Sırrı Süreyya Önder'den Öcalan açıklaması
İmralı duruşu, barışa dönük ciddi, kararlı ve perspektif geliştirici bir çabanın adıydı. Son görüşmelerdeki belirlemelere baktığımızda, bu duruşun yükselerek devam ettiğini görüyoruz PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki durumunu “tutsaklık” olarak adlandırmadığını belirten İmralı Heyeti üyesi Sırrı Süreyya Önder, “Tutsaklık, onun literatüründe düşünememe, yoğunlaşamama ve üretememe durumlarına verilen bir addı. Oysa şahidiz ki her anı ülkenin, bölgenin ve barışın geleceğine dair yoğunlaşmayla geçiyor” dedi.
1998 yılının 9 Ekim’inde devreye konulan devletlerarası komplo ile Suriye’den çıkarılan PKK Lideri Abdullah Öcalan, çatışma zemininden ısrarla uzaklaştırmaya çalıştığı Kürt sorununa siyasi çözüm üretmek üzere Avrupa’ya gitti. Ancak kapılar bir bir yüzüne kapatılırken, kurduğu dostluk ilişkilerinde de ihanete uğrayarak teslim edildiği Türkiye’de, 15 Şubat 1999’da İmralı Adası’na hapsedildi. Mutlak tecrit politikasına uygun inşa edilip, özel hukuk kurallarıyla yönetilen İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne konulan Öcalan’ın yargılanmasına 31 Mayıs 1999’da yine adada kurulan özel mahkemede başlandı. Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin yürüttüğü dava duruşmalarına cam kafeste çıkan Öcalan, savunduğu “Demokratik Cumhuriyet” tezini ilk olarak bu duruşmalarda dile getirdi.
29 Haziran’ın anlamı…
Dokuz duruşmaya çıkan Öcalan’a dair yargılama 29 Haziran 1999’da bitti ve Türk Ceza Kanunu’nun “vatana ihanet” suçunu düzenleyen 125. maddesi uyarınca hakkında “idam” cezası verildi. 29 Haziran tarihi, Şeyh Sait’in idam edildiği günün yıldönümüydü.
Öcalan 2 Ağustos’ta ise, avukatları aracılığıyla PKK’nin silahlı güçlerinin Türkiye sınırlarının dışına çekilmesi çağırısında bulundu. Bu çağrısıyla 1 Eylül’de PKK tarafından 4. kez tek taraflı ateşkes ilan edilip, dağdan ve Avrupa’dan olmak üzere iki Barış Grubu Türkiye’ye geldi. Fakat bu Barış Grubu üyeleri de tutuklanıp cezaevlerine konuldu, ateşkes ilanına rağmen askeri operasyonlara devam edildi.
Demokratik Cumhuriyet tezi
Ancak sonraki süreçte Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne uyum yasaları gereği Öcalan hakkındaki idam hükmü, ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi. Bu yasa değişikliğinin altında dönemin koalisyon hükümetinde yer alan MHP’nin de imzası yer alacaktı. İdam edilmeyen Öcalan, bir başına tutulduğu İmralı Adası’nda uygulamaya konulan mutlak tecrit politikalarıyla tamamen izole edilip, çoğu zaman yılları bulan uzunca süreler boyunca aile fertleriyle bile görüştürülmedi. Buna rağmen Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi ısrarından vazgeçmeyen Öcalan, savunduğu Demokratik Cumhuriyet tezini derinleştirip, formüle etti.
KCK operasyonları
DSP-ANAP-MHP koalisyonunun son bulup, AKP’nin iktidara gelmesinin ardından da çözüm çabalarını sürdüren Öcalan, 15 Ağustos 2009’da Kürt sorununun çözümünü içeren 156 sayfalık bir “Yol Haritası” hazırladı. Ancak bu Yol Haritası’na kulak asmayan AKP iktidarı, kendinden öncekiler gibi tecrit ve savaş politikalarını sürdürdü. Yine Fethullah Gülen cemaati eliyle Kürt siyasal hareketine yönelik KCK operasyonları devreye konulup, siyasetçilerden Öcalan’ın avukatlarına ve gazetecilere uzanan binlerce insan cezaevlerine konuldu.
Avukatları ve ailesiyle görüştürülmeyen Öcalan’dan uzun süre haber alınamaması üzerine Eylül 2012’de PKK ve PJAK’lı tutuklular açlık grevine başladı. 68 günün sonunda Öcalan’dan gelen mesajla açlık grevleri sonlandırıldı. Diyalog yolları yeniden aralandı. İmralı’ya ilk heyet 3 Ocak 2013 tarihinde gitti ve bu tarih “Çözüm Süreci”nin başlangıcı oldu. 28 Şubat 2015 tarihinde “Dolmabahçe Mutabakatı” imzalanmasına rağmen yaklaşık üç yıl süren bu süreç, AKP iktidarı tarafından 2015’te sonlandırıldı ve çatışma ortamına yeniden geri dönüldü.
Çözüm sürecinde oluşturulan İmralı Heyeti içerisinde yer alıp, hükümetle müzakerelerde bulunan Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder, devletlerarası komplonun 21. yılına ilişkin sorularımızı yanıtladı.
Pek çok kez İmralı Adası’na giderek, 21 yıldır burada tutulan Öcalan ile görüştünüz. Öcalan, tutukluluk durumunu nasıl tanımlıyor veya anlamlandırıyordu?
Öncelikle kendi durumunu “tutsaklık” vb. kategorilerle adlandırmazdı. Tam da toplumsal barış için harcadığı çabanın temeli buydu sanırım. “Fiziksel engeller”, “İmralı Sistemi” gibi adlandırmaları hep olageldi ama bunların kendisini engellemeyeceğini sadece toplumsal barışı geciktireceğini söylerdi. Tutsaklık, onun literatüründe düşünememe, yoğunlaşamama ve üretememe durumlarına verilen bir addı. Oysa şahidiz ki her anı ülkenin, bölgenin ve barışın geleceğine dair yoğunlaşmayla geçiyor.
8 yıl aradan sonra Öcalan’ın avukatları 2019 yılında kendisiyle 5 defa görüşebildi. Bu görüşmelerde içinden geçilen süreçte ‘derin bir toplumsal uzlaşmaya’ ihtiyaç olduğunu belirten Öcalan’ın söz ettiği ‘toplumsal uzlaşı’ nasıl sağlanabilir?
Bu ancak ve ancak barış ve demokrasinin toplumsal bir talep haline gelmesiyle sağlanabilir. İktidar-devlet sistemleri bugüne kadarki varlıklarını bu iki olgunun yokluğu üzerine inşa ettiler. Çatışmalı süreçleri, demokrasisiz, dolayısıyla hukuksuz bir yönetme şekline temel mazeret haline getirdiler. Ülke ve bölge gerçekleri manipülasyondan uzak, özgürce ve tüm boyutlarıyla tartışılabilirse gerçek ayrılıkların ne olduğu ve çerçevesi net bir şekilde ortaya çıkar. Ayrılıkların ne olduğunun tartışılamadığı koşullarda uzlaşmaların ne olacağı doğaldır ki belirlenemez.
Öcalan mesajlarında, ‘İmralı duruşu’na vurgu yapıyor ve 2013 Newroz Bildirgesi’nde belirtilen ifade tarzının daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığında olduğunun altını çiziyor. Öcalan ‘İmralı duruşu’ derken, neyi kastediyor? İmralı duruşuna karşın Ankara’nın duruşunda nasıl bir psikoloji hakim?
İmralı duruşu, barışa dönük ciddi, kararlı ve perspektif geliştirici bir çabanın adıydı. Kişisel kaygılar ya da beklentiler içermeyen, talep ve tartışmalarda geleceği önceleyen ve bundan kaynaklı yüksek bir özgüven içeren bir pratiğin cisim bulmuş haliydi. Son görüşmelerdeki belirlemelere baktığımızda bu duruşun yükselerek devam ettiğini görüyoruz.
Buna karşın Ankara demeyelim de statüko ve yaratılan hegemonik sistem ise, İmralı’da geliştiren ve kavramsallaştırılan olguları tartışmayı bırakın anlama çabası içine bile girmeyen bir psikolojide. Kurdukları paradigmanın yerle bir olmasıyla sonuçlanacak bir sürece hazırlıklı değiller. Yukarıda bahsettiğim zorlayıcı bir toplumsal barış talebi de olmayınca körlemesine ve geleceksiz bir yönetme şeklini temel almış durumdalar.
Öcalan, 2013 Newroz Bildirgesi’nin üzerinden çatışmalı 7 yıl geçmesine rağmen hala aynı çizgide olduğunu ifade ediyor. Siz de geçtiğimiz günlerde 2012 yılındaki kadar çözüm umudunuzu taşıdığınızı söylediniz. Bu umudun emareleri neler?
Aslolan içinden geçmekte olduğumuz gerçekliktir. Muhataplık bu gerçekliğin içerisinde şekillenir, şekillenecektir. Dolayısıyla bu belirleme ışığında baktığımızda şunu görüyoruz: Yangın yerine dönmüş bir bölge ve uluslararası emperyal güçlerin kendi iç çatışmalarını ihraç ettikleri bir kan deryası. Bunların sonucu da yoksullaşan, canına, geleceğine, ekmeği ve onuruna kastedilen tüm bölge halkları.
Peki egemenler bunu nasıl sağlayabiliyorlar? Halkları ve inançları birbirine düşmanlaştırarak. Bölgenin mazlumları, çatışma ve savaştan bir çıkarı olmayan ve üstelik bütün bedeli kendisi ödeyen halkları, yan yana durmayı, iradesiz ve zorba tahakkümcü geçmişi değil, barışçıl ve demokratik bir geleceğin inşasını konuşmaya başladıklarında her şey değişecektir.
Benim umutlu olmam da buna dair gördüğüm emareler önemli bir yer tutmaktadır. İki emperyal güçten birine yaslanarak geliştirilen hiçbir denklemin ömrü 24 saat sürmüyor. Çözüm umudu ille de öncekine benzer bir masa ve yöntemi çağrıştırmamalı.
O süreç “niyet” olarak tarihte iyi bir çaba olarak anılacaktır bu kesin. Ama yöntem olarak aynısının tekrarı olmayacaktır. Bu akla ve tarihe aykırıdır.
Yarın İmralı’ya gitme şansına kavuşsanız Öcalan ile ne konuşurdunuz? Son görüşmenizden bugüne yaşananlar hakkında nasıl bir çıkarım yapardınız?
Sağlığını sorarak başlardım konuşmaya ve kendi yetmezliklerimizle eksik kaldığımız yerlerin bir envanterini anlatırdım öncelikle. Sonrasında sürecin kendisine dönük özgürlük ve güvenlik koşulları sağlanmadan yürütülemediğini, herkesin anlamış olması gerektiğini ve bunun dışındaki konuşmaların havanda su dövmekten ibaret olacağını belirterek bitirirdim.