, her şey olabilir. Öğretmen, kaymakam, vali milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı… her şey olabilir ama Kürd olamaz…’
Bu, Kürd kimliğini savunmayan, Kürdler için, Kürdçe için hak, özgürlük istemeyen, kendilerine dayatılan Türk kimliğine itiraz etmeyen Kürdlerin, memuriyette her göreve gelebileceği, görevinde yükselebileceği, ama Kürd kimliğini savunarak, bunun için mücadele ederek hiçbir göreve gelemeyeceği anlamına geliyor. Bu elbette ırkçı bir politikadır. ‘Sen bana benzemiyorsun, senin derin kara, sen ayrı yerlerde yaşa, benim yaşadığım mekanlardan ayrı mekanlarda yaşa…’ ırkçılığına göre, ‘Sen benimle yaşa ama bana benzeyerek yaşa, kendi öz kimliğini unut, benim kimliğimi benimse, aksi halde sana hayat yok… ‘ ırkçılığı çok daha barbar bir ırkçılıktır.
Haklı sorunlardan kaçmanın, çeşitli yolları vardır. Örneğin, 1920’lerde, 1940’larda, gerek Büyük Britanya, gerek Sovyetler Birliği, Kürd/Kürdistan sorunundan kaçmak için, benzer söylemler kullanırlardı. Sovyetler Birliği Kürdlere yardım etmemek, Kürd/Kürdistan sorunun gündeme getirmemek için, ‘Mustafa Barzani İngilizlerin adamıdır…’ derlerdi. Büyük Britanya ise, ‘Mustafa Barzani Kızıldır…’ diyerek Kürd/Kürdistan sorunundan uzak dururdu. Bu söylemler birbirine zıt gibi duruyorsa da benzerdir.
Türk solunun, Kürdlerin zihin yapılarındaki olumsuz etkilerinden biri de, ‘her türlü milliyetçilik kötüdür’ sloganında kendini göstermektedir. Türk, Arap, Fars milliyetçilikleri elbette kötüdür. Çünkü, her üçü de Kürdlere karşıdır, her üçü de asimilasyoncu, fetihçidir. Her üçü de Kürdleri bastırmaya çalışmaktadır. Kürdler ise, başkalarının toprakların fethetmek gibi bir süreç içinde değildir. Kendi yaşadığı alanlarda, Kürdistan’da, baskıdan zulümden uzak yaşama amacındadır. Temel amacı baskı altındaki Kürd dilini, Kürdlüğü savunarak, bunları gün yüzüne çıkarmak, bunları yaşamaktır. Bu bakımdan, Türk, Arap ve Fars milliyetçiliğiyle Kürd milliyetçiliğini aynı sepet koymak yanlıştır. Biri Kürd, Kürdistan kimliğini yok etmek için haksız baskılar yapıyor, öbürü bu bakıdan kurtulmak için çaba sarfediyor. İkisi elbette aynı kefeye konamaz.
Devletin Temel Politikası: Asimilasyon
Devletin, Kürdler için temel politikası asimilasyondur. Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu. Bu politika, Osmanlı’nın son dönemlerinde, İttihat ve Terakki döneminde saptanmış ve o dönem yaşama geçirilmiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Rum-Pontus sürgünlerinin, Ermeni, soykırımının yaşandığı bir dönemde bile, 1916-1917 de, 700 binden fazla Kürd’ün, Kürdistan’dan koparılarak, Batı illerine sevkedilmeleri, Batı’da yaşamaya zorlanmaları asimilasyon politikasının uygulanmaya başlanmasıdır. Burada, önemli bir soru gündeme gelmektedir. ‘Hasta Adam’, hasta hasta bunları nasıl yapabilmiştir?
Ama, esas asimilasyon politikası, Cumhuriyet’le birlikte, yaşama geçmiştir. Kürdlerin, Kürdçe’nin inkarı, aşağılanması, Türk kimliğinin, Türkçe’nin, Türk kültürünün dayatılması, asimilasyon politikasının bir gereği olmuştur. Kürdçe’nin unutturulması, unutulması için devlet, okul, kışla, basın, aile, din gibi kurumların yanında devlet terörü de kullanmıştır.
İşte bu noktada, gerilla mücadelesine, PKK’nin düşünce ve eylemine, zihin yapısına kısaca bakmakta yarar vardır. Gerillanın başta asimilasyona karşı durması, Kürdçe konuşması, Kürdçe yazması, Kürdçe’yi savunması, yaygınlaştırması gerekirdi. Fakat öyle olmadı. PKK’, 1985 den itibaren, Bakur’dan, Başur’dan Rojava’dan, Rojhilad’dan… gerillaya katılanlara Türkçe öğretti fakat kendisi Kürdçe öğrenme gereğini duymadı. Bakaa Vadisi’nde, Qandil’de Türkçe kursları açtı ama Kürdçe bilmeyan Kürdler için, yeteri kadar Kürdçe bilmeyen Kürdler için Kürdçe kurslar açma gereğini duymadı. Eğitim, dersler, konferanslar, yazışmalar, basın, haberleşme vs. hep Türkçe… Buysa, devletin asimilasyon politikasına yardımcı olmaktan, asimilasyon politikasını meşrulaştırmaktan başka bir şey değil… Asimilasyon politikaları, uygulamaları konusunda devleti eleştiriyoruz, PKK/KCK’nde de bu yönden eleştirisi gerekir. Bugün, durum biraz değişmiş olabilir, Kürdçe’ye artık daha çok önem veriliyor olabilir ama, 1980’lerde, 1990’larda, 2000’lerdeki bu durum dikkatlerden uzak tutulamaz.
Asimilasyon uygulamalarının, Kürdlerin duygusal düşünsel dünyalarında, davranışlarında ve dilsel dünyalarında ne tür değişiklikler yarattığının irdelenmesi çok önemlidir. Cumhuriyet’in ilanından beri yoğun bir şekilde gelişen asimilasyon uygulamalarının zaman ve mekan boyutunda incelenmesi, irdelenmesi önemlidir. Bazı alanlarda, bazı zamanlarda, asimilasyon sürecinde Türkçe konuşmak, Türk gibi düşünmek, Türk gibi davranmak, Kürdler arasında değerlenirken, Kürdler, Kürdçe konuşmaktan, Kürd gibi giyinmekten, Kürd gibi davranmaktan, Kürd gibi oturup kalkmaktan utanır hale gelmişlerdir. Bu dönemde, neyin çirkin, neyin güzel, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu belirleyen hep devlet olmuştur. Hafızada, Kolektif hafızada nelerin tutulması gerektiğini, nelerin unutulması ve değersiz olduğunun gerektiğini, belirleyen hep devlet olmuştur. Okul, kışla, basın gibi kurumlarda, hep Kürdlere ait kurumların önemsiz ve değersiz olduğu öğretilmiştir. Böyle bir ortamda, Ankara, İzmir, İstanbul… gibi merkezlere gelen bir Kürd kendisini yabancı bir ülkeye gelmiş gibi hissetmektedir ve kendisine yabancı muamelesi yapılmaktadır.
Neyin değerli, neyin değersiz olduğunun devlet tarafında belirlenmesi, önemli bir süreçtir. Devlet, okullarda, ders kitaplarında, kışlalarda, bu ikiliklerin, zıt davranışların belirlenmesinde tayin edici bir durumdadır. Bu sürecin, Kürdlerin Kürdçenin inkarı, aşağılanması, Kürdlerin ve Kürdçe’nin yokluğu, herkesin Türklüğü Türk olanın değerli olduğu propagandası sürecinde geliştiğinin vurgulanması da gerekir. Bu ortamda, örneğin askerlik başlı başlına bir kurumdur. Askerlikte boyun eğme öğretilmektedir. İnsanların, kendilerini nelere feda edecekleri öğretilmektedir. Buralarda, Kürdlere Türklük, Türk dili öğretilmekte, nelerden utanılması gerektiği öğretilmekte, yargı kurumlarıyla bunlara meşruiyet verilmektedir. Basın, bu sürecin yaygınlaşmasını, derinleşmesini sağlamaktadır.
Böyle bir ilişkiler ortamında, mücadele sırasında oğlunu kaybetmiş, oğlunun cesedine bile ulaşamamış bir Kürd kadını, Türk akademisyenlerin de katıldığı, baskının, zulmün soykırımın konu edildiği bir sempozyumda, Türkçe konuşamadığı için, Kürdçe konuşmak zorunda kaldığı için utandığını söylemiştir.
Çatışmalarda oğlunu kaybeden, oğlunun cesedine bile ulaşamayan bu kadın, Türlerin de katıldığı, Kürdlere baskı zulüm ve soykırımın konu edildiği bir sempozyumda, Türkçe konuşamadığı için, Kürdçe konuşmak zorunda kaldığı için utanandığını söyleyan bu kadın, mücadeleden, Kürdler için, Kürdistan için ne gibi iyilikler bekliyor acaba? Şunu irdelemek de önemli olmalıdır. Türk akademisyenler karşısında, Türkçe konuşamadığı için, Kürdçe konuşmak zorunda kaldığı için utanan bu kadına, mücadele, gerilla ne gibi bir bilinç vermiştir…
Şu çok önemlidir. Sömürge yönetimleri, sömürgesinde, kendi dilini, kültürünü egemen kılmak için, sömürge kalkının, dilinden, kültüründen, konuşmasından, oturup kalkmasından… utanç duymaya başlamaları için çalışır. Okul, kışla, askerlik, basın, yargı gibi bütün kurumlar bu yönde mücadele yürütür.
İşte bu noktada, gerillanın, PKK’nin, ta 1980’lerde, Kürdçe’ye vurgu yaparak, Kürdçe öğreterek, Kürdçe öğrenilmesini teşvik ederek Kürd olmaktan, Kürdçe konuşmaktan Kürd gibi düşünmekten, Kürd gibi davranmaktan utanır hale gelmiş Kürdlere güven aşılamaya çalışması gerekirdi. Kürdlere, kendi kurumlarının da, kendi dilinin, Kürd dilinin de değerli olduğunu aşılaması gerekirdi. Çünkü, asimilasyon sürecinde, Türkçe sadece bir iletişim aracı değildir, aynı zamanda zihin yönetme sürecidir. Türkçe konuşulduğu zaman, Türk gibi davranılacağı hesaplanmaktadır.
Kürdçe’ye hiç önem vermemek, hep Türkçe’ye vurgu yapmak ise, devletin asimilasyon politikasına meşruluk vermiştir, aynı zamanda bu tutum asimilasyonu teşvik edici bir niteliğe sahiptir. Halbuki devletin Kürd/Kürdistan konusunda temel politikası asimilasyondur. Kürdçe konuşmak, yazmak bu bakımdan önemlidir. Diyelim, bir Kürd devleti kurulmuş, ama Kürdçe konuşmuyor, Arapça, Türkçe, Farsça vs. konuşuyor… Kürdçe konuşmayan Bir Kürd devleti… Bu zaten Kürd devleti falan değildir… Kürdçe’nin savunulması, teşvik edilmesi bu bakımdan çok önemlidir.
Barış Ünlü’nün, Eugen Weber’in, (1925-2007) Köylülerden Fransızlara, Fransa Kırsalının Modernleşmesi 1870-1914 kitabının Türkçe baskısına yazdığı Takdim yazısı bu bakımdan çok değerlidir. Eugen Weber, Köylülerden Fransızlara, Fransız Kırsalının Modernleşmesi 1870-1914, Heretik Yayınları, Türkçe söyleyen, Çağdaş Sumer, Mart 2017 Ankara, s.13-19
Rojhilad Kürdleri
1970’lerde, 1980’lerde ve sonrasında, Kürdler gündeme geldiği zaman, Güneybatı Kürdistan’ın kimsesiz, savunmasız olduğu söylenirdi. Bugün, Kürdistan’ın güneybatısında yani Rojava’da, özerklikten, federasyondan, kantonlardan söz edilmektedir. Ama Rojhilat’daki Kürdlerin, burada gelişen mücadelenin çok yalnız, desteksiz olduğu açık bir gerçekliktir. Kürdlük için, Kürdistan için mücadele eden gençlerin hergün üçer beşer idam edildikleri inşaat vinçlerinde, salbur- saçak sallandırıldıkları ve sürecin engellenemediği, devam etiği görülmektedir. Bu konuda, İran’da ve Irak’ta yönetim anlayışına kısaca değinmekte yarar vardır.
Saddam Hüseyin rejimi, Kürdlere karşı, soykırıma varan operasyonlar, yaptı. Enfal bir soykırımdı. Ama Saddam Hüseyin, Kürdlere karşı uyguladığı bu politikayı Enfal’i hiçbir zaman inkar etmedi. Hatta, fırsat bulursam yine yaparım, dedi.
İran’ın, bu konulardaki politikası, söylemi çok farklıdır. Kürdlere karşı, devlet terörünün tırmandırılması İran’da da vardır. Fakat, İran, devlet terörünü her zaman, “Kürdler bizim kardeşimizdir, Kürdlerin en huzurlu, en rahat bir şekilde yaşadığı devlet İran’dır…” diyerek inkar etmektedir. Gerçi, Saddam Hüseyin de zaman zaman Arap-Kürd kardeşliğinden söz ermiştir. Ama, İran kardeşlik söylemini, İslam kardeşliği, ümmet kardeşliği söylemini devlet terörünü gizlemek, örtmek için sistematik bir şekilde kullanmaktadır.
Bugün, Rojhilat Kürdleri önemli bir olumsuzluk yaşamaktadır. İran sınırına yakın alanlarda egemen olan Kürdistan Yurtseverler Birliği, Goran gibi hareketler, İranla iş tutmaktadır. Bu siyasal yapılar, İran’ yönetimine yakındır ama Rojhilat Kürdlerine, Rojhilat Kürdlerinin mücadelesine uzaktır. Bakur’daki PKK/KCK İran’a yakındır ama, Rojhilat Kürdlerinin mücadelesine karşıdır. Güneybatı Kürdistan’daki Rojava’daki PYD de öyle…
Bunun yanında, Rojhilad’dan, Süleymaniye, Hewler, Duhok gibi alanlara sığınan Kürdler yalnızlık baskı ve çaresizlik yaşamaktadır. Kürdistan Yurtseverler Birliği, Goran, Kürdistan Demokrat Partisi, PKK/KCK gibi yapılar, İslami Partiler… Rojhilad’dan sığınan Kürd aydınlarına şöyle demektedir. ‘… Eğer benim siyasetimi kabul edersen, benim siyasetim içinde yer alırsan, sana her türlü yardım yaparım. Aksi halde sana yardımcı olamam. Benden uzak dur…’ Bunu, belki her Kürd aydını için, her sığınan için böyle söylemiyorlar ama, tutumun genel olarak böyle olduğu biliniyor. İstanbul’da, Rojhilad’dan Türkiye’ye sığınan bir Kürd aydını ile sohbetim olmuştu. O bu süreci ayrıntılarıyla anlatmıştı.
Halbuki, Rojhilad’dan Başur’a sığınan bir Kürd aydınının burada ilgi görmesi için Kürdlere, Kürdistan’a bağlılığı yeterli bir kriter olmalıdır. Bunun dışında, yaptığı işi ciddiyetle yapıyor olması, o işin gereklerinde göre yapıyor olması da elbette önemlidir.
25 Eylül 2017 Kürdler için, Kürdistan için çok önemli bir tarihtir. Belirtilen tarihte, referandumun gerçekleştirilmesi önemlidir. Referandum bağımsızlık yolunu açacaktır. Bağımsız Kürdistan’ın, Kürdlerin derlenip toparlanmasını sağlayacağı, Kürdleri olumsuz tutumlardan arındıracağı, kanısındayım. Bağımsız Kürdstan’ın, Kürd dili bilincini, Kürd ulus bilincini, Kürdistan bilincini geliştireceği kanısındayım…