Maliki: Irak’ta istikrar sağlanmazsa Kürdistan’da da kaos olur ve...

Maliki, ” Irak’ta istikrar sağlanmazsa Kürdistan’daki istikrar da uzun süre devam etmez. Aynı şekilde Araplara da söylüyorum, ister Şii olsun ister Sünni, Kürdistan’da kaos olur ve dış müdahalelerin sahnesi haline gelirse istikrar diye bir şey kalmaz. ” dedi.

Maliki: Irak’ta istikrar sağlanmazsa Kürdistan’da da kaos olur ve...

Irak Kanun Devleti Koalisyonu lideri ve eski Irak Başbakanı Nuri Maliki, ülkede erken seçimlerin zamanında yapılmasını istediklerini, bu nedenle boykot kararı alan taraflarla seçime katılma yönünde geri adım atmaları için görüştüklerini söyledi.

Aynı zamanda Irak Dava Partisi lideri de olan Maliki, Irak’ta parlamenter sistemin başarısız olduğunu savunarak, “Başkanlık sistemine geçiş” önerisinin doğru olduğunu, fakat Irak anayasası ve ülkedeki mevcut durum nedeniyle böyle bir değişikliğin imkansız olduğunu belirtti.

“Irak’taki sistem ve anayasa Irak topraklarında yabancı üslerin varlığına izin vermiyor” diyen Maliki, buna rağmen ülkedeki ABD varlığının hükumet kararına bağlı olduğunu, parlamentonun işin içine girmesinin icabi olmadığını ifade etti. Maliki, buna rağmen ABD’nin desteğine ihtiyaç olduğunun da altını çizdi.

Nuri Maliki, ABD’nin Irak’tan çekilmesi ile Afganistan’da yaşanan durumun bir benzerinin asla yaşanmayacağını çünkü Irak ile Afganistan’daki şartların ve durumun tamamen bir birinden farklı olduğunu söyledi.

IŞİD’e karşı mücadele ettiği, bedeller ödediği ve zafer kazandığı için “Bizim için Heşdi Şabi kutsaldır” diyen Maliki, ancak bu oluşumun isminin yasadışı işlere karışmasını desteklemediklerini de vurguladı.

Kürt liderlerle kadim dostluk ilişkilerine sahip olduğunu anlatan Nuri Maliki, “Kürtlerle Araplar bu devlet çatısı altında en iyi dostluk ilişkileri içinde var olmaya davet etmeli” dedi.

Maliki, “Kürt kardeşlere şunu söylemek istiyorum; emin olun Irak'ta istikrar sağlanmazsa Kürdistan'daki istikrar da uzun süre devam etmez” ifadelerini kullandı.

Deneyimli Şii siyasetçi, gündemdeki konular hakkında Rûdaw’ın sorularını yanıtladı.

Sayın Maliki, Irak yazları çok sıcak. Siyasi atmosfer ise daha sıcak. Önümüzde erken parlamento seçimleri var. Fakat şu ana kadar da seçimlerin yapılıp yapılmayacağı bilinmiyor. Bu konuda sizin görüşlerinizi öğrenmek istiyorum; sizce seçimler bu yıl Ekim ayında yapılacak mı?

Yüce Allah’ın adıyla. Ben bir şekilde önümüze çıkabilecek olasılıklardan bahsetmek istemiyorum. Siyasi tarafların çoğu ve yine hükumet ve Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu tarafından alınan karadan bahsetmek istiyorum. Karar, seçimlerin belirlendiği gibi 10 Ekim tarihinde yapılmasını öngörüyor. Bu da ulusal çıkarlar, sistemin korunması ihtiyacı, ülkenin içinde bulunduğu durum ve sorunların aşılması ile ilgili bir dizi durumla bağlantılıdır. Seçimler ileriye doğru adım atabileceğiniz birer durak gibidirler. İhtiyaç duyulması da bu yolla siyasi sürecin güçlendirilmesi, istikrarsızlığın ortadan kaldırılması ve Irak halkına hizmet koşullarının ulaştırılmasına yardımcı olmasından ileri geliyor. Dediğim gibi, gerek hükumet, gerek seçim komisyonu ve hatta Birleşmiş Milletler tarafından da karar verilmiştir. Evet, ortağımız olan bası kardeşlerimiz seçime katılmak istemeyebilir ki bu onların hakkı ve biz saygı duyuyoruz. Fakat biz kendi cephemizden seçim sürecine ortağımız olarak katılmalarını ve bu ulusal genel seçimlere hazırlanmalarını istiyoruz. Fakat karar kendilerinindir ve ne karar verirlerse biz saygı dayarız. Katılmalarını ümit ediyoruz. Katılmak istemiyorlarsa kendilerine göre gerekçeleri vardır. Biz hala tüm tarafların 10 Ekim’de yapılacak olan seçim sürecine katılacağını öngörüyoruz. 

Başlangıçta sizin de Hukuk Devleti Koalisyonu olarak seçimlerin zamanında yapılması için bazı şartlarınız vardı. Ancak şimdi zamanında yapılmasını savunuyorsunuz. Ne değişti?

Açık söylemek gerekirse ikircikliğimiz ve endişelerimiz hala giderilmiş değil. Hala hile ihtimali nedeniyle endişeliyiz. Bu nedenle hala siyasi taraflarla, seçim komisyonu ile, Birleşmiş Milletler, seçim yüksek güvenlik komitesi ile toplantılarımız devam ediyor. Bir kaç gün önce de Sayın Başbakan ile görüşmemiz oldu. Seçim sürecinin başarısı için bazı özel konuları ele aldık, elektronik seçimlerde yapılacak hilelerden dolayı duyulan kaygı bunlardan biriydi. Biz seçim sonuçlarının elektronik sayımının yanı sıra elle de sayılmasını istiyoruz. Yine fotoğraf meselesi, bir defadan daha fazla kullanılabilecek eski kartlar gibi hala tartışma konusu olan bazı ayrıntılar da var. Ancak tüm bunlar seçime katılma kararımızı etkilemez. Biz işin kâmil olmasını, sürecin şeffaf işlemesini ve katılmak isteyenler için katılım fırsatı daha komple olsun istiyoruz.

Fakat seçim komisyonu Hukuk Devleti Koalisyonu’nun oyların elle sayılması yönündeki talebini reddetti.

Evet, doğrusu oyların elle sayılması sadece Hukuk Devleti Koalisyonu’nun değil, diğer tüm tarafların talebiydi ki biz bu konuda onların da sözcülüğünü yaptık ve anlaşmalı olarak bu talebi sunduk. Komisyon talebimizi reddetti biz de Adalet Kurulu’na itirazımızı sunduk, bugün yarın nihai bir kararın çıkmasını bekliyoruz. Evet veya bir sakınca yok diyebilirler. Eğer bir sakınca yok derlerse o zaman oylar elle de sayılabilecek veya tamamen reddedilecek. Olur da reddedilirse o zaman biz elektronik sayımlar için uluslararası şirketlerin gözlemci olarak yer alması ve dışarıdan müdahalesi ihtimallerini engellemesi konusunda ısrarcı olacağız. Çünkü eğer elektronik sayıma müdahale edilirse Allah muhafaza sonuçları çok tehlikeli olur, tek bir düğme tüm sonuçları değiştirebilir.

Sizce seçim komisyonuna herhangi bir baskı var mı, özellikle bazı taraf ve örgütlerden?

Komisyona baskı olduğunu hissetmedik. Fakat komisyon kendi bildiği doğrultuda çalışıyor ve bu konuda son derece katı davranıyor. Bizce komisyon daha ılımlı olmalı ve bu konuda engellerle karşılaşan tarafların şikâyetlerini daha çok dinlemeli. Biz bu konudaki görüşlerimizi komisyona ve sayın komisyon başkanına ilettik, çünkü bir şahsi veya hizbi bir mesele değil, aksine bir ülkenin kaderi ile ilgilidir. Allah muhafaza eğer olur da bir hile yapılırsa bu sadece önümüzdeki süreci etkilemez, her şeyden çok geleceğimizi etkiler ki bu seçimler üzerine inşa ediliyor.

Sayın Maliki, sizce sayın Mukteda Sadr’ın seçimleri boykot etmesi kararı Irak’ta sokağı etkilemez mi?

Hayır, Sayın Sadr ile Irak’ta sokağın talebi arasında fark olduğunu sanmıyorum. Hiç kimsenin de bu konuda sokağı tahrik etmek istediğini sanmıyorum, yine seçimlerin ertelenmesi veya yapılmaması hiç bir tarafın da çıkarına değil. Biz Irak’ta sokağın tahriklere gelmemesini istiyoruz, yine tüm siyasi taraflardan ve silahlı güçlerden güvenlik kuvvetlerine yardımcı olmalarını, vatandaşların, adayların, tarafların güvenliğini sağlamalarını istiyoruz ki seçmenler güven içinde sandık başına gidip hiç bir baskıya maruz kalmadan oylarını kullanabilsin. Sokağın tahrik edilmesine dönük herhangi bir çaba olduğunu sanmıyorum.

Sayın Sadr’ın seçimleri boykot etmesini sürecin başarısızlığı şeklinde yorumlayanlar var...

Hayır. Katılıp katılmamak tarafların kendi hakkı. Seçim katılanlarla yapılır. Yeterli yasal katılım sağlandıktan sonra seçim resmiyet, yasallık ve meşruluk kazanır. Bu nedenle seçime katılmamanın meşruluğu ortadan kaldırdığını sanmıyorum.

Sizce seçime katılmama kararı alan taraflar son anda kararlarını değiştirirler mi?

Umarım öyle olur. Bunu ümit ediyor ve kararlarını değiştirip seçime ve siyasi sürece katılmaları için çalışıyoruz. Doğrusu sadece Sadr Hareketi değil, katılamam kararı alan Dr. İyad Allavi, sayın Salih Mutlak, Komünist Partisi ve yeni kurulan partilerle de karalarını değiştirmeleri için ilişki halindeyiz. Bir gün gelip biz bu sürecin ortağı olmadık demesinler.

Peki sayın Maliki, sanırım Sadr ile aranızdaki çelişkilerin yumuşatması konusunda bir çabanız vardı, karşı tarafın yanıtı ne oldu?

Defalarca basında, canlı yayınlarda hiç bir kartı, taraf, şahsiyet ve hatta devlet ile herhangi bir çelişki veya kriz içerisinde olmak istemediğimi dile getirdim. Evet, şimdi bir kez daha tekrar ediyorum; yeni bir sayfa açmak için barış ve beraberlik için elimi uzatmış bulunuyorum, böyle adlandıralım. Özellikle intima ve tarih olarak ortak olduğumuz taraflar ile Sadr Hareketi gibi, umarım ilişkilerimizi gözden geçirebilir, ulusal çıkarlar temelinde dostluğumuzu koruyacak düzeye ulaşabiliriz. 

Karşı tarafın yanıtı ne oldu? Sayın Sadr’ın...

Doğrusunu söylemek gerekirse bu konuyu takip etmedik. Ben televizyon kanalları üzerinden açıklama yaptım, hiç bir yanıt almadık. Televizyon kanallarında konuşmak bir çeşit ilişki kanalı oluyor. Bu konuda başkaları da konuştu. Her zaman şunu söyledim; geçmiş karmaşıkları aşmak isteyen her kesin çağrısını memnuniyetle karşılıyoruz.

Tahmininizce Hukuk Devleti Koalisyonu olarak seçimlerde kaç sandalye kazanabilirsiniz?

Ben sayıların dili ile konuşmam. Sayılar koşullar ve sebeplerle bağlantılıdır. Irak halkı seçimlere yoğun bir şekilde katılacak mı? O durumda oylarımız da artar. Irak halkı sınırlı bir katılım mı gerçekleştirecek? Bu durumda da oylarımız azalacak. Diğer seçimlerde olduğu gibi. Bu nedenle sayılarla konuşmam. Çünkü açık söylemek gerekirse; bunu şimdiden tahmin edemiyorum. Fakat öte yandan sokağın nabzına baktığımızda bizim iyi bir imajımız var ve tüm bölgelerde kabul ediliyoruz. Bu kabul edilmenin seçimde sandıklara da yansıyacağını düşünüyoruz.

Peki, gerekli oyu ve sandalyeleri elde ettiğinizde, diğer taraflarla yapacağınız ittifak neticesinde üçüncü defa başbakan olmak istiyor musunuz?

Birincisi; başbakanlık meselesi sandalye sayısına bağlı bir mesele değil. Çünkü hiç bir taraf tek başında sandalyelerin yarısını veya hükumet kurmak için yeterli milletvekili sayısını elde edecek durumda değil, bu imkânsızdır. Parlamento sistemi ittifak ve koalisyon meselesidir. Bu nedenle seçimlerde veya seçimlerden önce taraflar parlamentoda en büyük kütleyi sağlamak için ittifak kuruyor. Bu şekilde adaylarını belirliyor. Biz de bunun bir parçasıyız. Ben başbakanlık makamı peşinde değilim. Gerçek bir reform ve yönetim, devlet sisteminin inşasının peşindeyim. Ancak eğer ittifak yaptığımız ortaklar tarafından aday gösterilirsem o zaman da Irak halkının hizmetkârı olurum. 

Seçimlerden hemen sonra hükumetin kurulacağını öngörüyor musunuz yada daha öncekiler gibi zaman mı gerekecek?

Bu defa seçim komisyonu sonuçları 24 saat içerisinde açıklarsa sanırım bu defa ortam üç başkanlık (Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento Başkanlığı) adaylarının belirlenmesi için daha müsaittir. Çünkü her ne kadar anayasada belirlenmemişse de Cumhurbaşkanlığı Kürtlere, Parlamento başkanlığı Sünnilere ve Başbakanlık da Şiilere veriliyor. Burada biz demokratik bir işleyiş içerisindeyiz ki demokrasi çoğulculukla oluyor, ülkenin çoğunluğu da Kürtler, Sünniler, Şiiler, Hristiyanlar ve tüm tarafların katılımı ile oluyor. Sanırım bu defa bu üç başkanlık için taraflar kendi adaylarını daha hızlı bir şekilde belirleyebilir. 

BM Irak Özel Temsilcisi Jeanine Hennis-Plasschaert’a çok sert eleştirilerde bulundunuz ve değiştirilmesini istediniz. Bunun nedeni nedir? Plasschaert daha önce Iraklı siyasi tarafların da çokça dile getirdiği bir tehlikeden bahsetti oysa...

Sizin belirttiğiniz gibi sert bir eleştiri yapmadım. Sadece bir şey hatırlattım ve zamanında UNAMI’nin Irak’ta bulunmasını sağlayan anlaşmayı imzalayan kişi olduğumu söyledim. Bu Irak’ın ihtiyacı olan konularda UNAMI ve BM’nin desteklerinden yaralanmak için alınan bir karardı. UNAMI seçimlerde veya seçimlerin dışında yardım ve destek için Irak hükumetinin projesidir ancak seçimlerde rol veya karar mercii değil. Irak hükumeti hakkında herhangi bir karar alma yetkisi yoktur. Sadece Irak hükumeti yardım talep ettiğinde bunu sağlar. Maalesef bazı açıklamalar durumu kötüleştirdi. Ben sayın Plasschaert ve BM’den anlaşmanın aslında bağlı kalmalarını rica ettim. Bize müdahale etme yetkileri olmadığını hatırlattım. Dolayısıyla onlar sadece Irak hükumetinin taleplerine yanıt verebilirler. Bundan daha fazlasını söylemedik.

Sayın Maliki, Irak’ın yönetim biçiminin başkanlık veya yarı başkanlık şeklinde değiştirilmesi için ulusal bir diyalog veya uzlaşı çağrısında bulundunuz. Neden yönetim biçiminin parlamenter istem yerine başkanlık olmasını istiyorsunuz?

Bu konuda çok ısrarcı olmadım ancak Irak’ta parlamenter sistemin başarısız olduğu kanaatindeyim. Bunu açık bir şekilde dile getiriyorum. Şimdi dünyanın birçok ülkesinde parlamenter sistem çok eleştiriliyor. ABD, İran ve diğer birçok ülkede yeni bir eğilim gelişiyor, başkanlık sistemine doğru. Çünkü bu sistem parlamenter sistemin karşılaştığı birçok krizi, siyasi taraflar arasındaki çelişkileri çözüyor. Bu öneriyi yaparken ne ben, ne Hukuk Devleti Koalisyonu ne de Dava Partisi hiçbir kazanım peşinde değiliz. Fakat seçilmiş güçlü bir başkana sahip olduğunda Irak’taki istikrarın da garanti olacağını düşünüyoruz. Doğrudan halkın oyları ile seçilen bir başkan, taraflar arasında ittifak veya görüşmelerle belirlenen bir başkan değil. Irak halkı bu başkanı seçmeli, başkan da hükumeti kurmalı, halka karşı sorumlu olmalı. Kanımca bu güçlü bir siyasal sitemin güçlü bir noktası olur. Bu nedenle buradan tekrar belirtmek istiyorum; umarım Irak ve Iraklılar sistemi başkanlık olarak değiştirme konusunda başarılı olur. Ancak pratikte bunu gerçekleştirebilirler mi? Parlamenter sistemin başkanlık şeklinde değiştirilebilmesi için her şeyden önce anayasal değişikliğe ihtiyaç var. Diyebilirim ki bu anayasamız da ölü bir anayasadır, düzenlemeyi kaldırmaz. Çünkü hangi maddeye dokunursanız halka gidip onay almalısınız. Hangi maddeyi değiştirmek isterseniz üç vilayette halkın üçte ikilik çoğunluğu reddederse bu değişimi yapamazsınız. Bu nedenle, örneğin bu değişiklik Şiiler tarafından kabul edilir ama Sünniler tarafından üç vilayetteki oylarla kabul edilmezse, hayata geçmez. Ya da üç Kürt vilayetinde kabul edilmezse sonuç aynı olur. Dolayısıyla, eğer tüm siyasi taraflar bir konu üzerinde tam uzlaşı sağlayamazlarsa hiç bir şekilde başkanlık sistemine geçiş yapılamaz. 

Başkanlık sistemi anayasaya aykırı ama aynı zamanda bu Irak'ı yeniden diktatörlüğe sürüklemez mi?

Başkanlık sistemi anayasa ve parlamento tarafından uygulanabilir. Saddam Hüseyin ve Baas Partisi döneminde var olan başkanlık sistemi gibi değil, biz ne o sistemi istiyoruz ne de o döneme geri dönmek istiyoruz. Ülke yönetimine uygun ve birliği pekiştirecek bir başkanlık sistemi arzuluyoruz. Seçilecek başkan da bu görevlerden sorumlu olmalı. Seçilen başkan da mutlak güce sahip olmayacağı gibi anayasaya da bağlı olacak, tıpkı monarşi sisteminde olduğu gibi ülkenin kralı olmasına rağmen anayasaya bağlı hale getirilmiştir. Ayrıca bizim talep ettiğimiz başkanlık sistemi anayasa ile sınırlandırılmış, parlamentonun gözetim ve denetimi altında görevini sürdürecektir. Bu nedenle dilediğince hareket etme özgürlüğü olmadığı gibi diktatörlüğe dönüşme gibi bir durumu da söz konusu olmayacaktır. Dolayısıyla Anayasaya aykırı bir tutum sergilemesi durumunda parlamento tarafından görevinden azledilecektir.

Başbakan kapsamlı yetkilere sahip. Ama buna rağmen silahlı gruplar veya siyasi taraflarca engellenip yetkilerini tam anlamıyla kullanamıyor. Sizce bu engeller nasıl aşılır?

Bu doğru, Başbakan siyasi sürece katıldığında kendi çıkarlarını gözeten tarafların ve parlamento içindeki farklılıkların baskısı altında kalıyor. Kendi çıkarlarını göz önünde bulunduran siyasi tarafları da suçlayamayız. Esasen politika çıkarların daha çok tahkik edilmesi için yapılan bir eylemdir. Ancak ulusal çıkarlar her zaman parti, mezhep ve etnik çıkarlardan üstündür. İfade ettiğiniz gibi Başbakanın yetkileri çok ve fakat uyumlu bir atmosferde bu yetkilerin kullanılması, her konuda anlaşmaya varılmasını kolay hale getiri ancak içinde bulunduğumuz bu böylesi bir süreçte, başbakan bir oldukça kasvetli bir süreçle karşı karşıya kalıp yetkilerini tam anlamıyla yerine getirmeyebilir. Şu bileşenle veya şu blokla çatışacağı için yetkilerini tam olarak kullanmayabilir dolayısıyla da uzaklaştırmaya maruz kalabilir.

İran Cumhurbaşkanı Sayın İbrahim Reisi'nin yemin töreninde çok sayıda politikacı ve Iraklı parti lideri katıldı ancak sizin törene katılmamanız bana ve izleyicilerime garip geldi. Bunun nedeni neydi? Davet edildiğiniz halde katılmamayı mı uygun gördünüz, yoksa başka sebepler mi var?

Birincisi, Sayın Reisi ile özel bir ilişkim ve eski bir dostluğum var. Kendisiyle birçok kez görüşmemiz oldu. İkincisi, Katılmam için bana davet gönderildi,  Irak genelinde 3 kişi davet edildi onlardan biri de bendim. Katılmaya karar verdim, ancak tören zamanı yaklaştığında, koronavirüse yakalandığımdan şüphelendim. Bu şüphe benim törene katılmamama neden oldu. Bu nedenden dolayı da birkaç testte yaptırdım. Bu süreçte hiç seyahat etmedim çünkü sağlık durumunun kötüye gitmesinden endişeleniyordum. Katılamamamın her hangi bir konuda tutum aldığım anlamı taşımıyordu, sadece koronavirüse yakalandığım şüphesinden dolayı etkinliğe katılmaktan kaçındım. Tek engel buydu.

İbrahim Reisi döneminde Irak-İran ilişkileri nasıl bir durumda? İlişkilerin nasıl olacağını tahmin ediyorsunuz?

İslam Cumhuriyeti ile ilgili olarak, muhafazakârlar ile reformistler arasında var olan tartışmaların, siyasi sistemin birliği içerisinde boşluklar oluşturmuş olabilir. Bugün İran İslami Cumhuriyet’in siyasi sisteminin birlik içerisinde olduğunu söyleyebilirim. Cumhurbaşkanlığı ve yüksek merci hepsi muhafazakâr çizgideler. Bu durum, İran İslam Cumhuriyeti'nin karşı karşıya olduğu zorluklarla yüzleşmede daha da ilerlemesini sağlayacaktır. Bunun istikrara vesile olacağını düşünüyorum, ancak bu diğer çizgide olanların tüm siyasi süreçten dışlanacağı anlamına gelmiyor. İran İslam Cumhuriyeti daha fazla istikrar istiyorsa, diğer çizgide olanlarla iktidarı devretmesiyle onlarında iktidara ortak olmalarını sağlayabilirler.

Bu garipsenecek bir durum değil, Amerika'da da durum böyle. Cumhuriyetçiler başa geldiklerinde bütün bakanlık ve müdürlüklerde vazifeleri kendi hâkimiyetlerini kurmaya çalışırlar, demokratlar da aynı şekilde. İran’da şu anda diğer büyük devletlerin izlediği çizgi üzerinde ilerliyor. Ya da iki siyasi sistemi olan ülkeler gibi. Örneğin Amerika’da demokratlar ile cumhuriyetçiler, İngiltere’de İşçi Partisi ile Muhafazakâr Parti. Bu iktidarın taraflar arasında paylaşılmasıdır, umarım bu gelenek İran için güçlü bir dönüm noktası olacaktır.

Amerika'dan bahsettiniz... ABD güçlerinin Irak'tan tamamen çekilmesini destekliyor musunuz?

Aslında bu çok tartışmalı bir konu. Bu konu parlamentoya getirildi ve oy birliği ile kabul edildi. Bana göre bu kararın alınmasında parlamentoya ihtiyaç yoktu, nitekim bu konuda parlamentonun yetkisi olmadığını düşünüyorum. Çünkü ABD'den askeri yardım talep eden hükümet, 2008'de imzaladığımız anlaşmaya bel bağlıyor. Dolayısıyla ABD’nin bu katılımı, esasen parlamentonun onayıyla imzalanmış bir anlaşmaya dayanıyor. Bu hükümetin sorumluluğunda olan bir şey, ABD güçlerinin varlığına artık ihtiyaç kalmadığını gördüğü anda, güçlerinin ülkeden ayrılmalarını talep edebilirdi. Ancak parlamentoya sevk edildi ve akabinde de bu karar alındı. Söylediğimiz ve üzerinde mutabık kaldığımız konu şu; Irak ve yabancı güçlerinin ülkedeki varlığıydı, bu olmaz çünkü Irak’taki sistem ve anayasa Irak topraklarında yabancı üslerin varlığına izin vermiyor. Ancak Amerika ile stratejik çerçevede ilişkimiz, anlaşmamız ve çıkarlarımız var. Onlardan aldığımız silahlar var ve bu silahların kullanımı için uzmanlığa, eğitime yetkinlik ve becerilere ihtiyacı var. Silah satışı yapan bir ülke bu tür eğitim ve uzmanlık hizmetini de göndermek durumunda. Irak’ın eğitim ve antrenmana ihtiyacı var. Bu nedenle yapılan bu anlaşma, ki ben daha çok diyalog diyorum çünkü bu bir anlaşma değil, anlaşmalar genelde parlamentoda onaylanıyor. Başbakan'ın Amerika ziyareti sırasında ortaya çıkan mutabakat çerçevesinde, mevcut Amerikan kuvvetlerinin misyon ve tanımı muharebe gücünden eğitim gücü olarak değiştiriliyor. Bu yılın sonunda ise ülke topraklarında bir muharebe gücü ve silahları olmayacak. Bu konu tamamen bitmiştir. Ancak eğitim, rehabilitasyon ve destek için hala güçlerin varlığına ihtiyacımız var.

Sayın Maliki, aradan önce ABD güçlerinin Irak'tan çekilmesinden bahsediyorduk. Bu güçlerin Irak’tan çıkışının dış müdahaleyi azaltacağını mı yoksa artıracağını mı düşünüyorsunuz, özellikle güneydeki şehirlerde İran güçlerine karşı gösteriler düzenlendi, Kürdistan Bölgesi ve tartışmalı bölgelerde de 70’ye yakın Türk askeri üssü kuruldu.

Peki, ABD güçlerinin varlığı Türk askeri üslerinin kurulmasına engel oldu mu? Her gün PKK’nin varlığını bahane ederek Dohuk, Amedi köylerine, Kürt köylerine yönelik tekrarlanan Türk bombardımanlarına engel oldu mu? Irak topraklarından Türkiye’ye karşı saldırıyı kabul etmiyoruz ki köylerimizin bombalanmasına gerekçe olsun. Ancak mevcut Amerikan güçleri buna engel olmadı. Türkiye’ye ait askeri üslerin sayısı giderek artıyor. ABD askeri üsleri ve ABD askeri varlığı ile ilgili olarak; bu kez Irak kuvvetlerinin, Heşdi Şabi’nin federal polisi ve terörle mücadele ekipleri ile satın aldığımız yeni silahlar ve IŞİD ile diğer tehditler karşısında kazanılan deneyim sayesinde ülkede durumu kontrol edebildiğini düşünüyorum. Evet, hala teröristlerin hareketleri var ancak Iraklı güçler onları takip edebilir, nitekim her gün yakalanma, tutuklanma ve karargâhlarının bombalanması haberleri geliyor. Irak'ın güvenlik durumunu kontrol etme konusunda artık daha kabiliyetli olduğunu düşünüyorum. Evet, deneyime ihtiyacı var, zekâya ve eğitime ihtiyacı var. Misyonu değişen Amerikan güçleri de Irak'ı bu konuda destekleyebilir. Bu nedenle, silahlı güçlerin eğitimi ve bakımı amacıyla bu kuvvetlerin mevcudiyetini memnuniyetle karşılıyoruz. Irak kuvvetlerinin güvenlik kontrolünü sürdürmek için yeterli tecrübe kazandığına inanıyoruz. Bizim hakkımızda bazı söylenenler var, şimdi sen de bana Afganistan'da ABD güçlerinin çekilmesiyle nasıl bir tablonun ortaya çıktığını Irak’tan çekilmesiyle nasıl bir durumla karşılaşacağımızı sorabilirsiniz. Bu durum Irak’ta yaşanmaz.

Aynısı Irak’ta olmayacak mı?

Hayır, kesinlikle asla. Irak'taki durum ile Afganistan'daki durum aynı şey değil.

Aralarındaki fark nedir peki?

Aralarındaki fark şu; Taliban hareketi sona ermedi, silahlarıyla şehir ve kasabalarda varlığını devam ettirdi. Irak'ta IŞİD ortadan kaldırıldı arkalarında sadece arttıkları kaldı. Evet, arada kalanlar bazen büyüyüp küçülüyor ama bir sokağı dahi işgal edecek kapasitede değiller ve işte burada görüyorsunuz, IŞİD’i yok ettiğimizden bu yana hiçbir köyü işgal edemediler. Evet, vur-kaç taktiğiyle saldırılar düzenliyorlar. Ancak bunlar Afganistan'ın birçok bölgesini işgal eden Taliban gibi değiller. Halihazırda Irak, her hangi bir eyaleti kontrol etmek isteyen bir gücü yenebilecek güce, Heşdi Şabiye ve diğer silahlı kuvvetlere sahip.

Heşdi Şabi’den konu açılmışken, yakın zamanda Yeşil Bölge'de olanlar da dahil Heşdi Şabi’ye bağlı silahlı grupların gerçekleştirdikleri eylemlerinden memnun musunuz?

Birincisi, Heşdi Şabi’yi biz kurduk ve kuruluşu da destek gören IŞİD’in bir terör yapılanması gibi statü kazanmasına ve var olan tehditleri bertaraf etmeye bir yanıttı. Bu nedenle, Heşdi Şabi’nin kurulması ulusal bir tepkiydi ve Irak halkı, özellikle Irak'taki yüksek merci tarafından fetva verildikten sonra, oybirliğiyle desteklendi. Dolayısıyla bizim için Heşdi Şabi kutsaldır, çünkü Irak'ın özgürleştirilmesi, şehirlerimizin kurtarılması IŞİD’in ve IŞİD’in arkasında duranların iradesini kırmak için binlerce şehit verdi. Bu nedenle Heşdi Şabi ve ona bağlı güçlerin her hangi bir yasa dışı eylemle anılmasını istemiyoruz. Çünkü ihlaller bizim için kutsal şahıs ve taraflardan önceliklidir. Dolaysıyla Heşdi Şabi’ye bağlı olan biri ve Heşdi Şabi’de ulusal bir çağırı sonucu Yüksek Merci tarafından kurulduysa hiç kimsenin anayasayı ve sistemi çiğnemesine ve illegal bir şey yapmasını kabul etmeyeceğiz. Bağdat ve diğer illerde yaşanan olaylar oldu biz de yazılı açıklama yaparak olanları kınadık ve hiçbir ihlali kabul etmiyoruz. Devletin silahına karşı çıkan veya onunla rekabet eden bir silah istemiyoruz. Devletteki her silah, silahlı kuvvetlerin başkomutanına tabi olmalı, askeri ve güvenlik disipline tabi olmalıdır.

Aldığımız bilgilere göre, Yeşil Bölge'deki son olaylarda, o dönemde hükümet ile Heşdi Şabi arasında arabuluculuk konusunda önemli bir rol oynadınız. Heşdi Şabi kitlesine bağlı bu silahlı gruplar kimseye boyun eğmiyor ve bazen Irak iradesinden sapıyor, söz konusu güçler nasıl kontrol ediliyorlar? Ve bunları kim kontrol ediyor?

Irak iradesinden sapmasını ve yerleşmiş askeri sistemden sapmasını kabul etmiyoruz, devletin kendisine verdiği görevlere bağlı olarak hareket etmeleri, hükümetin tavsiyelerine ve Silahlı Kuvvetler Başkomutanının denetiminde olmaları durumunda kendilerine izin verileceğini ifade etmek istiyorum. Bu konudaki tutumumuz bu ve bundan geri adım atmıyoruz. İhlallerin yaşanması durumunda, hükümetin yasal yollarla yasadan çıkmışlara karşı gereken adımları atarak anayasaya ve sisteme göre adım atması lazım. Kamu düzenini ve yasaları, vatandaşların ve ülkenin güvenliği hükümetin ve hükümete katılan siyasi güçlerin sorumluluğundadır. Sokakta vatandaşları korkutan veya devletin prestijini lekeleyen bir silahlı güç olmamalıdır. Bizim için devletin prestiji her şeyden önce gelir çünkü devletin prestiji ekonomik, güvenlik, psikolojik, sağlık, siyaset ve eğitim alanlarına yansır. Prestiji olmayan bir devlet, hukuka tabi olmayan ve başarısız devletlerden biri olarak kabul edilen bir devlet anlamına gelmektedir.

Sizce söz konusu güçlerin devlet prestijinden şüphe mi duyuyorlar?

Silahlarıyla ve hükümetin izni olmadan sokaklara dökülmeleri devlet prestijinin ihlali anlamına gelir.

Erbil havalimanına drone’lu saldırı gerçekleştirildi, ve sivil insanlar hayatını kaybetti, ancak siz sessizliği seçmeyi tercih ettiniz…

Heşdi Şabi tarafından yapıldığından emin misiniz?

Yapılan araştırmalar onların yaptığını ortaya çıkardı.

Elimizde her hangi bir belge yok.

Özellikle Musul vilayeti bölgelerindekiler…

Heşdi Şabi olduğuna dair kesin bir bilgi yok, bu yüzden bazı eylemler, özellikle Amerikan büyükelçiliğini hedef alan eylemler hakkında soru soruyorum, takip ediyorum ve çok bağlantım var. Asla bizim tarafımızdan yapılmadı diyorlar. Güvenlik durumuyla ilgili komplo kurmak isteyen üçüncü taraflar var. Erbil'de yaşananların aynı zamanda bölge ile merkezi hükümet arasında fitne çıkarmak isteyenler olduğundan da şüpheliyim ama bunun reddedildiğini de açıkça söylüyorum her hangi bir yere füze saldırısı düzenlenmesini biz kabul etmiyoruz. Bunu daha önce de söyledim ve şimdi tekrar ediyorum, Amerikan büyükelçiliği onun dışındakiler Irak hükümetinin onayı ve bilgisi dâhilinde buradalar. Irak'ta yürürlükte olan diplomatik bağlamlara göre Irak'ta oldukları sürece korunmalılar. Dünya’da var olan yasalar çerçevesinde, onlar bizim büyükelçiliğimizi koruyor, biz de onların büyükelçiliğini korumalıyız, bir büyükelçiliğin hedef alınmasını hukuki açıdan dahi kabul etmiyorum. Irak eğer, Amerika ile ilişkilerini kesmek istiyorsa bunu yasallar kapsamında saygı çerçevesinde biz sizin büyükelçiliğinizi istemediğimiz gibi, siz de bizimkini istemeyin demeleri lazım. Ancak bu bizim kararımız değil, ABD büyükelçiliğinin ilişkilerinde ve mevcudiyetinde, ABD tarafıyla ve hatta tüm dünya ülkeleriyle ilişkilerinde yürürlükte kalmasını istiyoruz. Eğer söz konusu saldırıların Kürdistan’a karşı yapılacak saldırıların yoğunlaştırılması anlamına geliyorsa ben reddediyor ve asla kabul etmiyorum. Bana göre bu saldırılar daha çok hükümet, siyasi taraflar ve genel tabloda Irak’ı yormayı hedeflemektedir.

Özellikle bu yıl çok sayıda saldırı oldu, sorum şu bu saldırıları neden zamanında kınamadınız?

Tüm saldırılarla ilgili açıklama yapmadım bilginize. Belki de siz de biliyorsunuzdur, saldırılarla ilgili açıklama yapmadım ama Başbakan bizi davet ettiğinde veya toplantı yaptığımızda net bir şekilde fikrimi ifade ediyorum ve bu tür faaliyetleri reddettiğimin herkes biliyor. Bu yüzden her zaman tavrım nettir ve kabul etmediğimi defalarca söyledim. Başbakan'a bağlı silahlı bir gücün Silahlı Kuvvetler Başkomutanlığı sıfatı ile Cumhurbaşkanlığı Köşkünü kuşatmasını asla kabul etmiyoruz ki bu düzensizliğin zirvesidir. Onlara da söyledim kardeşlerim; hükümete bağlı bir silahlı gücün Cumhuriyet Sarayı'nı kuşatması dünyanın gözleri önünde bir skandaldır. Ne olursa olsun bunu hiçbir şekilde kabul etmediğimizi söyledik. Teröre karşı mücadelede destekledik ancak devletin ve kurumlarının saygınlığını ihlal etmelerine razı olmuyoruz.

Peki Kürdistan Bölgesi ile özellikle de Başkan Mesud Barzani ile ilişkileriniz nasıl?

Sayın Mesud Barzani ile olan ilişkim ne bugünün ne de Saddam Hüseyin rejiminin düşüşünden sonraki dönemde başlayan bir ilişki değil, yine başbakan olduğum dönemle başlamış da değil. Onunla olan ilişkim, mücadele ve cihat günlerine dayanıyor ki o dönem askeri karargâhımız Kürdistan Demokrat Partisi'nin Behdinan ve diğer bölgelerdeki genel merkezinin yanında bulunuyordu. Dolayısıyla ilişkimiz ve dostluğumuz eskilere dayanıyor. Kürdistan Demokrat Partisi ve İslami Dava Partisi'nin Baas rejimi tarafından kitlesel infazlar ve toplu katliamlarla en çok hedeflenen iki parti olduğunu söyleyebilirim. Bizi bir araya getiren mücadeleydi, direnişti, şehitler ve fedakarlıklardı. İslami Dava Partisi'ne bağlı olan, destekleyen veya hakkında bilgisi olup da gizleyen herkes için idam kanunu çıkarıldı. Kürt tarafı da Enfal ve kimyasal saldırılara maruz kalıyordu. Bu nedenle Sayın Mesud Barzani ile ilişkimiz çok iyi ve hala iyi ilişkiler içerisindeyiz. Üç veya dört gün önce onunla ortak meseleleri görüştük. Belki yakında yine Sayın Barzani'nin konuğu olacağım çünkü beni birden fazla davet etti. Ayrıca koronavirüs salgını nasıl ki İbrahim Reisi’nin yemin törenine katılmamı engellediyse aynı şekilde Kürdistan'a ziyaretimi de engelledi.

Koronavirüs nedeniyle miydi, çünkü iki ay önce Kürdistan’ı ziyaret edeceğinize dair bilgi sahibiydik.

Evet, doğru. Bayramdan önce karar almıştık ancak yeni dalga nedeniyle erteledik ki ben bu konuda çok duyarlıyım.

Dolayısıyla bu ziyaret yakın bir tarihte gerçekleşecek?

 Allah’ın izni ile yakındır.

Kürdistan Bölgesi ile Irak federal hükumeti arasındaki anlaşmaya gelelim. Son anlaşmadan bahsediyorum.

Kaç sayılı anlaşma?

Rûdaw: Son anlaşma, bütçe konusundaki anlaşma...

Evet ama kaç sayılı anlaşma, 10 mu 20 mi? Biz sürekli anlaşıyoruz ve başarısız oluyor.

Başarısız mı oluyor...

Evet

İki taraf arasındaki sorunlar neden kaynaklanıyor? 2013’te başlayan sorunlar hala devam ediyor.

Hayır sorunlar 2013'ten önce başladı, 2007'den 2006'dan beri bu sorunlar var. Şahsen yüz defa da anlaşma olursa ben bu çelişkilerin biteceğini düşünmüyorum. Ne zaman bir bütçe meselesi gündeme gelse, bütçe yasası hakkında varılan uzlaşı konusunda çelişkiler yaşanıyor. Ben bu konuda net ve samimiyim ve Kürdistan Bölgesi’ndeki kardeşlerle de ilişkilerim iyidir. Çok açık bir şekilde Sayın Mesud Barzani ve Neçirvan Barzani ile konuşabiliyorum, daha önce rahmetli Mam Celal ile de öyleydi. Defalarca kendilerine de söyledim; bu şekilde bir uzlaşıya varamayacağımızı, bunun federal sisteme, Kürdistan Bölgesine ve bir bütünen Irak’ın istikrarına hizmet etmeyeceğini söyledim. Çünkü bir parçasında sorun olsa dahi Irak istikrara kavuşmaz, bu ister Kürdistan olsun, ister ülkenin batısı veya doğusu olsun. Bu da ancak anayasada atıfta bulunulan yasaların yeniden düzenlenmesi ile olur.  En önemli yasaların başında da federal hükumet ile Kürdistan Bölge arasındaki birçok soruna neden olan petrol ve gaz yasasındaki düzenlemedir. Yine mali kaynakların dağılımına ilişkin kanun, devlet fonları hazinede toplanır ve bileşenler arasında nüfus oranlarına göre dağıtılır.

Biz 2007'de petrol ve doğalgaz yasasını hazırladık. Çünkü ilişkilerdeki istikrar için bu yasaya ihtiyacımız olduğunu biliyorduk. Böylece Kürdistan Bölgesi hangi haklara sahip olduğunu ve nelerden sorumlu olduğunu ve aynı şekilde merkezi hükumette hak ve sorumluluklarını bilsin. Kanun tasarısı üzerinde Bakanlar Kurulu'nda oybirliği ile anlaştık ve parlamentoya havale ettik, fakat maalesef parlamentonun raflarından aşağı indirilmedi, şu ana kadar da görüşülmedi. Mali gelirlerin dağılımı yasası hakkında bir anlaşmaya varmadığımız sürece her yıl bütçe konusunda aynı çelişkileri yaşayacağız. Diğer kardeşlerden de talep ediyorum, defalarca söyledim, hatta birkaç gün önce bir heyet bizi ziyaret etti ve daha önce beni ziyaret eden heyetlere de söyledim; bu yasa değiştirilmedikçe çelişkilerimiz devam edecektir. Yasa da anayasada değinilen çerçevede olmalıdır.

Kürdistan’daki kulislerde Hukuk Devleti Koalisyonu veya Dava Partisi’nin bütçe yasasına karşı bir numaralı muhalif olduğu şeklinde bir görüş var. Bu doğru mu?

Vallahi güya en büyük muhalif olduğumuz şeklindeki konuşmalardan haberim yok. Birincisi, bütçe, devletin inşası, mali ve güvenlik durumunun istikrara kavuşturulması ve diğer bir dizi öğe, bölüm ve meseleye bağlıdır. Evet, bazı hükümler hakkında görüşlerimiz ve itirazımız var ama en büyük muhalif değiliz. Tek muhalif biz olsak bile parlamentoda muhalefete yetecek kadar temsilcimiz yok. Fikirler arasında ayrılıklar var, hatta Maliye Komisyonunda da muhalif görüşler vardı. Sonuç olarak yapılan durumu idare etmek oldu. Bizler sonunda mutabık kalanlar arasında olmasaydık bütçeden kaynaklanan çelişkiler sona erdirilemeyecekti, ancak Irak'ın istikrar sürecinin yolunda ilerlemesini istedik.

Kürt liderliği her zaman Irak hükümetiyle olan sorunların sadece bütçe ve maaşlarla ilgili olmadığını, daha derin sorunlar olduğunu söylüyor; örneğin Irak anayasasının 140’ıncı maddesinin hayata geçirilmesi. Siz başbakanken, Kerkük'lü bazı taraflarla aranızdaki görüşmelerin tutanakları sızdırıldı. Başbakan olduğunuz sürece bu maddenin asla uygulanmadığını söylüyormuşsunuz. Bu doğru mu?

Hayata geçmez mi demişiz yada hayata geçmesini istemiyoruz mu?

Başbakanlık döneminizde 140. Madde hayata geçmeyecek. Sizce şimdi uygulanmasının zamanı gelmiş mi?

Birincisi, anayasaya katılsam da katılmasam da Irak halkı onay verdiği için bağlıyım ve 140. Madde de anayasanın bir maddesi. Kürt kardeşlere sorarsanız onlar size 140. Maddeyi ne kadar uyguladığımı anlatacaklardır. 140. Madde ile ilgili tüm koşulları uyguladım ve hazırladım. Toprakları sahiplerine geri verdim, evlerini verdim, Saddam Hüseyin'in demografiyi değiştirme amacıyla kurduğu köyleri kaldırdık. Ama 140. Madde de..

Bu ilgili maddenin sadece ilk aşaması…

Evet öyle olması gerekiyordu.

Madde üç aşamadan oluşuyor…

Bu tedbirlerin başlaması aşamasıydı.

Peki..

Bunu tamamladık. Hatta bir defasında Duhok’taydık, bir grup lider ile toplantımız vardı. Rahmetli Mam Celal, Sayın Mesud Barzani ve diğer liderler. Kardeşim Ebu Mesrur (Başkan Mesud Barzani) “140. Madde neden uygulanmadı” diye sordu. Mam Celal, hükumetin üzerine düşeni yaptığını, cumhurbaşkanlığına intikal ettirildiğini söyledi. “Cumhurbaşkanlığına intikal ettirildi ne demek.” Mam Celal da cumhurbaşkanlığının bir yasa tasarısı hazırlayacağını, vilayet ve ilçelerin sınırlarını tayin edip parlamentoya sunacağını söyledi. “Peki neden bu tasarıyı hazırlamadınız” diye sordu. “Hazırlayamıyoruz” dedi. “Neden?” Çünkü Sünni bileşenlerin böyle bir tasarı hazırlanmasına karşı çıktığını anlattı. Sayın Barzani’ye, “Duydunuz mu, biz hükumet olarak üzerimize düşeni yaptık, bundan sonrası cumhurbaşkanlığına ait, onlar kendi işlerini yapmamış” dedim. Bu nedenle sürekli tasarının hazırlanıp hazırlanmadığı cumhurbaşkanlığından soruluyordu. Son olarak hazırlandı ve parlamentoya gönderildi ve fevren reddedildi, 1967’deki vilayet sınırlarını esas alalım denildi. Bazı valiliklerin kaldırılmasını ve yenilerinin kurulmasını gerektirdiği için bu da büyük sorunlar içeriyor. 1981 veya 1980'deki sınırlara dönelim dediler. Onlar da aynı şekilde büyük sorunlar içeriyor. Bu nedenle şimdiye kadar 140. Maddenin uygulanmasının bağlı olduğu yasa olduğu gibi kalıyor. Me parlamento bunu tartıştı ne de kimse bunu tartışmaya cesaret edemedi.

Peki…

Mesele ne benimle ne de hükümetle alakalı, parlamento ile alakalı.

Parlamento mu?

Parlamento ve cumhurbaşkanlığı.

Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne yakınlığınız biliniyor fakat bazı taraflar aranızda çelişkiler olduğunu söylüyor…

Bizimle onlar arasında mı?

Sizlerle onlar arasında cumhurbaşkanı yardımcısını belirleme konusunda. Bu sorunun sebebi neydi, yada hiçbir çelişki yok muydu?

Evvela, nedeninden bahsedeceğimiz bir anlaşmazlık olmadı. Bu doğru değil ve KYB’nin bu konuda bir sorumluluğu yoktur. Hatta ben kendim de hiçbir kıymeti olmadığı için bu görevi kabul etmedim. Bizimle KYB arasında herhangi bir çelişki olmadı. KYB’li tüm kardeşlerimizle görüştük. Sayın Bafıl, sayın Lahur Talabani ile, sonra onların gönderdiği heyetlerle görüştük. Hatta aralarındaki sorunun çözümü için arabulucu olarak gidip görüşmek de isterdim. Mam Celal ve KYB ile ilişkilerim her zaman çok iyi olmuştur. Tüm Kürt hareketi liderleri ile ilişkilerim iyi ve bu günün ilişkileri değil bunlar. Tarihi çok eskilere, diktatör rejim döneminde birlikte verdiğimiz mücadele dönemine dayanıyor.

Arabuluculuk yaptınız mı? KYB içerisindeki sorun hakkındaki görüşünüz nedir?

Açık söylemek gerekirse telefonla aradım ancak hiçbir şey yapamadım. Çünkü anlaşıldığı kadarıyla sorun büyük ve derindir. Gelen heyetlerle görüştüm, her biri sorunun nedenlerini anlattı. Şahsen sadece Kürt kardeşlerle değil, diğer taraflarla görüştüğümde de iç meseleler hakkında konuştuğumuzda soruyorum; parti iç tüzüğünüz yok mu? Var. O halde dönün sorunlarınızı iç tüzüğünüzde yer alan esaslar temelinde çözün. Ben kendilerini bu şekilde teşvik ettim çünkü bundan öte elimden bir şey gelmez. Silah çözüm değil, çelişki çözüm değil. KYB’nin yıkılması doğru olmaz. Buna yol vermeyiz. Kürdü, Şiisi, Sünnisi ile Irak’taki tüm siyasi güçlerin kalmasını, siyasi sürece katıldıkları disiplin ile ayakta kalmalarını istiyoruz.

Mücadele ve cihat döneminde Kürdistan’da kaldığınızı söylediniz, Kürtçe öğrendiniz mi?

Az birşey. Çünkü ben burada ikamet etmiyordum, karargahımıza zityaret amaçlı gelip gidiyordum. Biraz Kurmanci Behdinan şivesi biliyorum. Karargahımız Soran bölgesine taşındığında ise Sorani lehçesinin daha zor olduğunu öğrendim, hiç anlamıyordum.

Peki ya şimdi?

Şimdi ise unutmuşum.

Peki Behdinan şivesi ile söylemek istediğiniz bir şey varsa…

Ama bilmiyorum ki.

Unutmuşsunuz.

Evet, üzerinden epey zaman geçti.

Kürt halkı için herhangi bir mesajınız var mı? Yakında Kürdistan’a bir ziyaretiniz de olacak.

Tek sözüm gerçek ortak olarak kalmalarıdır. Kürtlerle Araplar bu devlet çatısı altında en iyi dostluk ilişkileri içinde var olmaya davet etmeli. Kürt kardeşlere şunu söylemek istiyorum; emin olun Irak'ta istikrar sağlanmazsa Kürdistan'daki istikrar da uzun süre devam etmez. Aynı şekilde Araplara da söylüyorum, ister Şii olsun ister Sünni, Kürdistan’da kaos olur ve dış müdahalelerin sahnesi haline gelirse istikrar diye bir şey kalmaz. Tüm taraflara mesajım şu, Kürt kardeşler veya diğerleri, bir taraf kriz halindeyken diğer taraf asla istikrar ve refah içerisinde olamaz. Bu yüzden ortak noktalarımız üzerinde birleşelim ki bu da Irak ve Irak’ın zenginlikleridir. Kardeşlerim; Irak çok zengin bir ülke ve eğer çok iyi çalışır üretim yaparsak refah içerisinde yaşarız, ülkemiz de kalkınır. İstikrarlı ve tüm evlatlarına hizmet eden bir Irak istiyoruz. Bu gerçekleşebilir. Tüm Iraklılara da şunu söylüyorum; bu şüpheciliğinizi bir tarafa bırakın. Sizler kardeşsiniz, ortaksınız. Hangi kardeşlik kan, bedel ve hapis kardeşliğinden daha büyüktür?

Size kardeşim Sayın Mesud Barzani’nin bize anlattığı bir olaydan bahsetmek istiyorum; Baas döneminde bakan olan Haşim Akreyi veya ismini tam olarak şimdi hatırlamıyorum ama Kürt bir bakan Bağdat’tan kaçıp Kürdistan Bölgesi’ne gelmiş. “Neden kaçtın” diye ona sormuşlar. Saddam’ın bir konuşmasına aşhit olduğunu, bir odada telefonla birileri ile konuşurken “eşek dediğimi yap” dediğini duymuş. Sonra Saddam çağırmış ve “telefonda ne hakkında konuştuğumu biliyor musun” diye sormuş. Haşim Akreyi de, “Bilmiyorum” demiş. Saddam, “Bana, tutukladığımız 720 Dava Partisi üyesi hakkındaki idam kararını uygulayayım mı, yazılı emir gelmesini mi bekleyeyim diye soruyor. Ben de eşek uygula dedim” demiş. Sayın Mesud Barzani bu nasıl olabilir demiş! Haşim Akreyi, “720 kişiyi bir telefon görüşmesi ile idam eden ülkede yaşanmaz” deyip kaçmıştı. Haşim gidip bunları Suriye’de Hafız Esad’a da anlatmıştı. Esad bize, “Başkanınız insanları böyle mi idam ediyor” diye sormuştu.

Bu olay Ebu Mesrur’u (Başkan Mesud Barzani) çok etkilemişti. Dava Partisi’ne böyle davranılmış diyordu. Bu yüzden bizimle onlar arasında bir samimiyet vardı. Birlikte bedeller ödedik. Mesele Kürtlerle aramızdaki samimiyeti güçlendiren diğer bir neden de şudur; Kürt liderliği, Sayın Mesud Barzani ve Mam Celal, Enfal’de katledilenlerin akıbetini Baas rejimi yetkililerinden sorduklarında, Tarık Aziz, “Çok da peşinden gitmeyin, topu topuna 180 bin kişiydiler” diye yanıt vermiş. Bir düşünün, bir toplumdan 180 bin kişi azalırsa, onu da bırakın, 180 bin tavuk bile olsa, “fazla da üzerinde durmayın, topu topuna 180 bin kişiydi” denilmesi nasıl bir şey! E peki nerde bu 180 bin kişi? “Bitti gitti üzerine Fatiha okuyun” diyorlar. Öyle bir rejim ki 720 kişiyi mahkeme kararı almadan idam ediyor, yok ettiği kadın, çocuk dahil 180 bin kişi için “bitti gitti, sayıların peşinden gitmeyin” diyor. İşte bu durum bizi bir araya getiriyor, birlikte kalmaya mecbur ediyor. Çünkü bizler şiddet, baskı, zulüm, diktatörlük, katliam okulundan mezun olduk. Bir daha diktatörlüğün Irak’a dönmemesi için hangi hırka altında olursa olsun, birlikte çaba göstermeliyiz.

Sayın Maliki, son sorum şu. Sizinle röportaj yapacağımı bilen herkes şöyle bir soru da sormamı istedi. Irak’ta tanınan siyasetçilerinden ve güçlü karakterlerinden biri olmanızın yanı sıra sizin Irak’ın en zengin kişisi olduğunu iddia ediliyor. Bu doğru mu?

Bunu medyada söylüyorlar. Basında 62 milyar dolarım olduğu yazılıyor. Hatta Fransa’da Versay Köşkünü bile satın aldığım yazıyor.

Fransa’daki Versay Köşkünü satın aldınız mı?

Evet... Lübnan’da Refik Hariri’nin köşkünü satın aldım. Güya evde iki özel uçağım da varmış. Uçakların evime nasıl sığdığını ben de bilmiyorum. Tüm bunlar yalan ve gerçekleri saptırmak için söylenen sözler. Tüm dünyadaki bankalarda 1 dinar, 1 dolar param olduğunu bulsunlar kabul ederim. Allah’a şükürler olsun ki beni tanıyanlar maddi durumumdan da haberdardırlar ve ne kadar Irak’ın gelirleri, mali durumunu düşündüğümü biliyorlar. Fakat yalanın sınırı yok. Bu ülkenin çıkarları için gerçekten çabalayan tüm siyasetçilere bu tür asılsız suçlamalar yapılıyor. Kürt kardeşlerimiz de töhmet altında bırakılmadı mı? Sadece onlar da değil, Şiiler de. Bunlar Baasçıların yaklaşımı, arkasında da onların parmağı var, Baasçılar bu tür iddiaları ortaya atmakta uzmandılar.