'Kürtlerin herhangi bir şekilde Kürt olarak ön plana çıkması devlete batıyor'

'Kürtlerin herhangi bir şekilde Kürt olarak ön plana çıkması devlete batıyor'

İktidarın, üç Kürt kentinin belediyesine kayyım atamasının yankıları sürüyor. Mesele Kürt Sorunu'nun çözümünden çıkarak, Kürt kimliğinin yadsınmasına kazar uzanırken, devletin Kürt algısındaki çarpıklığın ülkenin geleceğine vereceği zarara da dikkat çekiliyor.

ABD'de yaşayan Kürt sosyolog Mücahit Bilici, devletin Kürtlere yönelik bakış açısıyla ilgili, "Kürtlerin herhangi bir şekilde Kürt olarak ön plana çıkması devlete batıyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti Kürtlerin görünmezliği üzerine kurulmuştur. Bakınız burada Kürtlerden beklenen yokluk değil görünmezliktir. Var olabilirsin, Cumhurbaşkanı bile olabilirsin ama Kürt olamazsın, olmamalısın. Bu yüzden devlet mecbur kalmadıkça yok etmez. Ama görünmez kılmak için her şeyi yapar" yorumunu yapıyor.

Bilici, görünmezliğin yok oluşu da beraberinde getirdiğini, Kürtlerin de henüz bunu algılayamadığını kaydediyor. Bilici, devletin Kürtlere yönelik tutumunu, "Kürtler devlet açısından arada bir yaramazlık ve hatta terör estiren evcil bir hayvan, hadi bilemediniz en fazla evcil bir insan mesabesindedir" sözleriyle aktarıyor.

Artıgerçek'ten Jinda Zekioğlu'nun haberine göre, Kürtlerin hiçbir zaman yuları kendi eline almasına, zincirini kırmasına izin verilmediğine değiniyor ve ekliyor:

"Kürtlerin isyan ve itiraz kabiliyet ve potansiyelleri yanlış yerlerde heder edilmiştir, edilmektedir. Silahlı bir örgüt, silahla Kürtlerin azınlık olduğu 80 milyonluk bir ülkeyi demokratikleştireceğini sanıyor ve bunun için kendisinden nefret eden bir topluma, zorla, aşık olduğunu söylüyor. Bugün Türkiye’de silahla en fazla AKP ve MHP gibi partilerin faşizmlerini büyütürsünüz. Silah, Kürtlerin Türkiye’deki özgürleşme sürecine bir engel haline gelmiştir. Silahlı örgüt, Kürtlerin sivil, demokratik mücadelesini ipotek altına alan ve meşruiyetini yok eden kullanışlı bir enstrümana dönüşmüştür.

Silahla demokratikleştirmek ne kadar gülünç ve anti-demokratik bir pozisyon ise, Türkiye’de gerçek muhalefet konumuna gelen ve demokrasinin yükünü (Kürtler sayesinde) çeken meşru siyasi partinin de bir yandan tüm Türkiye’nin partisi iddiasında bulunurken, öbür taraftan o toplumun yasadışı gördüğü silahlı örgüt karşısında hükümsüz kalması gibi bir çelişki var. Bu çelişkiler Kürt siyasetinin yapısal sorunlarıdır ve bu çelişkiler çözülmedikçe Kürtler hep iki arada bir derede, bıyıkla sakal arasındaki meşruiyet arafında dayak yemeye devam edecekler.

Türkler Kürtlerden nasıl korkacak? Ya da Türkleri Kürtlerin sırtından indirip eşit yol arkadaşı haline getirmek için ne yapmalı? Ya iki taraf da birbirinin korkusunun esiri olarak eşitlenecekler. Ya da iki taraf birbirine saygının fazileti ile eşitlenecekler. Üçüncü bir yol yok. Bunlara alternatif olarak sunulan, ümmet, kardeşlik, şefkat gibi söylemler esirin tarla kölesi olmaktan ziyade evin evcil insanı olarak muamele göreceğini söyleyen gayrihukuki zırvalardır. Saygının temelinde her zaman korku vardır. Başta Allah, insanlar korku duymadıkları hiçbir şeye saygı göstermezler. Ya bu faydasından mahrumiyet korkusudur ya da gazabına uğrama korkusu.

Kürtlerin saygıyı elde etmesi önlerindeki birincil meseledir. Bu da muhataba bunu kabul ettirmeyi, aksi durumu büyük bir maliyete dönüştürmeyi gerektirir. Kürtler bu maliyeti üretmeden, Türk kitlelerinin gaflet, bencillik ve hakim psikolojilerini kıramazlar. Peki bu maliyet nasıl üretilecek? Demokratik kitle çağındayız. Kürtler onlarca milyonluk devasa bir nüfusa sahip, örgütlü ve sivil hareket etmeleri durumunda bağımsızlık dahil her türlü hakkını evet söke söke alabilecek bir kitledir. Peki neden bu gerçekleşmiyor? İki büyük sebep söyleyebilirim: Birincisi, Kürtler merhamet değil, haklar çağında olduğumuzu henüz anlamış değil. Acındırmaya ve sempatiye ayrılan enerjinin çok az bir kısmı eğer “tanınma”ya ayrılsaydı, bugün Kürtler şimdiki üzücü halde olmazlardı. İkinci sebep ise geçmişte Kürt kimliğinin varlığının tanınmasında tartışmasız rolü olan silahlı şiddetin, bugün Kürt kimliğinin eşitlik kazanması önünde bir engele dönüşmesi söz konusu. Silahla dağda mücadele edersin. 

Eğer demokrasi mücadelesi vereceksen bu silahla olmaz. Kürtler, Türkiye içinde silahlı şiddetten mutlak boşanıp sivillikte radikalizme geçerlerse o zaman Türk devleti ve Türkiye toplumunun gafil kısmı hakikatle yüzleşmek ve bedel ödemek zorunda kalacaktır. İşte o zaman Kürdü kaybetme korkusu ilk kez onu kazanma amaçlı saygıya dönüşecektir. Bugün Kürd’ün Türkiye’de sadaka dışında adı yoktur. Bu konuda veren el, alan elden üstündür. Bu yüzden eşitlik verilmez kazanılır; alınmaz hak edilir. Bugün Türkiye’de Kürt siyasetinin ne istediği net değildir. Kürtler adına ne istediği meçhuldür. Ne istediğini isteyen bilmiyorsa, duyması beklenenin onu vermesi mümkün değildir. Siyasette netlik bir fazilettir ve kitlesel bilinç üzerinde etkili bir silahtır. "