Rojava'da Kürtlerin Özerklik Projesi Sırat Köprüsü'nde
Suriye'deki isyan dalgasında, 19 Temmuz 2012'de Kobani'den başlayarak Kürt bölgelerinde kontrolü ele alan, son dönemde bir kez daha Türkiye’nin tehditleri ile karşılaşan Öcalan çizgisindeki PYD, Kürt bölgelerinden tüm Fırat'ın doğusuna genişleyen fiili özerk bir yapılanma devam ediyor.
Suriye'deki isyan dalgasında, 19 Temmuz 2012'de Kobani'den başlayarak Kürt bölgelerinde kontrolü ele alan, son dönemde bir kez daha Türkiye’nin tehditleri ile karşılaşan Öcalan çizgisindeki PYD, Kürt bölgelerinden tüm Fırat'ın doğusuna genişleyen fiili özerk bir yapılanma devam ediyor.
Fehim Taştekin, BBC Türkçe’de kaleme aldığı yazısında, “Suriye'de Kürtlerin özerklik projesi neden 'sırat köprüsünde' görülüyor?” sorusuna cevap arıyor.
“Bu sürecin organizatör gücü, Demokratik Birlik Partisi'ni (PYD) de kapsayan Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) idi. Halk Koruma Birlikleri (YPG) ve Kadın Koruma Birlikleri (YPJ) bu hareketin silahlı kanadı olarak örgütlendi” diyen Taştekin, izledikleri 'Üçüncü Yol Stratejisi'nin, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) şapkasıyla ortaya çıkan silahlı örgütlerle birlikte Suriye devletine karşı savaşmayı dışladığını belirtiyor.
Hareketin, savaş değil, savunma konseptiyle Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Keldaniler, Türkmenler, Çeçenler ve Çerkesleri belli düzeyde 'demokratik özerklik' projesine ortak ettiğini kaydeden Taştekin, tercihleri Suriye devletinden yana olanların, Suriye Ulusal Koalisyonu'na katılanlar ya da diğer muhalif güçleri destekleyenlerin TEV-DEM kadrolarıyla yol arkadaşlığını reddettiğini ifade ediyor.
Taştekin’in aktardığına göre, Kamışlı gibi yerlerde yerleşik olup Suriye Kürt Ulusal Konseyi çatısı altında toplanan Kürt partiler de ret cephesinde yer aldı.
Ekim 2014'ten itibaren Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) ile savaşın, PKK'nin uzantısı olarak görülen YPG'yi ABD'nin de ortağı yaptığını hatırlatan yazar, Türk-Amerikan ilişkilerindeki kırılmanın da bu noktada kaynaklandığını söylüyor.
Ocak 2014'te Kobani, Afrin ve Cezire'de üç kanton olarak ilan edilen özerk yapılanma, IŞİD'in Tel Ebyad'dan çıkartılmasıyla Dicle'nin kıyısındaki Derik ile Fırat'ın kıyısındaki Kobani arasındaki coğrafi bütünlüğü tamamen sağlamış oldu.
Kürtlerin sıradaki hamlesi Afrin ile Kobani arasında bir koridor açmaktı. Bu plan, "Terör koridoru kuruluyor" diyen Türkiye'nin Fırat Kalkanı hamlesiyle kesilirken Kürtlerin Menbic'i IŞİD'den aldıktan sonra Halep'in kuzeyinden alternatif bir koridorla Afrin'e gitmesi de önlenmiş oldu.
Türkiye, 2018'de Zeytin Dalı Harekâtı ile de Afrin'e girip özerk idareyi fiilen dağıttı. 2016'da Türkiye'nin Rakka'ya birlikte gitme teklifine karşın Kürtlerle Rakka ve ardından Deyr el Zor'a kadar inen Amerikan yönetimi, Fırat'ın doğusunu tamamen kendi etki alanı olarak çevirmiş oldu.
Kürtlerin IŞİD'le savaşının Arap bölgelerine yayıldıkça özerklik projesi de değişimler geçirdiğine dikkat çeken Fehim Taştekin, Bu süreçte 'Rojava' olarak anılan bölgenin tanımının, Batı Kürdistan çağrışımından uzaklaşarak önce Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu, ardından Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi adını aldığını belirtiyor.
Daha sonraki süreçte, askeri alanda hem Türkiye'nin YPG ile ilgili kaygılarını gidermek hem de Arapları daha fazla içine alabilmek için IŞİD karşıtı güçler, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) çatısı altında ortak bir orduya dönüştürüldü. SDG içinde, artan Arap sayısına rağmen YPG, motor gücü olmaya devam ediyor.
Taştekin’in sahadan aktardığı notlara göre, IŞİD'in saha hakimiyetinin bitirilmesinin ardından özerklik projesi çok boyutlu zorlukların olduğu yeni bir sürece girdi.
Bölgeyi yakından takip eden gazeteci, “Özerklik projesinin artık bir sırat köprüsünde olduğunu söylemek abartılı olmaz. Projeyi teste sokan iç ve dış faktörler belirginleşiyor” yorumunu yapıyor.
Özerk yapıyı zorlayan dış faktörlerin başında Türkiye'nin Fırat'ın doğusunda 30-35 km derinliğinde güvenli bölge oluşturma niyetinin geldiğinin altını çizen Taştekin, özerkliğin aktörleri için bunun bir “imha hamlesi” olarak görüldüğünü kaydediyor.
ABD, uluslararası koalisyonun gözetiminde 5 kilometrelik bir güvenli bölgeyle Türkiye'nin tek taraflı müdahalesini önlemeye çalışıyor.
Kürtlerin alternatif planı ise 5 kilometrelik alanın güvenli bölge ilan edilmesi, YPG'nin buradan çekilip yerine yerel askeri meclisin geçmesi, burada Türkiye'nin değil uluslararası koalisyonun devriye gezmesi ve ağır silahların Türkiye sınırından, menzilleri kadar uzaklaştırılmasını öngörüyor.
Türkiye'nin uluslararası koalisyonda olması da Afrin'e sokulan milis güçlerin çekilmesi, evlerini terk eden Afrinlilerin geri dönmesi, gasp edilen mal ve mülklerin iade edilmesi şartına bağlanıyor.
Taştekin’in notlarına göre özerk yönetim, Amerikan varlığını caydırıcı etken olarak görse de Afrin'deki gibi olası bir müdahaleye göz yumulması ihtimalinden hareketle tüneller kazarak şehir savaşına hazırlık yapıyor.
Fırat'ın doğusundaki Amerikan ordusunun varlığının, Kürtlerin hem Şam hem Moskova ile ilişkilerinde bozucu bir etkene dönüşmüş durumda olduğu görüşünü dile getiren Taştekin, “Şam, Amerikan varlığını çözümün önünde en temel engel olarak görüyor” derken SDG Genel Komutanı Mazlum Kobani ve özerk yönetiminin başbakanı konumundaki Yürütme Meclisi Eş Başkanı Fevza Yusuf aksini düşündüğünü ifade ediyor.
Taştekin’e konuşan Kobani, Rusya ve Suriye'nin çözüme yönelik bir planının olmadığını belirtip "Şam çözüme hazır değil. Şam ile bir anlaşma oluncaya kadar mevcut güçlerin kalmasında fayda var" derken, Yusuf şunu söylüyor:
"Biz Şam'la görüşmemizin içine Amerika'yı katmıyoruz, izin almıyoruz ama karşı taraf da adım atmıyor."
Yusuf, müzakerelerde Rusya'ya önem atfettiklerini ama Moskova'nın tutumumun 2016'dan bu yana Türkiye'den yana değiştiğini ve artık çözüm inisiyatifi geliştirmediğini vurguluyor.
ABD ile ortaklığın derinleşmesiyle 'Üçüncü Yol Stratejisi'nden sapıldığı tespitini de reddeden Yusuf, "Kobani'de elimizde bir semt kalmıştı. Ölüm-kalım meselesiydi. Çin bile gelse kabulümüzdü. Rejim yardımcı olsaydı Amerika gelmezdi. Herkes seyretti." diyor. Rusların "Rakka'ya birlikte gidelim" teklifini de hem Kürtlerin bu konuda daha önce ABD ile anlaşmış olması hem de işin içine Türkiye'yi sokma niyetleri nedeniyle kabul etmediklerini söylüyor.
Kürt yoğunluklu bölgelerde daha kolay çevrilen sistemin, Arap bölgelerine gidince çok fazla emek ve zamanı gerektirdiğine dikkat çeken Taştekin, “Yine de özerk yönetimin yayılmasını siyasi, askeri ve iktisadi alanlarda Kürtleşme olarak görenler var. Süryani ve Araplar arasında Suriye yönetiminden yana tercih kullananlar da alternatif savunma birimleri kurdu” ifadesini kullanıyor.
“Demokratik özerk modele kıymet biçen kesimlerin tutumları bir kenara, aşiretler tüm aktörlerin üzerine oynadıkları bir potansiyel” diyen Taştekin, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Bazı aşiretler Türkiye'nin müdahalesine bel bağlarken bazıları Suriye devletiyle saf tutuyor. Özerk yapılanmaya ortak olan aşiretler de farklı seçeneklere açık olma gereği duyuyor. Kürtlerle ortaklığın sonunun 'devletle savaş' şeklinde bitmesini kimse istemiyor. Rakka ve Deyr el Zor taraflarında IŞİD'e karşı savaşta mecburen ya da Amerikan etkisiyle gelen ortaklığın da ne kadar sürdürülebilir olduğu şüpheli. Mesela El Ömer petrol havzasındaki bir iki aşiret, IŞİD'den aldıkları payı özerk yönetimden de isteyerek kazan kaldırdı.
Bu hatta daha önce IŞİD'den kaçan rakip silahlı örgütler de Fırat'ın batısındaki mevzilerinden kendi bölgelerine dönmek için fırsat kolluyor. Bunlar da özerk yönetimin geleceği açısından istikrarsızlık nedeni.
Türkiye de hem Tel Ebyad hem de Deyr el Zor'dan kendisine sığınmış aşiretleri örgütlemeye çalışıyor. Suudiler ise özellikle Rakka'daki aşiretleri Amerikan planına sabitlemek için etkisini kullanıyor.
Bölgedeki Amerikan varlığı belki şimdilik bu aşiretlerin ses çıkarmamasını temin ediyor. Eğer Suriye genelinde siyasal bir çözüm daha fazla gecikirse aşiretler havuzundaki göreceli istikrardan eser kalmayabilir. Bu bölgelerde Kürtlerin süreçleri belirleyen bir rol ile kalması uzun vadede zor.
Hileli yollarla gasp edilen ya da işgal edilen mülkleriyle gündeme gelen Hristiyanlar da devletle özerk yönetim arasında sıkışmış ve bölünmüş durumdalar.
En büyük Hristiyan grup olan Süryanilerin bir kanadı özerk yönetime ortak olsa da bu cenahta hiç kimse 'Kürtler mi, Suriye devleti mi?' gibi bir seçenekle karşı karşıya bırakılmak istemiyor.”
Yazının tamamına buradan ulaşabilirsiniz.