Türkiye'nin üçlü Kürt stratejisi: Rojava'ya saldırır mı?
Ahval'den Ergun Babahan, Suriye'ye askeri yığınağın arttığı bir dönemde Rojava'nın Türkiye'ye bakış açısını içeren bir yazı kaleme aldı:
Rojava Kuzey Suriye Özerk Yönetim bölgesindeki gezimiz Rusya’dan gelen S-400 füzeleri ve Türkiye’nin bölgeye asker yığdığı haberlerinin gölgesinde devam ediyor. Sokaktaki insanlar sınırdaki hareketlilikten habersiz değil ancak pek ilgili görünmüyor. Hayat normal akışına devam ederken, sosyal medyaya düşen haberler de heyecan yaratmıyor.
Kamışlı’dan geçtiğimiz Derik, Cizre’nin karşısında Kürt nüfusu yoğun bir yerleşim merkezi. Dicle Nehri sınır oluşturuyor. Tepede kurulu restorandan baktığınızda Cizre ile Derik aynı ilçenin iki farklı mahallesi gibi. Ancak bu iki mahallede yaşayan insanları birbirlerine gidip gelmiyor. Bunun için pasaportun olması da tek başına yetmiyor.
Suyun iki tarafında yaşayan akrabaları nehir ve sınır boyunca uzanan duvar ayırıyor. Motosikletiyle geziye gelmiş gençler tepeden Dicle ve Cizre’yi izleyerek vakit geçiriyor.
Biz gazeteciler sosyal medyaya düşen her haberi ilgiyle izlerken Kürtler gerek askeri, gerekse siviliyle gayet rahat. Bunda son yıllarını vahşi bir savaşın içinde geçirmiş olmalarının payı büyük. “Saldırı olursa direnir, kendimizi savunuruz” diyorlar. Sınır güvenliğinden sorumlu birimlerle birlikte 100 bine varan bir düzenli ordu yapılanmaları var ama hava saldırılarına karşı bir savunma sistemi yok. O nedenle kimi kesimlerin çok eleştirdiği Amerika ile işbirliğini sürdürmek zorundalar. Türkiye’nin tavrı bunu dayatıyor onlar açısından.
Gerilim olmamasının diğer bir nedeni ise Amerikalılar ile yaptığı görüşmeler. Kürt yetkililer Türkiye’den bir saldırı olması halinde kendilerini savunmak için Der Zor ve Rakka’daki birliklerini hemen çekeceklerini bildirmişler. Bu, bölgede IŞİD’e yeniden alan açacağı, uyuyan hücreleri canlandıracağı için başta Amerika olmak üzere Batılı güçlerin istemediği bir gelişme. Bunun ihtimali bile Batılarda ciddi bir telaş yaratıyor. Türkiye de bunu bildiği için IŞİD’le mücadeleyi sekteye uğratacak davranışlar içine giriyor.
Gerek rejimin, gerekse IŞİD’in ve diğer cihadist grupların organize ettiği bombalı saldırılar güvenliğin ne kadar kırılgan olduğunu ve İslamcı terörün her an canlanabileceğini gösteriyor. IŞİD veya cihadist yapılar yok olmuş değil, sadece geri çekilmiş durumda ve geri gelmek için fırsat kolluyor...
Amerikalılar Kürt yönetimine Türkiye ile görüşmelerin sürdüğünü ve askeri bir saldırıya izin vermeyecekleri konuşuluyor. Doğrulatamadığımız haberlere göre, geceleri Koalisyon’un uçakları kritik yerleşim bölgeleri ve sınır hattında keşif uçuşları yapıyor. Ancak Kürtler ihanete alışkın bir halk olduğundan bu sözlere tam olarak güvenemiyorlar desek yanlış olmaz. Kürtler ayıca sınırda sürekli birlik değişim olduğunu, son yaşanan hareketliliğin S-400 ambargosu öncesi Amerika’ya bir mesaj olduğunu düşünüyorlar.
Ayrıca içeride ekonomik olarak sıkıntıya girmiş, dünyada yalnızlaşmış bir yönetimin Saddam benzeri maceracı hamleler yapabilmesinin de mümkün olduğunu düşünüyorlar. Ben ise Amerika’nın açık onay ve desteği olmadan Türkiye’nin Suriye’ye yönelik askeri hamlesinin çok ciddi sonuçları olacağına inanıyorum. O yüzden bu gerginliğin hep devam edeceğini ama açık bir saldırıya dönüşmeyeceğini düşünüyorum.
Türkiye’nin Kürt meselesini askeri yöntemle çözme kararı aldıktan sonra üçlü bir strateji izlediği görülüyor: Kandil’i imha ve oraya peşmerge ve İslamcı unsurlar yerleştirmek ki, bunun için Amerika’nın onayı ve Barzani yönetiminin işbirliği dışında İran’ın da rızası gerekiyor, Rojava’yı sürekli kuşatma altında tutup boğmak ve uzun vadede Irak Kürdistan’ı bir şekilde Türkiye’ye bağlamak.
Irak kağıt üzerinde hâlâ toprak ve devlet bütünlüğünü koruyor olsa da fiilen parçalanmış durumda ve toparlaması zaman alacak. Türkiye, Irak Kürdistan’ındaki varlığını genişleterek ve Peşmerge ile işbirliği yaparak sürdürüyor. Elinde fazla enstrüman olmayan merkezi hükümet ise sadece tavuk ve yumurta ithalatını yasaklamakla yetiniyor.
Kürt yönetimi petrolünü Türkiye üzerinden satarak ekonomik geleceğini, PKK’ye karşı Türk Silahlı Kuvvetleri ile işbirliği yaparak varlığını garanti altına almak istiyor. Türkiye, bölgede alınacak tüm kritik kararlarda söz sahibi ve Barzani yönetiminin gözü sürekli Ankara’da…
Ancak bölge ülkelerinin halklarıyla sorunu demokrasi ve hukuk içinde çözememiş olması uluslararası güçlerin bölgeye gelip denklemin bir parçası olmalarıyla sonuçlandığı için yapılan planların mutlaka başarıya ulaşacağının garantisi olmadığı gibi, daha büyük sıkıntı ve felaketlerle sonuçlanması ihtimali de yüksek.
Tablo girift ve karmakarışık. Türkiye S-400 aldığı Rusya ile önüne çıkan zorluklara rağmen Suriye’de işbirliğini sürdürüyor ama Kıbrıs meselesinde, İdlib’de aralarında ciddi görüş ayrılıkları mevcut. S-400 nedeniyle hafif de olsa bir Amerikan ambargosuna maruz kalıp F-35 programından çıkarılması kaçınılmaz olan Washington ile Irak’ta PKK’ye karşı eşgüdümlü bir harekât başlatmış durumda, Suriye’de ise pozisyonları çok farklı. Avrupa ile ilişkileri ise “mültecileri üzerinize salarım” düzeyine inmiş durumda. Bu kırılgan yapı bir anda çökebilir ve Ankara açısından içinden çıkılması çok zor bir tablo yaratabilir.
Bölgenin 100 yıllık tarihi askeri çözümlerin işe yaramadığı ve halklar arası kin ve nefreti artırmaktan başka bir sonuç vermediğini defalarca kanıtlamış durumda. Avrupa’nın yaptığı gibi oturup konuşup herkesi memnun ve mutlu edecek formüller üzerinden barışı ve refahı inşa etmek mümkün. Bu gerçek görülmeden bölge uluslararası güçlerin oyuncağı olmaya devam edecek.