Rojava'ya harekatın ilk faturası: IŞİD, Türkiye’nin kucağında kaldı
Türkiye İçişleri Bakanı Süleyman Soylu son birkaç günden bu yana her gittiği yerde, yaptığı her konuşmada IŞİD belasından ve Suriye’deki IŞİD’lilerin Türkiye’nin sırtına yıkılmasından yakınıyor.
Soylu, 2 Kasım’da Ankara’da ziyaret ettiği “Verimlilik ve Teknoloji Fuarı” çıkışında, kameralar karşısında öfkesine hakim olamayıp; “Ben ne yapayım senin teröristini, nereme koyayım, nerede tutayım?” diyerek, IŞİD’e katılan vatandaşlarını ülkelerine geri almayan Avrupa ülkelerine kızgınlığını dile getirdi.
Soylu tepkisini şu sözlerle sürdürdü:
“İşin kolayını herkes bulmuş DEAŞ'lı biri olduğunda vatansız hale getiriyorlar ondan sonra bulunduğu ülkede onun herhangi bir yere gitmesi hususunda kendisine ait bir sorumsuzluk ortaya koyuyorlar. Bu önümüzdeki günlerde tüm dünyada konuşulması gereken bir süreçtir. Bizim elimizde sadece Hollanda'nın değil İngiltere vatandaşı olup DEAŞ mensubu olanlar ve vatandaşlıktan çıkarılanlar da var. Bu aslında çatışma bölgeleri ile ilgili yeni bir durum. Biz kimsenin DEAŞ mensubunun oteli değiliz bunu böyle kabul etmek mümkün değil.
Bu yeni bir yöntem; 'ben vatandaşlıktan çıkardım siz başınızın çaresine bakın' bu bizim açımızdan kabul edilebilir değildir. Ben ne yapayım senin teröristini, nereme koyayım, nerede tutayım. Bu özellikle çatışma bölgelerinden üzerimize kalan dünyanın çözmesi gereken konulardan birisidir. Diğer ülke vatandaşlarını Fırat Kalkanı Harekat bölgesinde tutacağız. Sonra biz bunları kendi ülkesine göndereceğiz. Hangi hallerde gönderemiyoruz, kendi ülkelerinde idam cezası varsa biraz daha dikkatli davranıyoruz. Bu da uluslararası kurallar çerçevesinde belirlenmiş bir kuraldır".
Türkiye’nin Rojava'ya yönelik harekatına onay veren ABD Başkanı Trump, harekât bölgesindeki cezaevleri ve kamplarda Suriye Demokratik Güçleri (DSG) gözetiminde tutuklu IŞİD’liler ile eş ve çocuklarının sorumluluğunu Türkiye’nin üstlendiğini, bundan böyle IŞİD’le mücadele görevinin de Türkiye’ye ait olduğunu duyurmuştu.
DSG kontrolündeki bölgelerde 10 dolayında cezaevi ve kamplarda tutulan IŞİD’çilerle eş ve çocuklarının sayısı 100 bini aşıyor. Ancak 9 Ekim’de harekât başladıktan sonra, çok sayıda IŞİD’linin tutuldukları kamplardan kaçtıkları öne sürülürken, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise DSG’nin IŞİD’lileri “para karşılığı saldığını” iddia eden açıklamalar yaptı.
Anlaşıldığı kadarıyla, Erdoğan’ın 444 kilometre genişlik ve 32 kilometre derinlikteki bir güvenli bölgeyi hedeflemesine karşın, ABD ve Rusya ile imzalanan mutabakatlarla Tel Abyad-Ras’ul Ayn arasındaki 120 kilometrelik alanda sonlandırılan harekâtta, Kürtleri bertaraf etmeye odaklanıldığı için IŞİD konusunda ne yapılacağına fazla kafa yorulmamış. Bu konuda bir şaşkınlık, plansızlık ve hazırlıksız yakalanma hali gözleniyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İçişleri Bakanı Soylu’nun batılı ülkelere tepkilerini açığa vuran çıkışları bunu gösteriyor.
ABD’nin, 26 Ekim’de TSK’nın 12 gözlem noktasının bulunduğu İdlib’de, Türkiye sınırının 5 km. dibinde gizlendiği evde, IŞİD lideri Ebubekir el Bağdadi’ye operasyon düzenleyerek ortadan kaldırması, hükümetin şaşkınlığını daha da belirginleştirdi.
ABD’nin operasyon konusunda Türkiye’ye bilgi vermemesi, sadece Fırat Kalkanı bölgesi hava sahasını kullanacağını bildirmekle yetinmesi manidar. Operasyona katılan Amerikan helikopterlerinin operasyon bölgesine 10-15 dakika mesafede olan İncirlik yerine, yüzlerce kilometre uzaktaki Erbil’den kaldırılması, Bağdadi operasyonundaki bilgi ve istihbarat paylaşımı konusunda Türkiye’ye güvenilmediği, “istihbaratın sızması ve Bağdadi’nin kaçmasından endişe duyulduğunun” işareti.
Türkiye’nin kontrolündeki bir bölgede, IŞİD liderinin gizlendiği evin tespit edilerek ortadan kaldırılması, aynı zamanda ABD’nin Erdoğan’a önemli bir mesajı. ABD’nin eski IŞİD’le Mücadele Koalisyonu Özel Temsilcisi Brett McGurk’un, operasyonun hemen ardından Washington Post’ta kaleme aldığı makaledeki ifadeleri, bu açıdan dikkat çekici.
McGurk yazısında; "Türkiye'nin açıklaması gereken bazı şeyler var. Bağdadi, Suriye'nin doğusunda veya Irak'ın batısındaki geleneksel bölgelerde değil, Türkiye sınırından birkaç kilometre uzakta, Türkiye'nin 2018 başından beri askeri gözlem noktalarıyla koruduğu İdlib'de bulundu. ABD'nin, sınırın hemen diğer tarafında bulunan NATO müttefiki Türkiye yerine, yüzlerce kilometre uzaklıktaki Irak'tan kalkarak böyle bir operasyonu yapması da çok şey anlatıyor." diyerek, örtülü şekilde Türkiye’ye IŞİD’e destek imasında, IŞİD’i koruma-kollama ithamında bulundu. McGurk’un bu iddialarına Türkiye'den bir ses çıkmadı.
Bağdadi’nin Hatay-Reyhanlı’ya 5 km mesafedeki Barişa köyünde ortadan kaldırılması, IŞİD’in Türkiye sınırlarının dibine kadar gelebildiğini göstermesinin yanında, Türkiye açısından ciddi bir istihbarat ve güvenlik zafiyetinin işareti.
Neredeyse 1,5 yıldır Soçi mutabakatı çerçevesinde gözlem noktaları, askerleri ve istihbarat elemanlarıyla İdlib’i kontrolünde tutan, bölgedeki cihatçıları tasfiye ve silahsızlandırma taahhütlerini üstlenen Erdoğan iktidarının, IŞİD liderinin burnunun dibindeki varlığından bihaber olması, kabul edilebilir değil. Bu, aynı zamanda IŞİD’in çok rahatlıkla Türkiye sınırlarından geçebildiğini, Türkiye’ye girip-çıkabildiğini, elemanlarını, uyuttuğu hücreleri gizleyebildiğini gösteriyor.
İçişleri Bakanı Soylu’nun tepkiyle, Avrupalılara kızarak yanıtladığı soru da zaten bununla ilgili. IŞİD’li iki kadın ve çocuklarının Suriye’deki kamplardan kaçıp, sınırı geçip, başkent Ankara’ya kadar rahatça gelerek, ülkelerine dönmek üzere Hollanda Büyükelçiliğine başvurmayı nasıl başardıkları?
Hollanda Büyükelçiliği, beraberlerinde üç çocukla ellerini-kollarını sallayıp Suriye’den Ankara’ya gelen kadınlardan birisinin başvurudan bir gün önce Hollanda vatandaşlığından çıkartıldığını ve ülkeye kabul edilmeyeceğini, diğeriyle ilgili ise inceleme yapıldığını İçişleri Bakanlığı’na bildirmese, IŞİD’li kadınların varlığından kimsenin haber olmayacaktı.
Özetle, son bir haftada yaşanan bu iki olay, sınırın 5 kilometre ötesinde IŞİD lider Bağdadi yaşarken, IŞİD’lilerin de Suriye’den kalkıp yüzlerce kilometre yol kat ederek Türkiye başkentine ya da diledikleri herhangi bir başka şehre rahatlıkla ulaşabildiklerini, ülkeye kolayca girebildiklerini sergiliyor.
Üstelik ABD’nin, bu operasyon için, Erdoğan’ın “terör örgütü lideri” dediği, kırmızı bültenle arandığını ilan ettiği, Trump’ın Beyaz Saray’a davet ettiği DSG Genel Komutanı Mazlum Kobane’yle istihbarat paylaşımı ve işbirliği yapıldığını açıklaması, Erdoğan ve hükümeti açısından ciddi bir saygınlık erozyonu.
ABD’nin bu operasyonu, IŞİD’le mücadele açısından iktidarın, güvenlik ve istihbarat birimlerinin zafiyetini yansıtması yanında, Bağdadi operasyonu ve Hollandalı IŞİD’çi kadınlar olayı sonrasında, birdenbire polisin farklı şehirlerde IŞİD operasyonları başlatması, IŞİD’li oldukları gerekçesiyle yüzlerce kişiyi baskınlarla gözaltına alması, bu zafiyetin örtbas edilmesine yönelik gösteri hamleleri.
Hükümetin Özgür Suriye Ordusu’ndan (ÖSO) Suriye Milli Ordusu’na (SMO) dönüştürdüğü silahlı güç içinde, geçmişte IŞİD ve diğer cihatçı örgütlere mensup çok sayıda kişinin yer aldığı, Türkiye’nin eski cihatçılara SMO üniforması giydirdiği, uluslararası medyada yaygın şekilde iddia ediliyor, yazılıyor. Bu iddialar Türkiye aleyhine kullanılıyor. Tam da bu aşamada Türkiye’nin kontrolündeki İdlib kırsalında, sınırın hemen ötesinde IŞİD liderine operasyon yapılması, bu ithamlarda bulunan ülkelere, kurumlara, uluslararası örgütlere Türkiye’yi suçlama ve karalamaları açısından elverişli malzemeler sunuyor.
IŞİD’in lider kadrolarının İdlib’deki varlığı bu operasyonla açığa çıkarken, aynı zamanda tüm gözlerin İdlib’in gözetim ve denetiminden sorumlu Türkiye’ye çevrilmesine yol açtı. Bu aşamadan sonra Türkiye açısından, Rusya ve Suriye’nin İdlib operasyonuna karşı çıkmak, insani felaket, göç dalgası, sınırları açma şantajı vb. tezleri ileri sürmek imkânı zayıfladı. Gerekçelerin inandırıcılığı da tartışılır hale geldi.
Operasyon sonrası, Türkiye’ye yönelik IŞİD ve cihatçıları koruma suçlamalarının, TSK destekli SMO’nun katliamlar yaptığı, savaş suçu işlediği yönündeki ithamların arttığı gözlenirken, ABD Savunma Bakanı Mark Esper’in Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı SMO’nun işlediği öne sürülen savaş suçlarından sorumlu olmakla uyarması da önemli ve dikkat çekici.
Buna bağlı olarak, Rusya ve İran’ın yanı sıra, uluslararası kamuoyu ve kurumların, Birleşmiş Milletler’in, SMO’nun lağvedilmesi, silahsızlandırılarak tasfiyesi yönünde Erdoğan üzerindeki baskılarını artırması beklenebilir.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın, Suriye devlet televizyonunda, iç savaşın başından bu yana Türkiye’nin, Suriye yönetimine karşı, muhalif silahlı grupları, cihatçı selefi terör örgütlerini desteklediğini, Suriye halkının seçtiği meşru yönetimi "gayrimeşru" saydığını öne sürerek, şimdi oluşan yeni tabloda Erdoğan yönetiminin göstereceği tavrı izleyeceklerini söylemesi bunun ilk işareti.
Esad, "Komşu ülke olan Türkiye'den bir düşman yaratmak istemiyorum. Ancak Türkiye'nin topyekûn bir düşmana dönüşmediğinden emin olmalıyız. Burada Rusya ve İran gibi dostlarımıza büyük rol düşüyor" ifadeleriyle, Rusya ve İran’a Erdoğan üzerindeki baskıları artırma mesajı veriyor. Esad’ın bu sözleri, bir anlamda diyaloga kapı aralamak çerçevesinde, asıl cihatçı muhaliflere karşı Türkiye’nin atacağı adımları görmek isteği olarak değerlendirilebilir.
Ancak daha da önemlisi, Bağdadi sonrası yeni halifesini seçtiğini ilan eden IŞİD ve diğer cihatçı örgütleri bertaraf etme sorumluluğunun, ABD ve uluslararası kamuoyunun gözünde Türkiye’ye yıkılmış olması. Erdoğan sürekli vurguladığı gibi “bir gece ansızın” olmasa da, Trump ve Putin’in onayıyla Rojava'ya girdi ama ummadığı şekilde kucağında IŞİD’i buldu.