Altan Tan: Seçimden sonra o partiler siyaset sahnesinden çekilir

Kürt siyasetçi Altan Tan, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır’daki sözlerinin “PKK'yle DEM Parti’yle asla konuşmam ama silah bırakılır, demokratik mücadele seçilir, ayrı bir kulvara girilir o zaman ayrı” anlamına geldiğini söyledi.

Altan Tan: Seçimden sonra o partiler siyaset sahnesinden çekilir

Selahattin Demirtaş, Leyla Zana ve Ahmet Türk’ün bugün söylediklerinin 5 yıl önce Abdullah Öcalan tarafından dillendirildiğini belirten Tan, bu isimlerin susturulduğunu savundu.

HDP ve DEM Parti’ye eleştirilerde bulunan Tan, “Tayyip Erdoğan HÜDA PAR, Büyük Birlik Partisi gibi partilere muhtaç olduğu dönemde yüzde 10’luk oyları ile onu mecbur edebilirlerdi ama yapamadılar” dedi.

Altan Tan, seçimlerden sonra Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Saadet Partisi, Muharrem İnce'nin Memleket Partisi gibi partiler siyaset sahnesinden çekilebilecekleri tahmininde bulundu.

Eski milletvekili Altan Tan, Rûdaw TV'den Abdulselam Akıncı'nın sorularını yanıtladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Diyarbakır'daydı. Yeni bir çözüm sürecine dair bir takım mesajları olabileceğine dair beklentiler vardı. Sayın Erdoğan da, "85 milyon insanın huzuru için bir şeyler yapılacaksa, hemen yapılmalı. Türkiye, 40 yıldır bu sorun yüzünden bedel ödedi ve 40 yıl daha tahammülümüz yok. Sadece güvenlikle değil, yapılması gereken ne varsa yapıp bunu gündemimizden çıkarmalıyız" dedi. Çok açık bir şekilde söylemese de kastettiği Kürt meselesiydi. Ne demek istedi, satır aralarında ne vardı?

Öncelikle şunu söyleyeyim, beklentiler, beklenen şeye göre değerlendirilir. Ne demek bu? Erdoğan bir şey söyledi mi söylemedi mi? PKK'nin elinde silah varken, 40 yıllık ideolojisini ve silahlı siyasetini devam ettirirken Ankara'da devlet yetkilileriyle karşılıklı oturulsun müzakere edilsin, pazarlık edilsin ve bir yere varılsın şeklinde bir beklenti içinde olanlar için bir şey söylemedi. Böyle bir şeyin olması da mümkün değil.

Bunu kısaca özetleyebilir misiniz?

Dediği ve demediği şu; Mesela Kürt sorunu yoktur, böyle bir problem bitmiştir gibi cümleler kurmadı.

Ama öncesinde bunu söyledi.

Evet ama öncesinde bunu söylemişti ama 2005’te “Kürt sorunu benim sorunumdur, ne pahasına olursa olsun çözeceğim” demişti.

Hangisini dikkatle almak gerekiyor sizce?

Dikkate alınacak olan en son haldir. Hep şunu söyledi; Türkiye bir 40 yıl kaybetti, bir 40 yıl daha bu işle uğraşıp kaybetmek istemiyoruz. Sözü olan herkesle konuşuruz, konuşabiliriz ancak elinde silah olan, şiddete, teröre başvuran ve onların uzantısı olanlarla asla konuşmayız. Bu ne demek? PKK'yle DEM Parti’yle asla konuşmam ama silah bırakılır, demokratik mücadele seçilir, ayrı bir kulvara girilir o zaman ayrı. Söylediği bu.

Kısa bir süre önce DEM Parti muhatap alınmak istiyorsa kendini ispatlasın minvalinde bir cümle de kurulmuştu, bu da aynı evet yola çıkıyor.

Evet.

Peki 1 Nisan sonrasına dair aslında Erdoğan'ın da ve AK Parti kadrolarının da bu konuda adıl atılmasına gönüllü olduğuna dair kulis bilgileri var fakat MHP ile olan ittifaktan dolayı şu an böyle bir şeye girişilmiyor ya da üstü açık konuşulmuyor deniliyor. Siz de aynı kanaatte misiniz?

Ben aynı kanaatte değilim çünkü niye bu iş bir gönül meselesi, istiyorlar veya istemiyorlar meselesi değil. Siyaset karşılıklı olarak birbirini mecbur etme ve hakkını alabilme alma sanatıdır. AK Parti'nin içinde bu meselenin hakkaniyetle çözülmesini isteyenler var. Hakkaniyet ne demek? İslami, insani, vicdani, Avrupa Birliği Kriterleri, demokrasinin genel kriterlerine göre çözülmesini isteyenler var. Ama belki bunlardan daha fazla da istemeyenler var. Yani AK Parti bir bütün olarak böyle bir şey istiyor veya istemiyor şeklinde değil.

Erdoğan'ın tek başına istiyor olması yeterli değil mi?

Erdoğan'ın da tek başına istiyor olması yeterli değil çünkü tek başına bu işin üstesinden gelebilmesi bütün çevresini, devleti ve yapıyı sürükleyebilmesi de mümkün değil. Tabii ki Erdoğan'ın istemesi önemli bir faktördür çünkü Erdoğan önemli bir güçtür, ikna kabiliyeti yüksektir, ikna edebilecek imkanları vardır. Ama bu tek başına olacak bir iş değildir. Şimdi burada sorun ne? Kürtlerin veya demokrasi güçlerinin başta Erdoğan olmak üzere devleti ve AK Parti’yi bir şeylere mecbur bırakabilme siyasetini yapabilmeleridir. Nedir bu mecbur gösterebilme? Mesela cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan yüzde yarım, yüzde çeyrek oyu olan HÜDA PAR gibi, Büyük Birlik Partisi gibi partilere bile muhtaç bir durumdaydı. Burada Kürtler HDP'deki yüzde 10’luk oyları ve AK Parti'nin içinde olan yine yüzde 10’a yakın oylarıyla onu mecbur edebilirlerdi siyasi siyasi hamlelerle. Yine aynı şekilde bu seçimde İstanbul seçimleri Erdoğan için hayati derecede önemli ve yine aynı şekilde hem dindar muhafazakar Kürtlerin hem de seküler Kürtlerin oyuna muhtaçtı. Burada da yürütülecek siyasetle Tayyip Erdoğan, AK Parti ve devlet bir şeylere mecbur bırakılabilirdi. Siyaset işte bu diyalogların, bu pazarlıkların, bu zorlamaların açtığı kapılarla yürür.

14 Mayıs seçimleri için fırsattı dediniz ama geçti.

Bu seçim de geçti.

Bu seçimde DEM Parti İstanbul'dan aday çıkardı. Başka ne yapabilirdi? Doğrudan çağrı yaparak biz Erdoğan'ı ve Murat Kurum'u destekliyoruz mu demeliydi?

Bunlara gelmeden önce şunu söylemek lazım. Çok meşhur bir söz vardır; “Bir gömlekte ilk düğme yanlış iliklenirse ondan sonrakilerin hepsi yanlış iliklenir.” Bunun birinci şartı PKK'nin Türkiye'de silah bırakmasıdır. Bu silah ve şiddet işi devam ettiği müddetçe ki MHP’nin de içinde bulunduğu derin devlet de PKK'nin silah bırakmasını istemiyor, çünkü silah, şiddet ve terör devam ettiği müddetçe vatandaşı konsolide ediyor, pahalılığı, işsizliği, hırsızlığı, yolsuzluğu tartıştırmıyor, “ülke elden gidiyor, vatan elden gidiyor” konseptiyle iktidarda kalıyor. Bu yüzden birinci şart, yani düğmenin ilikleneceği birinci yer silahların bırakılmasıdır, demokratik mücadelenin seçilmesidir. Bunu Abdullah Öcalan'da 2013 Newrozunda mektubuyla ilan etti, Öcalan'la Erdoğan arasında bir mutabakat, ittifak vardı. Anacak bunu Kandil, İran, Baas Partisi, ABD, Avrupa Birliği, Gülen Cemaati, MHP ve devletin içindeki derin güçler bozdular. Bu devam ettirilemedi. Esas sorun bugün silahtır, silah bırakılmadığı ve demokratik örgütlenmelere ağırlık verilmediği müddetçe bundan ilerisi yoktur.

Yakın zamanda hem Leyla Zana, hem Selahattin Demirtaş, hem Tuncer Bakırhan ve Ahmet Türk gibi Kürt siyasetin ya da DEM Parti siyasetin sembol isimleri doğrudan hükümete çağrıda bulundular. Bunu nasıl okuyorsunuz?

Bir defa bunları birbirine karıştırmamak lazım. Siz bütün sapı samanı aynı kaba koydunuz. Tuncer Bakırhan, Sezai Temelli, Tülay Hatimoğulları veya Kandil'den yapılan çağrılarla Leyla Zana'nın, Selahattin Bey'in söyledikleri aynı şey değil. Tuncer Bakırhan onlarla aynı şeyi söylemiyor. Tuncer Bakırhan, “biz kendimizi değiştirmeyelim, PKK silah bırakmadan, siyasetini ve ideolojisini değiştirmeden gelin oturalım pazarlık edelim” diyor. Böyle bir şey mümkün değil. Tuncer Bakırhan'ın veya onun gibileri bu minvaldeki sözlerin siyaseten bir karşılığı yok. Ama son dönemde Leyla Hanım'ın Selahattin Bey'in “kendi partimize oy verelim, ayrı bir güç olalım, bu kavganın içinde taraf olmayalım, neticede kim hükümet olursa, kim devletse onlarla müzakere kapısı aralayalım” demeleri ayrı bir şey. Tabi bu trajikomik bir durum çünkü 5 sene evvel Öcalan bunları söylediğimnde onu boşa çıkaran Selahattin Demirtaş oldu. Biliyorsunuz İmralı'dan, seçimlere 3-5 gün kala mektup gönderdi. Öcalan'ın 5 yıl evvel söylediklerini bu arkadaşlar söylüyorlar. Söylüyorlar demek belki belki biraz fazla olur, söylemeye çalışıyorlar. Biraz üzerlerine gidildiği vakitte geri adım atıyorlar. Mesela Selahattin Bey'in mektubu gelecekti Çarşamba veya Perşembe ama bu mektup gelmedi. Niye? Kandil'in Avrupa'daki yayın organları ciddi bir azarlamaya giriştiler, Leyla Hanım'ı da Selahattin Bey'i de, diğerlerini de. Yine trajikomik bir şey, Tülay Hatimoğulları ki partisi biliyorsunuz İmamoğlu'nu destekleme kararı aldı, Meral Danış Beştaş’a oy da vermiyorlar, partinin genel başkanının partisi Selahattin Demirtaş'a ayar vermeye çalıştı, kulağını çekmeye çalıştı. Ne dedi Hatimoğlulları? “Selahattin Bey'den bir mektup gelse bile bizim partimizin politikaları doğrultusunda, yani bizim dediğimiz şekilde bir mektup gelir” dedi ve o mektup da gelmedi, gelemedi.

Ancak Demirtaş'ın avukatları böyle mektup olduğuna dair haberleri yalanladılar.

Gelmedi diyorum işte. Peki her gün her gün konuşan, eşini aday yapan Selahattin Bey niye konuşmuyor? Niye bir şey söylemedi? Niye “Meral Danış Beştaş'a oy verin” diye kendi partisine oy istemedi? Arkadaşlar milletin aklıyla oynamasınlar artık, olan biteni doğru düzgün anlatsınlar. Bunlar susturuldular. Susmuşsa kendi sorunu. Bu yüzden söylemeye çalışıyorlardı ama  cesaretleri ve güçleri yetmiyor. Bunu 15 senedir söylüyorum. Her türlü itibarsız ve şerefsizler bana itibar suikastı yapmaya çalıştılar ama sökmedi tabii.

İktidar partisi açısından çok önemli bir seçim, muhalefet için de keza öyle. Kürt partileri için de önemli. Nasıl bir sonuç çıkacak ve sonuçlar Türkiye siyasetini nereye doğru evirecek?

Mutlaka her seçimden sonra bir şeyler yıkılır, bir şeyler yapılır. Yıkılma anlamında hükümet yıkılmaz, yani AK Parti bütün büyükşehirleri kaybetse bile bir erken seçime gitmez. Ama Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Saadet Partisi, Muharrem İnce'nin Memleket Partisi gibi partiler siyaset sahnesinden çekilirler. Yani miatları, son kullanma tarihleri biter. Yeniden Refah Partisi, AK Parti'den rahatsız olanlar için bir tahliye kanalı gibi oldu, o biraz daha güçlenir. AK Parti'den rahatsız olan, kaçan, düşen, küsen insanlar o tarafa doğru bir meyli içine girerler. Kürt siyasetinde de ciddi bir tartışma başlar. Bu seçimde de özellikle DEM Parti’nin en az yarısı İmamoğlu'na oy verecek, seçime katılma oranı Kürtlerde düşecek, HDP’nin oyları da düşecek. Bu da yeni bir tartışma getirecek, nereye gidiyoruz, ne oluyor, ne yapılıyor diye. Bunları hep birlikte göreceğiz.

14 Mayıs seçimlerinden sonra HDP bir tartışmayı yaşadı ama...

14 Mayıs seçimlerinde yaşanılan yenilgiden sonraki tartışmalar hızlanarak daha da artacak.