'Osmanlı Kürdistanı'nın Suriye ve Irak Devletlerine Bölünmesi'
Dr. Azad Ahmed Ali tarafından kaleme alınan “Osmanlı Kürdistanı'nın Suriye ve Irak Devletlerine Bölünmesi” adlı araştırmanın ilk baskısı Rûdaw Araştırma Merkezi tarafından yayımlandı.
Beş bölüm ve 27 fasıldan oluşan bu çalışma, Arapça ve Kürtçe kütüphanelere kazandırılmış önemli bir araştırmadır. Yazar bu kitapta, birden çok kaynak ve referanstan yararlanarak kanıtlara ve belgelere dayanarak, ön hipotezlere dayalı bilimsel bir yöntem izlemiştir. Bu sayede Osmanlı Kürdistanı'nın tanımından başlayarak araştırmasının dayandığı ana noktaları özetliyor ve daha sonra tarihi dönemlerden geçerek günümüze kadar geliyor.
Yazar, “sürdürülebilir (payidar) uluslar” kavramını tanıtırken, Kürt mirlikleri ve bağımsız yapıları ile ilgili bir dizi yeni fikir sunuyor. Bunlar “devlet önceki formlara ait toplulukların kendilerini ifade etme ve kendi toprakları üzerinde özyönetim ve egemenlik hakkı talep etmesi” olarak tanımlanmıştı.
Araştırma, halkların devamlılığının kanıtı olan kırsal mimari tarzının benimsendiği çok eski tarihi dönemleri Fırat’ın doğusundaki Cezire bölgesinde Araplaştırma ve Kürt varlığının ve özgünlüğünün inkar politikasının ortaya çıktığı daha sonraki dönemlere bağlıyor.
Yazar, karmaşık tarihsel konular üzerine yapılan bu ayrıntılı araştırmanın çeşitli tarihsel, coğrafi, politik, demografik, entelektüel ve dilsel yönlerini de ele almış, belirsizlik ve ikilemin gölgelediği konulardaki kafa karışıklığını gidermeyi amaçlayan materyallerle kütüphaneleri zenginleştirmek istemiştir.
“Osmanlı Kürdistanı'nın Suriye ve Irak Devletlerine Bölünmesi” kitabında yazar Kürt toplumunun köklerinin izini sürmüş ve çeşitli tarihsel dönemler boyunca politik olarak nasıl geliştiğini araştırmıştır. En nihayetinde bunlar “Osmanlı Kürdistanı” kavramının temeli haline getirmişti. Yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu'nun kontrolünde olan Kürdistan coğrafyasında bu kontrolün çeşitli alanlardaki sonuçlarını, coğrafi, tarihi, siyasi, ekonomik, demografik ve milliyetçilik ile bunların Kürt halkının bugünü ve geleceği üzerindeki yansımalarını aktarmaya çalışmıştır. Bu halkın özgünlüğünün yanı sıra, kuzeyden toplu göçlerle gelen Osmanlıların ve güneyden gelen Arapların her birinin Kürdistan'ın bir kısmını kendi hâkimiyeti ve kontrolü altına almasını anlatmıştır.
Araştırma hem Kürt hem de Kürdistan kavramlarının köklerine iniyor. Bu bölgelerdeki Kürt mirlikleri ve Kürt topluluklarının Arap toplulukları ile coğrafi ortaklıklarını, Kürt bölgelerini ve bu toplulukları birbirine bağlayan ilişkileri, sonrasında ise Kürt mirlikler ve bağımsız yönetimlerinin Osmanlı ile ittifak aşamasına geçişleri ve Osmanlı devleti ile birleşmeleri üzerinde yoğunlaşıyor.
Sonraki süreçter, Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altındaki Kürt toplumunda siyasi ve sivil sarsılmaya neden olan Birinci Dünya Savaşı ile ortaya çıkan dönüm noktasına değiniliyor. Bunun sonucunda bir dağılma yaşayan Kürt toplumunun siyasi rolüne de son verilir. Nihayetinde Kürtler millet olarak siyasi egemenlik hakkını kaybetmiş, birleşik bir devlet kurma fırsatını ıskalamıştır.
Çalışmanın ortaya çıkardığı önemli sonuçlardan biri de şudur; Osmanlı edebiyatında hem “Kürt” hem de “Kürdistan” isimleri sıklıkla geçmektedir. Bu, Türk milliyetçileri iktidara gelene kadar devam etti, dolayısıyla ilk adım olarak adı gizlendi. Daha sonra çarpıtılarak resmi, idari ve siyasi kitap ve belgelerde adı yasaklandı akabinde de “Kürdistan” kelimesini dile getirenler cezalandırıldı. Oraya “Güneydoğu Anadolu” bölgesi denilmeye başlandı.
Çalışma, Osmanlı Kürdistanı kavramını şöyle açıklıyor:
"Kürt hükümetlerinin ve emirliklerinin çoğunu uygar, talepkar ve siyasi etkileşimlerinin ürünü olan en son siyasi ve idari varlığı ifade eder. Bu etkileşim uzun bir süre boyunca devam edegelmiştir. Kürdistan Eyaleti olarak adlandırılan geniş bir bölge olarak resmi kuruluşu Tekvim el-Vaka' (تقويم الوقائع) gazetesinde yayınlanmıştır. Hicri 5 Muharrem 1264'e (MS 14 Aralık 1847) kadar uzanır. Bu beyan aynı zamanda Osmanlı yönetiminden bağımsızlık ve kurtuluş arayışındaki Kürt mirlikleri arasında geniş bir birlik projesine öncülük eden Bedirhan Beg hareketinin yok edilmesiyle de yakından ilgilidir.
Bu çalışma coğrafyanın, siyasetin ve tarihin çeşitli alanlarını incelemekte ve yeni sınırlarıyla bölge sınırlarının yeniden şekillendirilmesinde ve hem Suriye hem de Irak devletlerinin kurulmasında sömürgeci güçlerin rolünü tartışmaktadır. Buna paralel olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşu, (zira Cumhuriyet sitemli Türkiye, Osmanlı Kürdistan eyaletinin yalnızca bir kısmını alabildi) Birinci ve İkinci Dünya Savaşları (1920-1940) arasındaki uzun yıllar boyunca bölgenin büyük bir kısmı hem Suriye hem de Irak devletlerinin hakimiyetine geçti.
Daha sonra Kürdistan'ın bazı bölümlerinin bu iki yeni devlete nasıl ilhak edildiğini ve "başarılı sömürgeci güçler tarafından hazırlanan bir dizi uluslararası anlaşmaya göre bu iki devletin parçası haline geldiğini" anlatıyor.
Kitabın başlığından da anlaşılacağı üzere Osmanlı Kürdistanı'nın çökmesine neden olan siyasi ve tarihsel düğümün köklerinin araştırılması çerçevesinde önceki çalışmalarda ele alınmayan birçok soruya da cevap verme çalışıyor. Bunların "Arap akrabalığı" fikriyle yakından ilişkili olduğu ve araştırmada bunun tarihsel arka planında Suriye ve Fırat’ın doğusu ile Irak'ta geniş bir alan üzerinde Arap egemenliğinin ortaya çıkışını irdeliyor.
Bu durum hem Suriye hem de Irak devletlerinin mevcut sınırlarıyla oluşumuna yansımış, hem Kürt toplumunun özelliklerini tanımamış, hem de Kürt toplumun Arap toplumu içinde parçalanma (sindirilmesini) sürecini devam ettirmiş ve Arap elitlerinin büyük bir kısmı da bunu desteklemiştir.
Tüm bu tarihi, coğrafi ve siyasi hataların birleşimi, yazrı Arapça ve Arapça olmayan hikaye ve anlatılarda sunulan gerçekleri incelemeye yöneltmiştir. Öncelikle Osmanlı Kürdistan eyaletinin oluşum öyküsünü ve ikinci olarak bu eyaletin topraklarının büyük bir kısmının hem Suriye hem de Irak topraklarına devredilmesi incelemeye değer bir konudur. Dolayısıyla bu devletlerin coğrafi, doğal ve idari sınırlarının araştırılması önemlidir.
Bunların yanında iskân ve nüfus dağılımı ile ilgili hususlara da dikkat edilmelidir. Bu, "Kürtlerin Suriye'ye kitlesel göç şeklinde geldiği" iddiasına yanıt verilmesi açısından oldukça önem taşıyor. Bu, Fırat’ın doğusunda (Cezire bölgesi) Kürtlerin varlığını reddeden tüm Arap hükümetlerinin söylemi olmuştur. Araştırmada “sürdürülebilir toplum” olarak adlandırdığı toplumun özgünlüğü ve özellikleri kültürel olarak çeşitli ve coğrafi olarak geniş bir toplum olmasıyla orantılıdır.
Sürdürülebilir halkların özgünlüğü
Çalışmada “Payidar yada sürdürülebilir toplum” kavramına önemli bir bölüm ayrılıyor. Bu, herhangi bir erken devlet biçiminin ortaya çıkmasından önce bir coğrafi bölgede organize bir sosyal varlık olarak yaşayan eski toplumları ifade ediyor.
Yani bu dilsel ve kültürel kimlik tarihin başlangıcından bu yana şekillenmiştir. Daha sonra, birçok uzun tarihsel döneme damgasını vurmuş ve toplumsal üretim sistemine kırsal ve tarımsal bir yaşam tarzı hakim olmuştur. Kendi kendine yetebilecek bir seviyeye ulaşmışlardır. Ancak bunun aksine toprağa ve tarıma bağlı olmayan göçebe halklar ise askeri, disiplin ve güç hiyerarşisi açısından daha organize olmuştur. Kırsal topluluklarda sosyal itici güçler yoksulluktan ve topluluğun sürekli göç etme ihtiyacından doğar.
Araştırma, “Payidar toplumların” özelliklerini kanıtlamak için bu tür toplumları öncelikle ulusal kimlikler olarak tanımlamaya yöneliyor. Bu, araştırmacının, kitabın bir bölümünden fazlasını, tarihsel dönemler boyunca Kürt halkının ve Kürt adı olarak Kürt kimliğinin incelenmesine ayırmasına olanak tanıyor.
Araştırma daha sonra arkeolojik belgelere dayanarak hem Kürt hem de Kürdistan isimlerinin kökeni inceleniyor. Kurd veya Kurda isminin, Fırat Nehri üzerindeki Mari Krallığı'ndaki Zmerlim sarayında bulunan eski bir çömlek parçasında bulunduğu söyleniyor. Sarayın tarihi M.Ö. 2. binyıla kadar uzanıyor.
Araştırmada, Dr. Cemal Ahmed Raşid’in bir yazısından alıntılanan şu sözlere yer veriliyor: "Suriye'nin güneydoğusunda yer alan Cezire bölgesi, tarihin başlangıcından bu yana hikâyelerini antik Hitit ve Babil tabletlerine yazan tarım alanlarıyla ünlüdür. Bu yerleşim yerlerinin en ünlüsü Tel Barak olarak da bilinen Nilabshino'dur. Bu bölgenin topoğrafyası, Habur Nehri vadisinde kurulmuş olan Ork krallığı Hori'nin yanı sıra Aşnakkom (Şehrbazar) ve Kakhat (Tel Bari) bölgeleriyle de doğrudan ilişkilidir. Bunların hepsi Takhtakurinler'de Kürt ülkesi (Mat Kurda Ki) olarak bilinen ülkeyi çevrelir. Bu, kuzey Haseke'deki Habur Nehri üzerindeki, Amuda Vadisi'ndeki ve bugün Çaqçaq olarak bilinen Tel Aswad'daki tüm bölgeyi kapsamaktadır.”
Bu temelde topografik biçim (Kürtçe) bizce, Kürt ulusunun bugün bilindiği çağdaş isme en eski ve en yakın tarihsel biçimdir.
Çalışma Herodot'un bize aktardığı eski Aramice, Roma, Asur ve Sümer metinlere de yer veriyor. Arap Buldanlıların geride bıraktığı yazılarda da Kürtlerin ve Kürdistan'ın kimliğini aramaya devam ediyor. Bölgenin Yunan ve daha sonra Roma egemenliği sırasında Kurdokhi isminin diğer isimlerden daha ünlü olduğu tahminine yer veriliyor. "Kürtler Bahtan Nehri'nin güneyinde yaşıyor" diyor. Yani Kuzey Kürdistan'daki Botan Nehri. Bu nehrin Dicle'ye döküldüğü yer Kürt bölgesinin batı sınırıydı. Sınırları da güneyde kayalık alanların sonu olan Mansouria köyü bölgesinde sona eriyordu. Dolayısıyla Kürt anavatanı bugünkü Botani bölgesini de içeriyordu.
Bu tartışmaya ilişkin içerikler arasında Arapça rivayetler büyük bir yer tutuyor. Özellikle İbn el-Vardy, Makdisi, Taberi, Mes'udi, Bilazari, İbn el-Faqī ve İbn Fazlallah 'Umar gibi şahsiyetlerin eserleri. Araştırmaya göre Kürtçe adı Arapça sözlüklerde ve anlatılarda yer alıyor. İslami dönemde daha derin bir anlam kazanıyor. “Kürtler belirli ve geniş bir etnik grubu ifade ediyor. Araplarla birlikte yaşayan bir halkın adıdır.”
Aynı bağlamda araştırmada Fırat Ceziresi isminin köklerine de değiniliyor. Ancak Suriye hükümetinin söylemindeki ve bazı Arap anlatılarındaki anlayıştan farklı bir şekildedir bu. Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki araziye atıfta bulunarak sıklıkla Suriye Ceziresi veya iki nehir arasındaki ülke olarak anılır. Bu, Ebu Fida el-Eyyubi'nin şu görüşüne dayanmaktadır; "Ada, Dicle ile Fırat arasında bir ülkedir.
İbn Fazlallah el-'Umari şöyle diyor; "Kürt ülkesinin sınırları Fırat Nehri'nin tamamını olmasa da çoğunu kapsıyor." Bu, Kürt ulusunun ve sınırlarının belirlenmesinde eşi benzeri görülmemiş bir adımdır. Bu aynı zamanda bölgeye birleşik bir ulusal karakter kazandırmakta, nüfusun çoğunluğu için sınırları aşmakta ve bölgeyi Kürtler dışında daha geniş bir coğrafi alana yaymaktadır. Aynı zamanda bir dizi başka sürdürülebilir (payidar) ulus ve toplumu da içerir. Bu toprakların neredeyse tamamı Kürt ülkesi çerçevesinde sınıflandırılır.
Kürt mirliklerinden Osmanlı Kürdistanı’na
Araştırma şunu ortaya koyuyor; “Kürt mirlikleri kendi dönemlerinde gelişmiş bir özyönetime sahipti. Öyle ki o zamanın geleneksel dünyasında eşi ve benzerine az rastlanan bir durumdu. Söz konusu özerk yönetimler her alanda çalıştılar ve güzel ilerlemeler kaydettiler. Özellikle inşaat ve mimari alanında, örneğin Abbasi halifeliğinin temeli olan dost devlet Mervani (MS 973-1094) mirliği. Bu gelişmiş Kürt imparatorluğu, Suriye ve Fırat Yarımadasındaki Eyyubi emirliklerinin ortaya çıkmasına bile zemin hazırladı.”
Daha sonra Osmanlı yöneticilerinin, iktidardaki Kürt mirlikleri arasında nasıl sorun ve çatışma yarattığı anlatılıyor. Bu, sosyal ve ekonomik içeriğe sahip medeniyet merkezlerinin kendi mücadelesinin yanı sıra yerel özerkliği bulanıklaştırma ve merkezi otoriteyi sağlamlaştırma politikasının bir parçasıydı. Dolayısıyla o dönemde Botan Mirliğini ortadan kaldırmak ve ulusal mührünü kırmak için Fırat adasının üç önemli medeniyet merkezi arasındaki (Musul, Cezire ve Amed) çatışmanın kökenlerinden yararlandılar. Ardından 1847'den 1868'e kadar yani yaklaşık 21 yıl süren bir dönemde Osmanlı Kürdistan eyaleti kuruldu.
İngiliz Mark Sykes ve diğerlerinin etnografik ve coğrafi araştırmalarının sonuçlarına dayanan araştırmada şöyle bir sonuca yer veriliyor: “19. yüzyılın sonlarına kadar Deyrizor nüfusunun çoğunluğu Kürt’tü. Bazıları Arapça bile bilmiyordu.”
Ama daha sonra şunlar ekleniyor: “Deyrizor'un bu orijinal medeni Kürt toplumu sosyal çevresinden izole edildi ve yavaş yavaş dilini, kültürünü ve geleneklerinden uzaklaştı. Bu durum özellikle Birinci Dünya Savaşı'nın Osmanlı İmparatorluğu'nun idari yapılarını parçalamasından sonra belirginleşti. Bunlara Kürdistan eyaleti ve Fırat Ceziresi de dahildi. Böylelikle Fırat’ın doğusundaki ovalar kentlerden izole edildi, zayıf ve sallantılı bir toplum oluştu, çoğu bölgesinde göçebe yaşamı devam ettirdi ve bir dönem ovalarda yaşayanlar kırsal kesimde yaşamaya başladı.”
Sonraki süreçte Deyrizor'daki Kürt ailelerin, Kürt aşiretlerinin kırsal çevreleriyle bağları koptu ve Arap aşiretlerinin kentte giderek hakim hale gelmesiyle Arap etkisi altına girdi. Fransa daha sonra çeşitli uluslararası anlaşmalarda yer alan siyasi anlaşmalara uygun olarak Fırat'ın doğusundaki bölgeyi (veya Cezire'yi) Suriye'ye ilhak etmeye çalıştı. Böylece Suriye'nin kuzey ve doğu sınırları, hem Türk hem de Irak hükümetleriyle yapılan sınır anlaşmalarına uygun olarak belirlendi.
Araştırma ayrıca aşiret mübadelesi ve göçebelerin Fırat adasının sosyal yapısı üzerindeki etkisini de ele alıyor. Bu, demografik değişim ardından siyasi dengeyi öyle bir değiştirdi ki, bazen silahlı saldırılar ve işgal şeklini aldı. Bu durum, nehir kıyıları boyunca kasabalarda ve dağınık köylerde yaşayan yarı istikrarlı Kürt topluluklarının da çökmesine yol açacaktır. İki büyük göçebe kabile olarak bilinen Şammar ve Anaza kabilelerinin göçü, sosyal ve siyasi açıdan büyük bir deprem olarak kabul ediliyor ve bu göç Cezire ile Irak'ın tüm kadim topluluklarını silip süpürmüştür.
Öte yandan manda politikası, göçebe Arapların bu bölgelere yerleşmesinin hızlandırılmasında büyük rol oynamıştır. Bu da demografik değişime yol açtığı gibi Fırat adasının Kürt kimliğini ortadan kaldırmıştır. Yıllar sonra Suriye hükümetlerinin güç ve desteğiyle Fırat adasının her tarafı fiili yerleşimlerle dolarak defakto haline geldi.
Araştırmanın özeti
600 sayfalık araştırma, Osmanlı Kürdistanı devleti projesinin 19. yüzyılın sonlarında Kürdistan bağımsızlık projesine dışarıdan veya bölgesel destek verilmemesiyle ilgili bir dizi nedenden dolayı başarısız olduğunu ortaya çıkarıyor. Buna Britanya, Almanya ve Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Kürt ulusal kurtuluş hareketlerini ortadan kaldırma konusundaki rolünü de eklenebilir.
Bütün bunların Osmanlı Kürdistan eyaletinin geleceği üzerinde etkisi oldu. Daha sonra yeni dönemde Arap toplumlarının siyasi faaliyetlere geçmesi hem Suriye hem de Irak devletlerinin kurulmasında büyük rol oynadı. Kürdistan'ın coğrafi ve demografik temellerini büyük ölçüde bozan bu yapılar Batı sömürgeciliğine hizmet ederek ve bölgesel alternatifini sağlayarak Kürdistan'ın bağımsızlığa kavuşamamasına katkıda bulunacaklardır. Kürt toplumu Osmanlı İmparatorluğunun varlığında olduğu gibi dağılmasından da zararlı çıkmıştır.