İsmail Beşikci: Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, Ortadoğu’da Devletlerin Kurulması
Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılmasıyla birlikte, Kürdler, Kürdçe, Kürdistan, bilimsel çalışmaların dışında tutulmuşlardır. Bu toplumsal ve siyasal kategoriler, bilimsel çalışmalarda analize katılmamışlardır. Bu tutumun sürdürülmesine özen gösterilmiştir.
Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılmasıyla birlikte, Kürdler, Kürdçe, Kürdistan, bilimsel çalışmaların dışında tutulmuşlardır. Bu toplumsal ve siyasal kategoriler, bilimsel çalışmalarda analize katılmamışlardır. Bu tutumun sürdürülmesine özen gösterilmiştir.
Yakındoğu’da ve Ortadoğu’da, Arapların geçmişi ve geleceğiyle, Kürdlerin geçmişi ve geleceği arasında çok büyük farklar var. Örneğin, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdler gibi Araplar da bölünmüş, parçalanmıştır. Ama Araplar, krallıklar, devletler olarak organize edilmişlerdir. Önce manda (sömürge) devletler, bağımlı devletler vs. daha sonra bağımsız devletler olmuşlardır. Kürdler/Kürdistan ise, dilleriyle, kültürleriyle yeryüzünden silinmek üzere bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmışlardır. Bu durumun kökden bir fark yarattığı besbellidir. Türklerin tarihsel geçmişi ve geleceğiyle, Kürdlerin tarihsel geçmişi ve geleceği de çok faklıdır. Farslar (Acemler) için de durum aynıdır.
Ortadoğu’da Arap Devletleri
1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Irak’ın, Ürdün’ün, Filistin’in, Suriye’nin, Lübnan’ın nasıl kurulduğunu yakından biliyoruz. Bu manda (sömürge) devletler, emperyal güçler tarafından kurulmuştur. Büyük Britanya ve Fransa gibi dönemin emperyal devletleri, kendi politik ve ekonomik çıkarlarını korumak ve sürdürmek için böyle devletler kurmuşlardı. Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Yemen de böyle kuruldu. Emperyal güçler, krallıklar kuruyorlar, kral olarak da kendileriyle işbirliği içinde olan bir Arap’ı kral atıyorlardı. Örneğin, Şerif Hüseyin’in büyük oğlu Faysal önce Suriye’ye kral olarak atanmıştı. Fransa’nın tepki göstermesi üzerine, daha sonra, Irak’a kral olarak atandı. Şerif Hüseyin’in ortanca oğlu Abdullah ise Ürdün’e, kral olarak atandı. Şerif Hüseyin’in küçük oğlu Hüseyin bin Ali ise Arabistan Krallığı’nın veliahdıydı. Bu emperyal güçler, bu devletlerin kuruluşunda etkin oldukları gibi, manda (sömürge) veya bağımsız devlet olarak yaşamları süresinde de etkin olmuşlardır. Örneğin, Irak’ta, Kürdlerin özgürlük için geliştirdikleri bütün mücadeleler, başkaldırılar İngiltere tarafından, İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri tarafından bastırılmıştır.
Dikkat edelim, emperyal güçler, Araplar için yeni yeni devletler kuruyor, Kürdleri ve ülkesini de, bu devletler ve daha önceleri, Kürdleri zaten denetlemekte olan İran, Türkiye arasına paylaştırıyor. Kürdleri dilleriyle, kültürleriyle yeryüzünden silme çabaları bu ortamda çok daha kolay bir şekilde yaşama geçirilmeyen çalışılıyor. Kürdistan’ın, Kürdlerin bir kesiminin de Kafkasya’da biliniyor. Bunun, Kürdlere, Kürdistan’a indirilmiş çok ağır bir darbe olduğu besbellidir.
Kürdler ise, devletlerini, bizzat kendi güçleriyle, kendi akıllarıyla kuracaklardır. Bu bakımdan, hasım güçlere karşı birlikte tavır, davranış sergilemek önemlidir.
Bugün 22 Arap devleti var. Bu Arap devletleri, Milletler Cemiyeti döneminde, emperyal güçler tarafından kurulmamış olsaydı, emperyal güçler Ortadoğu’ dan çekilmiş olsalar bile, Arapların, kendi aralarında uzlaşıp, anlaşıp egemenlikler kurmaları, sınırlar oluşturmaları kanımca, mümkün olmazdı. Kabile çatışmaları, aşiret çatışmaları buna engel olurdu. Sınırları, önceden çizilmiş manda (sömürge) devletler oluşturulmasını, Arap devletleri için emperyal güçler tarafından sağlanan büyük bir avantaj olarak değerlendirmek gerekir, kanısındayım.
Afrika sömürgelerinde de durum böyledir. Afrika’ sömürge ülkelerin sınırları İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika, Almanya, İtalya arasında yapılan 1885 Berlin Antlaşması’yla çizilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Afrika sömürgelerinin bağımsızlaşması bu sınırlar üzerinden gerçekleşmiştir. Bugün Afrika’da 57 bağımsız devlet var. 1885’de sınırlar çizilmemiş olsaydı, emperyal güçler Afrika’dan çekilseler bile, Afrika halklarının, kendi aralarında uzlaşıp anlaşıp egemen devletler kurmaları sınırlar çizmeleri mümkün olmazdı. Kabileler arasındaki anlaşmazlıklar buna engel olurdu. Bunu da Afrika sömürgeleri için emperyal güçlerin sağladığı bir avantaj olarak değerlendirmek gerekir kanısındayım.
Kürdler ise, devletlerinin bizzat kendileri kuracaklarıdır. Kendi akıllarıyla kuracaklardır. Bu bakımdan Kürdlerin kendi aralarında birlik oluşturmaya çalışmaları büyük bir ihtiyaç olarak kendini ortaya koymaktadır.
Kürdler, Kürdçe, Kürdistan Gibi Kategorilerin Bilimsel Çalışmaların Dışında Tutulması
Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılmasıyla birlikte, Kürdler, Kürdçe, Kürdistan, bilimsel çalışmaların dışında tutulmuşlardır. Bu toplumsal ve siyasal kategoriler, bilimsel çalışmalarda analize katılmamışlardır. Bu tutumun sürdürülmesine özen gösterilmiştir. Türkiye, Suriye gibi devletlerde, Kürd, Kürdçe, Kürdistan gibi sözcükler zaten yasaktı. İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, gibi Batı ülkelerinde, ABD, Sovyetler Birliği gibi ülkelerdeyse, Türkiye, İran, Irak, Suriye vs. gücenmesin diye, Kürdlerle ilgili, sağlıklı incelemeler yapılamıyordu. Kürdlerle, Kürdistan’la ilgili sağlıklı haberler ve yorumlar da çok sınırlıydı. Batı’da, Bu tutuma istisna olabilecek çalışmalar, elbette vardır.
Devletler, Kürdistan bölgesinde arkeolojik kazılar yapmak isteyen yerli ve yabancı arkeologlarla sözlü veya yazılı bir anlaşma yapmaktadır. Elde edilen buluntuların hiçbir zaman Kürdlerle İlişkilendirilmemesi gerekir. Veya bu buluntularla ilgili olarak Kürdleri ima eden bir değerlendirme yapılmayacaktır. Aksi kazı ruhsatı iptal edilecektir.
Örneğin, Cumhuriyet döneminde, 2000’lere kadar, ilk çağlarda, Mezopotamya’yla ilgili çalışmalar yapan arkeologlar, tarih yazıcıları vs. Sumer, Akat, Babil, Elam, Hitit, Urartu vs. gibi halklardan, bu halkların konuştuğu dillerden söz ediyor, Kürdlerin, Kürdçe’nin hiç adını anmıyordu. Kürdleri çağrıştırabilecek halklardan söz etmiyorlardı. 2000’leden sonra, Hurri, Guti, Kassit, Subari, Nairi, Lulubi, Mitanni, Med, gibi kategorilerden söz edilmeye başlandı ama, bu halkların Kürtlerle ilişkili olabileceğine dair cümle kurmaktan özenle kaçınıldı. Halbuki, söz edilen bu halkların yaşadığı alanların hep Zağroslar çevresi olduğu görülüyor. Tarihte, Kürdlerin yaşadığı alanların da hep Zağroslar çevresi olduğu yakından biliniyor. Zağroslardan, Torosları takip ederek Akdeniz’e kadar uzana bir hatta istikrarlı olarak hep Kürdlerin yaşadığı görülmektedir.
Halbuki, Kürdler, Kürdçe, Kürdistan, Mezopotamya’da çok önemli, tarihsel, toplumsa ve siyasal bir kategoridir. Tevrat, İncil Kur’an gibi kutsal kitaplarda sözü edilen Tufan Kürdistan’da gerçekleşmiştir. Nuh’un Gemisi Cudi (Ararat) üzerine oturmuştur. Tevrat’da Cudi’nin de Ararat (Sararat) olarak anıldığı vurgulanmaktadır. Gılgamış destanında Gılgamış’ın arkadaşı Enkidu, (dağdan gelen adam) Kürd’dür. Gılgamış adı bile Kürdçe’dir. Büyük öküz. Bu Gılgamış’ın da Kürd olabileceğini göstermektedir. Gılgamış destanında adı geçen Sedir ormanlarının, (katran ormanlarının) bekçisi Humbaba ise, Akad, Babil, Sami kökenli olabilir. Destanda, Gılgamış’ın ve Enkidu’nun, birlikte, Humbaba’ya karşı geliştirdikleri bir mücadele anlatılmaktadır.
Kürdlerin, Kürdistan’ın bilimsel çalışmaların dışında tutulması, bilim yöntemi açısından şüphesiz çok büyük bir sakıncadır. Ama, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması, asimilasyon politikaları böyle bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Bu politikalar, uygulamalar, Kürdleri dostsuz bırakmış hasımlarının sayısını çoğaltmıştır. Bu bölünme parçalanma, paylaşılma süreci o kadar köklüdür ki bilim alanına bile yansımıştır. Bunu, aslında bilimin, düşün hayatının kirletilmesi olarak değerlendirmek gerekir.
Kürdçe, Kürdler, Kürdistan bilimsel çalışmalarını dışında tutulduğu için, Sumerce-Hititçe gibi dillerle Kürdçe’nin ilişkisi incelenememiştir. Halbuki, Sumerce ile ilgili birçok bilinmezlik, Sumerce-Kürdçe karşılaştırması sürecinde açıklık kazanabilir.
Kürdlerin, Kürdçe’nin, Kürdistan’ın inkarı Kürdlerin kültürel değerlerinin, örneğin folklor değerlerinin gasbıyla birlikte yürüyen bir süreçtir. Bu gasp sürecinin sonsuza kadar sürüp gitmesi için, Kürdlerin ülke ve ulus bilincine ulaşmamaları gerekir. Bu doğrultuda her türlü önlemin alındığı biliniyor. Bütün bunlara devletsizlik neden olmaktadır. Bir devletiniz yoksa, müze bile kuramazınız.
Kürd folklor ürünlerinin gaspıyla ilgili kısa bir açıklama yapmak gerektiğini düşünüyorum. Türk Halk Müziği uzmanları, Kürdistan’da, köy köy dolaşarak, Kürd klamlarını, stranlarını vs. derliyorlardı. Bunları, melodilerini çarpıtarak, sözleri Tükçeleştirerek, radyolarda, Tük müziği olarak sunuyorlardı. Türk Halk Müziği Koro Şefi Muzaffer Sarısözen (1889-1963), eşi,(1951-1956) Neriman Altındağ Tüfekçi (1926-2009), bu konularda çok çaba sarfediyorlardı.
Kürd köylerinin basın mensuplarıyla birlikte dolaşıyorlardı. Kendi aralarında, halkın ilkel yaşamından söz ediyorlardı. ‘Halk çok ilkel, evleri barkları ilkel, elbiseleri giyim-kuşamları ilkel, yemeleri içmeleri ilkel vs diyerek.’birbirlerine izlenimlerini anlatıyorlardı. İlkel, ilkel diye diye, Kürdlerin bütün müzik ürünlerini topluyorlar, bunları Türkçeleştirerek Türk müziği olarak sunuyorlardı. Ama şunu hiçbir zaman düşünmediler: İlkel dediğimiz bu halk bu müzikleri nasıl yaratmış, Bu müzik ürünler neden bizde yok… Daha önemli olarak da, neden bu ürünleri çalıp Türk müziği olarak sunuyoruz… Kürdçe neden yasak, bu müziklerin radyolarda çalınması neden yasak vs… Biz ne yapıyoruz? Resmi ideoloji böyle bir şey…
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra, bu tür çalışmalar, daha da hızlandırıldı, yoğunlaştırldı.
***
Bu açılardan bakıldığı zaman, Yakındoğu tarihinin, Ortadoğu tarihinin, Kürd, Kürdistan, Kürdçe gibi toplumsal, siyasal ve kültürel kategoriler dikkate alınarak yeniden yazılması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Çünkü bu kategoriler, fiili olarak, zaten bütün toplumsal siyasal ilişkileri etkilemektedir. Toplumsal ve siyasal yapılar bu ilişkilere göre yeni bir şekil almaktadır. Bu bakımdan bu kategorilerin analizlere katılması büyük bir zorunluluktur. Tarihsel çarpıklıkları düzeltmek bu şekilde mümkün olabilir.
Temel Kaynaklar
Yahudilerin Kutsal kitabı Tevrat’ın ilk Çağlar’daki, Kürd/Kürdistan tarihi bakımından çok önemli bir kaynak olduğu söylenebilir. Tevrat, Kürd tarihiyle ilgili önemli ipuçları veriyor. Tevrat, Musa’dan 600 yıl kadar sonra, Babil ve Kürdistan sürgününden dönen bir kısım Yahudi din adamları tarafından yazılmıştır. Tevrat’ın, Peygamber Musa tarafından yazıldığı söylenen baştaki küçük birkaç bölümün de sonradan Yahudi din adamları tarafından yazıldığı vurgulanmaktadır.
M.Ö. 539’da Ahameni Kralı Darius, Babil’i ele geçirmiş, sürgündeki Yahudileri serbest bırakmıştır. Tevrat’daki Avesta ve Zerdüşti etkiler, bu sürgün dönemiyle ilişkilidir. Battal Odabaşı. Güneşin Krallığı, Tarih Yeniden Yazılmalı, Bölüm I, ( Ekin Basım Yayın, Mart 2016, İstanbul,) kitabında Volney’in Yıkıntılar kitabını kaynak göstererek, bu görüşü ileri sürmektedir. (s. 346) Ayrıca bk. Faysal Dağlı, Kutsal Kitaplar ve Mitolojide Kürtler, Aram Yayıncılık, 2. bs. Mayıs 2014, s. 141 vd.)
Battal Odabaşı’nın, Güneşin Krallığı birçok yerde Subari, Sobardo gibi isimler geçmektedir. Subariler, bugün, Kürdistan’ın güneyinde yaşayan Zebarilerdir. Araştırmacılar, Barzanilerin de Zebarilerden ayrılan bir kol olduğunu vurgulamaktadır. Hewraman’da yaşayan Kürdlerin kökleri ise, Kassitlere kadar uzanmaktadır.
Heredotos’un (M.Ö. 490-425) Herodot Tarihi’nin, Birinci Kitabı Klio, tam anlamıyla Kürd Tarihi anlatımıdır. Med-Yunan savaşları anlatılmaktadır. Herodot Tarihi, çev. Müntekim Ökmen, Yunanca aslıyla karşılaştıran ve sunan Azra Erhat, Aralık 1973 İstanbul s. 21-101)
İlk Çağ Kürd tarihi bakımından çok önemli bir kaynak ise, kanımca Ksenophon’un (M.Ö . 426-355) Anabasis, Onbinlerin Dönüşü kitabıdır. Bu kitabın Kürdlerle ilgili bölümümü 1975’de Komal Yayınevi basmıştı. Daha sonra birçok yayınevi kitabın tamamını yayımladılar. Kitapda, Mado-Pers ordusu karşısında yenilgi yaşayan (M.Ö. 401), Hewler’den kalkarak Yunanistan’a dönüş yoluna giren Makedon ordusunun, Siirt-Şırnak üzerinden Karadeniz’e varmaları ve Yunanistan’a ulaşmaları anlatılmaktadır. Ksenophon, adıyla sanıyla, Karduk, Kardaka vs. diyerek, Kürdlerden, Kürdistan’dan söz etmektedir. Kürdler, işgal var endişesiyle, Makedon ordusunun geçişine engel olmaya çalışmaktadır. Kitapta, Kürd-Ermeni karşılaştırması da yapılmaktadır. Ksenophon, Hewler’de, Pers-Mado ordusuyla savaşırken çok az kayıp verdiklerini söylemektedir. Ama, Kürdlerin ülkesinden geçerken, Kürdlerle çatışırken, 3000 civarında kayıp vermişlerdir.
Arkeolog ve Antropolog Amelie Kuhrt’un Eski Çağ’da Yakındoğu (M.Ö. 3000- 330) ( Cilt I, Cilt II, Çev. Dilek Şendil, İş Bankası Yayını 4. bs. Şubat 2017, Ankara) çalışmasına da değinmenin yararlı olacağı kanısındayım.
Toplam bin sahife olan bu büyük eserle ilgili olarak, Ortadoğu uzmanı, özellikle İran, Irak uzmanı bir akademisyen şöyle söylüyor: Amelie Kuhrt bu incelemesinde, şunu vurguluyor.:. ‘Zağroslardan Torosların güneyini takip ederek Akdeniz’e kadar ulaşan, bu coğrafyada istikrarlı bir yaşam sürdüren bir halk var. Bu halk Arap değil, Fars değil…
Uzman akademisyen, Amelie Kuhrt’un bu görüşünü dile getirdikten sonra şunu da söylüyor: ‘Fakat Amelie Kuhrt bu halkın kimliğinden, söz etmiyor. Bu halkın adını vermiyor’.
Amelie Kuhrt bu halkın yaşadığı esas alanın Hewler olduğunu da dile getiriyor. Bu alanda artık, arkeolojik kazı yapılamayacağını, çünkü, yerleşim alanlarının barajlar nedeniyle sular altında kaldığını, bu alanlara yüksek apartmanlar kurulduğunu söylüyor.
Amelie Kuhrt’un Kürdleri anlattığı halde, Kürd adını dile getirmemesi dikkate değer bir durumdur. Amalie Kuhrt, uzman akademisyene göre, bölgede kazılar yapılmasını, bu kazılarda ele geçirilecek buluntuların, Kürdlerle ilişkilendirilebilmesini, ondan sonra bu halkın isminin söylenebileceğini vurguluyor.
Bunu anlayışla karşılamak gerekir. Ama şuna işaret etmek önemlidir. Amelie Kuhrt’un dile getiremediğini Ksenophon, İsa’dan önce dörtyüzlerde adıyla, sanıyla açık olarak vurguluyor. Kaldı ki, Ksenophon’dan sonra, Polybuis (M.Ö. 200-118), Strabon (M.Ö 65- M.S. 35), Pliny (M.S. 23-79) Plutarch (M.S. 46-120), Dio Casssius (M.S. 155-240), Amnianus Marcellius (M.S. 325-391) gibi Yunan ve Romalı tarihçiler, Cyrtii (Kirti, Kurti) Cardaces (Kardeces veya Kardalar) Karduhians, Gordyaenans, Korduena gibi sözcüklerle Kürdlerden, Kürlerin yaşadığı alanlardan söz ediyor.
Amelie Kuhrt’un bu değerli çalışmasının incelemekte yarar var. Arkeolog ve antropolog Amelie Kuhrt, çalışmasında, Mitanni ve Hurrilerden, Kassitlerden, Medlerden, Gutilerden…. söz ediyor ama, Kürdlerin bu halklarla bağı konusunda bir cümle kurmamaya özen gösteriyor.
Amelie Khurt çalışmasında, Ksenophon, Strabon, Polybuis, Plutarch, Pliny gibi yazarların, tarihçilerin kitaplarından da yararlanıyor. Ama bu yazarların, tarihçilerin kitaplarında Kürdlerden, ülkelerinde söz eden bölümlerini görmezlikten geliyor. Bu tutumda, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılmasıyle, bu toplumsal, siyasal ve kültürel kategorilerin bilim dışında tutulması anlayışının büyük rolü olduğu kanısındayım
Kürd/Kürdistan Çalışmalarının Geliştirilmesi
Bütün bunlar, Kürdlerin, kendi tarihlerine, kültürel değerlerine sahip çıkmaları gerektiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Kendi tarihin yazmak, Kürdlere hasım güçler tarafından yazılmış metinlerin, bir de Kürler tarafından kopyalanarak alt alta yazılması değildir. Çünkü, bu tarih, zaten, Irak, Suriye, Türkiye, İran gibi devlet çıkarlarını ön planda tutarak yazılmışlardır. Kürd, Kürdçe, Kürdistan gibi toplumsal ve siyasal kategoriler, görmezden gelinerek yok sayılarak yazılmıştır. O zaman, Orijinal tarihsel metinler üzerinde bizzat Kürd akademisyenlerin çalışması önemli olmaktadır. Belgelerin, arkeolojik buluntuların bizzat Kürdler tarafından yapılması, değerlendirilmesi önemli olmaktadır. Rus, İngiliz, Fransız, Arap, Türk, Fars arşivlerinde bizzat Kürdlerin çalışması önemli olmalıdır. Arkeolojik çalışmaların bizzat Küdler tarafından, Kürd akademisyenler tarafından yapılması çok daha önemlidir. Anti-Kürd tutumlarından dolayı, Türk, Arap ve Fars arşivlerinde tahrifat yapılmış olabileceğini de dikkate almak gerekir.
Bu çerçevede, 28 Haziran 2019 günü, nerinaazad.org sitesinde yer alan, ‘Kürt Krallığı’na ait 3400 yıllık antik Kürt şehri bulundu’ haberi dikkate değer bir gelişmeyi haber vermektedir. Musul dolaylarında yapılan kazıda, Alman arkeologlarla birlikte, Kürd arkeologların da bizzat çalışması önemlidir. Mitanni İmparatorluğu’na ait bir şehrin, bir sarayın bulunduğu vurgulanmaktadır… Kazı çalışmalarının sürdürüleceğine de işaret edilmektedir. Amelie Kuhrt’un bölgede kazı yapılmalı isteği, bu çerçevede cevap bulmaktadır.
İngiliz, Fransız, Rus, Türk, Arap, Fars Arşivleri
Rus-Kürd ilişkileri, Rus arşivlerinde Kürdler gibi konular üzerine çalışan uzmanlar şunu anlatmaktadır. 1990’larda, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Irak istihbaratından bir heyet Moskova’ya gitmiş. Kürdlerle ilgili bütün belgelerin orijinalini satın almak istemiş. Bunu, bu belgelere Kürdlerin ulaşmasını engellemek için yapıyor. İleride, bu belgeleri inceleyecek, Kürdlerin lehinde olabilecek olanları imha edecek, bazılarını da olayları olguları çarpıtarak Kürdlerin aleyhine kullanacak… Bu uzmanlar, şunu da söylüyor. Rus arşivlerinde, Kürdlerle ilgili belgeler hala var. Ama, Irak istihbarat yetkililerinin bu belgelerden satın alıp almadıkları, ne kadar aldıkları bilinmiyor.
Arşivlerde çalışmak… Bu da çok büyük devlet desteğini gerekil kılmaktadır. Bu tür çalışmaların Kürd yönetimi tarafından, devlet tarafından desteklenmesi çok büyük bir ihtiyaç olarak kendini göstermektedir. Örneğin, İran’da Şiilik çalışmalarının, İran İslam Devrimi’nden sonra geliştiği, çok büyük bir güç kazandığı yakından bilinmektedir.