Liberal-İlliberal çatışmasında Türkiye tarihin tersine düştü, ağır kaybedecek
İkinci Dünya Savaşı Türkiye’ye tarihi bir fırsat sunmuştu. Savaş sırasında Nazi Almanyası saflarını destekleyen Türkiye, Stalin’in büyük öfkesiyle karşılaşmıştı.
Savaş sırasında Nazilere hem destek olduğuna ve ülkesindeki müslümanları tahrik ettiğine inandığı Ankara’dan ağır taleplerde bulunmuştu: Ardahan, Kars’ın Sovyetler Birliği’ne iadesi ve Boğazlar’da üs…
Stalin bu talebi, Moskova konferansı sırasında İngiliz ve Sovyet heyeti arasında 19 Aralık 1945 tarihinde Kremlin Sarayı'nda bir görüşme yapılırken İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin ve beraberindekileri bizzat dile getirdi…
İngiltere heyeti, bu görüşmenin tutanaklarını, ertesi gün Amerikan heyetine de verdi ve tutanakları içeren belge, Amerikan arşivlerine girdi.
O dönem yoksul bir üçüncü dünya ülkesi olan Türkiye için altın bir fırsat sundu bu talepler. Komünizm korkusuna kapılmış Batı İttifakı için Türkiye ve Yunanistan cephe ülkesi olarak kabul edildi ve iki ülke NATO’ya alındı. Bu karar Türkiye’yi Batı cephesine ve sınırlı da olsa bir kalkınma yoluna soktu.
Üstelik Sovyetler Birliği ile çatışmacı bir ilişkiye girmesine gerek kalmadan. Kafkaslar başta olmak üzere Sovyet etki alanından uzak duran Ankara, en önemli sanayi yatırımlarını Moskova’nın desteğiyle gerçekleştirdi.
Soğuk Savaşın en yıkıcı etki ve sonucu, komünizmle mücadelede her türlü yolun mübah görülmesi, sivillerden çok askerlerin muhatap alınması ve Amerika’da NATO eğitimi adı altında işkenceci ve darbeci subay kadroları yetiştirilmesi oldu.
Türkiye, stratejik konumu itibariyle Batı için hep önemli oldu, bugün olduğu gibi. Batı medeniyetinin en temel ilkelerinden tamamen kopmasını, hak-hukuk sistemini sıfırlamasına rağmen kör-topal bir ilişki sürdürmeyi başarabilmesini hâlâ bu konuma borçlu.
Ama Batı ile ilişkisini sadece bu konum üzerinden sürdürme artık bir sona gelmiş görünüyor. Dünya, liberal ve illiberal sistemler arasında bir kavga dönemine giriyor. Giderek İslamcı ve ırkçı bir karaktere bürünen Türkiye rejiminin 1950’lerde olduğu gibi “liberal kamp”a girmesi imkansız. Böyle bir şansı yok.
Korona sonrası dünyada Erdoğan’ın kankası Trump ve zihniyetine yer olmayacak. Putin ve Erdoğan’ın her nedense kankası haline gelmiş olan Trump, korona ile mücadele başta olmak üzere ırkçı polis şiddetiyle mücadelede başarısız oldu. Şu an itibariyle dünyada koronadan kaynaklanan can kayıplarının neredeyse dörtte biri Amerika’da gerçekleşmiş durumda.
Seçimi kazanma hırsıyla normalleşmeye hastalık tamamen yenilmeden dönmeye çalışan ve bu hedef doğrultusunda Cumhuriyetçi valileri zorlayan Trump, vaka ve can kaybı sayısına tavan yaptırdı. Demokrat New York ile Cumhuriyetçi Teksas ve Florida’ya bakmak bilimsel akıl ile şaklaban dinci siyaset arasındaki açık farkın sonuçlarını net olarak görebilir.
Hiçbir şey yapmadan olanı biteni izlemekle yetinen Biden ile Trump arasındaki fark her yeni korona vakasıyla daha da açılıyor. Son ABC anketine göre fark şu an itibariyle yüzde 15 civarında. Obama organizasyonunda kurulan demokratik cepheye sağduyulu cumhuriyetçiler de destek veriyor. Bernie Sanders’in temsil ettiği ilerici kesim bu ittifakta önemli bir ağırlığa sahip…
Özetle Trump kesin olarak gidici... İnsan hakları, eşitlik, hukukun üstünlüğü, demokrasi kavramlarını savunan ve talep eden kesimin desteklediği Biden’ın yeni başkan olması kesin. Bu tablo sadece Amerikan iç politikasına değil, dış politikasına da etki yapacak. Türkiye’nin son Suriye işgal hamlesinin Amerika’da yarattığı tepki ortada. İnsanların hâlâ hafızasında. İslamcı-Türkçü rejim ve eylemlerine tepki gerçek ve güçlü.
“Önce Amerika” diyerek göreve gelen ama diktatoryal rejimler için iş tutan Trump, Batı İttifakı’nı zayıflatan bir işlev gördü. Bu itibarla, Moskova ve Beijing’in çıkarlarına hizmet etti denilebilinir. Yılbaşı itibariyle bu tablo değişecek. Korona sonrası yeni bir dünya düzeninin kurulması çalışmaları başlayacak. Bu dünya düzeni liberal ve illiberal sistemler arasındaki rekabeti yansıtacak. Yakın zamana kadar Amerika’nın temsil ettiği liberal düzen ile Çin’in temsil ettiği illiberal düzen kavgası.
Demokratlar yeni düzenin düşünsel altyapısını oluşturmaya başladı bile. Foreign Affairs’in son sayısına yazan “Bir sonraki Liberal Düzen” başlıklı bir makale kaleme alan G. John İkenberry, yeni düzenin temel hatlarını çizdi:
“Güvenlik, insan hakları ve politik ekonomi gibi konular bugün liberal demokrasiler için illiberal demokrasilerden farklı olarak ortak çıkar alanlarıdır…
Birbirine daha yakın, ortak değerleri paylaşan ve ittifaklarla bağlı bir demokrasiler kulübü, birbirine bağımlılığı daha iyi yöneterek liberal uluslararasıcı yeniden canlandırabilir...
Küreselleşme serbest ticaretin önündeki engelleri azaltmak ve ekonomileri ve toplumları entegre hedefine sahipti. Liberal uluslararasıcılık, küreselleşmenin aksine birbirine bağımlılığı yönetmeyi hedeflemektedir.
Amerika Birleşik Devletleri için liberal sistemi kurtarma çabasından vazgeçip sadece süper güç rekabetine dayalı bir stratejiye yönelmek vahim bir hata olacaktır. Bu durumda ABD, özgün fikirleri ve liderlik kapasitesinden vazgeçmiş olacaktır ve Çin ve Rusya gibi, anarşi dünyasında var olan diğer bir güçlü ve büyük ülkeye dönüşecektir. Oysa ABD tarihi, kurumları ve inançları itibariyle diğer bütün süper güçlerden farklıdır.
Asya ve Avrupa devletlerinin aksine diğer süper güçlerden okyanusla ayrılmış bir ülkedir. 20’nci yüzyılda diğer büyük güçlerden farklı olarak açık ve post-emperyalist vizyon sunabilen tek ülkedir. Herhangi bir devletten daha fazla biçimde kendi çıkarlarını karşılıklı kural ve normlar üzerinden savunan, bu sayede Amerikan gücünü çoğaltan ve meşru hale getiren bir ülkedir. Bütün bunlar şimdi neden sokağa atılsın ki?”
Özetle, NATO benzeri bir liberal kulüp kurulmasına tanıklık edeceğiz bir süre sonra… Dışarıda kalanın başta finans olmak üzere her türlü teknolojik gelişimden dışlanabileceği veya çok pahalıya elde edebileceği bir dönem açılacak.
Başını Amerika’nın çektiği, Avrupa Birliği’ni, Japonya’yı, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda ve kimi Güney Amerika ülkelerini kapsayacak bu kulüpte Türkiye’nin yeri olmayacak, olamayacak…
Her gün Türkiye’nin daha yoksullaştığı, yalnızlaştığı, dışlandığı bir gün olacak. Türkiye ve halklarının zaten zor olan durumu daha zorlaşacak. En kötü henüz görünmedi ve yaşanmadı.
Ergun Babahan Ahval