Öcalan Rojava'da olacakların önüne geçmeye çalıştı
İmralı’da yapılan son beş görüşmede de yer alan Avukat Rezan Sarıca, Öcalan’ın yaptığı çağrılarla başından beri Suriye’de yaşanacakları öngördüğünü vurgulayarak, “Sayın Öcalan bunun önüne geçmeye çalıştı, ancak devlet çözümsüzlük politikalarında ısrar etti” dedi.
İmralı’da yapılan son beş görüşmede de yer alan Avukat Rezan Sarıca, Öcalan’ın yaptığı çağrılarla başından beri Suriye’de yaşanacakları öngördüğünü vurgulayarak, “Sayın Öcalan bunun önüne geçmeye çalıştı, ancak devlet çözümsüzlük politikalarında ısrar etti” dedi.
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan'la 7 Ağustos’tan bu yana avukatların yaptığı tüm başvuralar yanıtsız bırakılıp fiili olarak reddedildi. Öcalan’ın 1993’ten beri “barış yürüyüşü” gerçekleştirdiğini söyleyen 5 görüşmede de yer alan Asrın Hukuk Bürosu Avukatı Rezan Sarıca, “Sayın Öcalan birleştirici bir siyasette ısrar ediyor. Ancak devlet çözümsüzlük politikalarında ısrar ediyor” dedi.
Suriye'de yaşanacakları öngörüyordu
2 Mayıs’ta Öcalan’la yaptıkları görüşmeye de değinen Sarıca, şunları dile getirdi: “Sayın Öcalan o görüşmede 7 maddelik bir demokrasi deklarasyonu diyebileceğimiz bir deklarasyon ortaya koydu. Toplumun nasıl ayrıştırıldığını, dokusunun nasıl parçalandığını çok net bir biçimde ifade etti. Bu yüzden derin bir toplumsal uzlaşıya ihtiyaç olduğunu söyledi. Demokratik siyasetin yürütülmesi gerektiğini ortaya koydu. Yine hem 2 Mayıs’taki görüşmede vurguladığı konular hem de 7 Ağustos’ta yaptığı çağrı aslında başından beri Suriye’de yaşanacakları öngördüğünü de ortaya koyuyor. Sayın Öcalan bunun önüne geçmeye çalıştı. Çünkü bunun çok önemli ve tarihsel sorunlar yaratacağını görüyordu. Her defasında bahsettiği tarihsel Türk-Kürt birlikteliğinin bilinmesini, bunun ne zaman bozulduğunun araştırılması gerektiğini, bozulma sebeplerinin ortadan kaldırılıp yeniden tarihsel birlikteliğe denk gelecek bir siyasetin ve birlikteliğin politikasının yürütülmesi gerektiğini ortaya koydu. Ama bunun tersi bir siyasetin, politikanın ortaya koyulabileceğini de tahmin ediyordu. O yüzden Suriye’nin bütünlüğü içerisinde bir çözüm olması gerektiğini ancak bunun halkları inkar edecek bir siyasetle değil, yerel yönetimlere dayalı, demokratik bir şekilde ve farklılıkları kabul edecek demokratik bir anayasal çözüm olarak ortaya konması gerektiğini özellikle vurguladı. Tam da bu maddede Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olunması vurgusu yapılmıştı. Bu aslında Türk-Kürt tarihsel birlikteliğine denk gelecek demokratik çözüm çağrısıydı.”
Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşananların ortaya çıkarabileceği sonuçların, hem toplum olarak hem de siyaseten yeterince kavranmadığını vurgulayan Sarıca, “Hem devlet nezdinde yürütülen siyaset hem de muhalefet nezdinde yürütülen siyaset bunu gösteriyor. Sayın Öcalan bunun Türkler ve Kürtler arasında tarihsel onarılmaz derin yaralar açabileceğini öngörüyor. Bunun önüne geçmeye çalışıyordu. Halen bu gelişmelerin ortasındayız. Bunun için Sayın Öcalan ile kesintisiz bir şekilde görüşmelerin olması gerekir” dedi.
Öcalan’ın uluslararası bir komployla 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkarılması için izlenen siyasetin bugün de devam ettiğini belirten Sarıca, şunları kaydetti: “Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik müdahalesi tam da böyle bir tarihte gerçekleşti. Geçtiğimiz 20 yıl içerisinde bunun nasıl sonuç almadığını gördüysek, bunların da Kürt sorununu demokratik temelde çözmeyeceğini görmemiz gerekiyor. Bu yüzden bu siyasetten vazgeçilmelidir. Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu demokratik siyasetin yürütülmesi gerektiğini söylüyoruz. Sayın Öcalan o dönemde de demokratik siyasetin yolunu açacak bir adım atmıştı. Bu yönde Avrupa yolunu seçmişti. Şimdi de tarihsel olarak 9 Ekim’e denk getirilen Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik müdahale başladı. Nasıl Sayın Öcalan’la görüşülmesi için toplumsal dayanışma ve sahiplenme olduysa bugünde böyle bir sahiplenmenin ve bütünleşmenin ve dayanışmanın olması gerekir. Bugün Kuzey-Doğu Suriye’de yaşananlar aslında Kürtler nezdinde çok ciddi tuzaklar da barındırıyor. Hem Kürtlerin hem de demokratik kamuoyunun bölgesel ve egemen güçlerin bu tuzaklarına karşı çok dikkatli olmaları gerekiyor.”