Büyük Ortadoğu Projesi: Bağımsız Kürdistan

Büyük Ortadoğu Projesi: Bağımsız Kürdistan

Uluslararası çapta yayın yapan, Amerika merkezli Uwidata International’da “Kürdistan Meselesi” başlıklı bir makale yayınlandı.

Donald Trump’ın 2016 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kazandığı zafer, 2003’te ortaya çıkan Amerika’nın “Büyük Ortadoğu” projesi için korkunç sonuçlar doğurdu. Yeni jeopolitik rakiplerin ortaya çıkışı ve Suriye’de DAEŞ’e karşı savaşta kazanılan zaferler, Batı Asya’da yeni bir güç dengesiyle sonuçlandı. Durum hâlâ oldukça kaotik olsa bile, bir gerçek kesinlikle açık: Amerikalılar hâkim durumlarını kaybetti.

Her şeyden önce, Temmuz 2016’daki olayların ardından, Orta Doğu’daki merkez oyunculardan biri olan Türkiye, Rusya ile jeopolitik bir yakınlaşmaya yöneldi ve kendisini ABD’den uzaklaştırmaya başladı. Türk makamları Washington’u uzun zamandır müttefiklerin ilişkilerinde bir darbe girişiminde rol oynamakla suçladılar. Bu noktaya kadar, Türkiye, İsrail ile birlikte, Orta Doğu’daki ABD dış politika çıkarlarını icra etmek için bir karakol olarak görülüyordu. Bununla birlikte, ABD’nin, Türk hükümeti ile olası bir açık çatışma durumunda Kürt ayrılıkçılarına olan güvenine dair çelişkiler oluşmaya başladı. Bunun sonucunda, Amerika en önemli bölgesel ortaklarından birini kaybetmeye başladı. Darbe girişiminin ardından Türkiye ile Batı arasındaki düşmanlıklar daha da arttı: Türkiye, devam etmekte olan AB üyelik sürecini riske sokarak, NATO’dan ayrılma olasılığını açıkça dile getirdi.

Darbe lideri Fethullah Gülen’in iadesini konu alan Washington ile Ankara arasında yapılan başarısız müzakereler, Türkiye’nin rahip Andrew Brunson’u tutuklaması konusundaki tartışmaları daha da karmaşık hale getirdi. ABD’nin caydırmaya çalıştığı ve tehdit ettiği Türkiye’nin Rus S-400 füze savunma sistemini satın alınması ise tezatlıkları en keskin noktalarına ulaştırdı.

Paralel olarak, Suudi Arabistan ve Katar da dış politikalarını buna göre düzenlemeye başladı. Batı’nın bölgedeki durumu artık tam olarak kontrol edemediğini fark eden Katar, Suriye’deki etkisini ve gücünü başarıyla göstermiş olan Rusya’dan destek almaya başladı. Türkiye’nin eski bir müttefiki olan Katar, İran’la ilişkilerini iyileştirerek Türkiye’nin yolunu takip etmeye başladı. Katar’ın karşıtı olan Suudi Arabistan da benzer bir strateji izleyerek, İran’la doğrudan olmasa dahi, Rusya ile bağlar kurmaya başladı. Bu, Riyad’ın, Washington’un karşı çıkmasına rağmen Moskova’dan S-400’leri satın alma girişimlerinde kanıtlandı.

Böylece, Birleşik Devletler bölgesel ortaklarının çoğunu kaybetti, ve sadece İsrail Büyük Ortadoğu projesinin bir parçası olarak kaldı. Trump, bu ilişkiyi güvende tutmak için geriye doğru eğildi, en sonunda Washington’un İslam dünyasıyla olan ilişkilerini tamamen yok etse bile, Kürtlere güveniyor.

Trump, seçmeninin ruh halini doğru bir şekilde kavradı ve Büyük Ortadoğu projesini yarıda kesmeye söz verdi. İktidara geldikten sonra da en azından o yöne doğru adımlar atmaya başladı: Aralık 2018’de bütün Amerikan birliklerini Suriye’den çekmeye karar verdi.

Renk devrimi dalgası ve Arap baharının ardından, Orta Doğu’daki bazı ülkeler Amerika’nın gelişen stratejisinin yarattığı asıl tehdidi fark etti. Gözlerinden önce, merkezileşmiş ve düzenli ulus-devletler teker teker harabeye dönüşüyordu. Bunlar sadece bir hükümet değişikliği değildi: tüm ülkelerin egemenliği tehdit altındaydı. Bu nedenle birçok lider, egemenliklerine yeni bir yol haritası çizilmesi gerektiği sonucuna vardı. Örneğin, bölgedeki önemli bir oyuncu olan Türkiye, Rusya ve Çin ile jeopolitik etkileşimini artırdı ve kendisini ABD ile ilişkilerde krize neden olan Avrasya eksenine doğru yönlendirdi.

Suriye çevresindeki bölge kademeli olarak aşırıcı gruplardan arındırıldı, geri kalan militanlar ise İdlib eyaletine ve ülkenin güney-doğusuna düştü. İmran Han döneminde ise, Pakistan ABD’den uzaklaştı ve Rusya ile stratejik ilişkiler kurarken Çin yanlısı politikalar geliştirmeye başladı.

Tüm bu faktörlere bakıldığında, Büyük Ortadoğu Projesinin zaten kısıtlandığı sonucuna varabiliriz.

Ancak, Amerikan stratejisi, yalnızca kısmen Beyaz Saray’ı kimin yönettiğine bağlı. Bu nedenle, sözde derin devletin ABD siyasetindeki rolünü anlamak önemlidir. Derin devletin, Trump’ın da göz önünde bulundurması gereken, kendine ait bir mantığı ve yönelimi vardır. Derin devletin etkisinden dolayı, Amerika, bölgedeki bir dizi sorundan yararlanmaya devam ediyor; bunlardan biri ise, bağımsız bir Kürdistan için savaşan güçleri destekleyerek, çatışmaları kışkırtmak. Özellikle de bu çatışma, Büyük Orta Doğu projesinin “son savaşı” olacak gibi gözüküyor.

Ralph Peters ve Bernard-Henri Levy’e göre Büyük Orta Doğu projesi, Türkiye, Irak, İran ve Suriye’den bölgeleri içeren bağımsız bir “Kürdistan”ın oluşturulmasını içeriyor. Bu ülkelerde yaşayan 40 milyon Kürt’ün birleşmesiyle tek bir devlet kuruluşunun kurulması bir dizi ciddi soruna yol açabilir.

Tarihsel olarak, “Kürdistan haritası” her zaman Orta Doğu’da nüfuz için çaba gösteren çeşitli jeopolitik güçlerin bir kolu olmuştur: İlk önce ABD Başkanı Wilson, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını destekledi. ABD, Irak’taki Baas Partisi’ni devirmek amacıyla 1970’lerde Kürt kuvvetlerini tekrar destekledi, 2003’te ise, Saddam Hüseyin’i devirmek için Kürtleri kullandı. İsrail, Arap Devletlerini zayıflatmak için Kürdistan projesini güçlü bir şekilde destekledi.

Türkiye, İran, Irak ve Suriye dahil olmak üzere bölgedeki diğer devletlerin bu fikri engellemesinin yanında din, dil ve kültür farklılıklar da, bir ulus-devlet inşa etmeyi imkansız kılmaktadır. Bu ülkeler için, Büyük Kürdistan projesinin uygulanması, aslında toprak bütünlüklerinin sona ermesi ve egemenliklerinin büyük ölçüde zayıflaması veya belki de tamamen çöküşü anlamına gelecektir.

Türkiye’nin şu anki stratejik müttefiki Rusya, Kürt meselesini başka yollarla çözme ve düzenleme konusunda olumlu bir rol oynayabilir. Çatışmada tarafsız kalan Rusya, tarihsel açıdan da Kürtlerle olan pozitif ilişkilerine dayanarak, mevcut devletlerin toprak bütünlüğünü korumaya çalışırken, Kürt haklarını kimliğini ve istikrarını koruyan bir aracı ve garantör olarak hareket edebilir.

Şu anda, Iraklı Kürtler, Mesut Barzani önderliğinde Kürdistan projesinin uygulanması için en uygun koşullara sahip. Irak Kürdistanı’nın özerkliğinin kökenleri ise 2000’li yıllardaki Amerikan operasyonlarıdır. Bu dönemde Iraklı Kürtler azami özerklik kazandılar. Şu anda, Irak Kürdistanı’nın kendi silahlı güçleri, para birimi ve hatta kendi diplomatları vardır. Bölgenin asıl geliri ise petrol satışlarından geliyor. İlginçtir ki, Irak Kürdistanı’ndaki kişi başına düşen geliri oldukça yüksek olup ve İran ile Suriye’yi aşmaktadır. Eylül 2017’de, özerk bölge, Irak’tan ayrılmak için referandum yaptı ve yüzde 92.73 seçmen bağımsız bir Irak Kürdistanı oluşturmaya oyunu verdi. Erbil’in bu yöndeki planları hem Irak’ta hem de Türkiye’de olumsuzluklarla karşılandı.

Erdoğan Kürt Özerkliğine Karşı

Türkiye’de, proje, özellikle de hükümetin Kürt meselesi hakkındaki görüşleri gibi çok keskin sorunlarla karşı karşıya. Erdoğan, Kürt faktörünü (Batı destekli Kürt-Türk barış süreci gibi) kısmen oynayarak iktidara geldi, ancak Batı ile ilişkiler kötüye gittiğinde, ayrılıkçılarla herhangi bir taviz vermenin Türkiye’nin milli birliğini zayıflatmak olarak gören zor bir ayrılıkçılık karşıtı duruş olan Ulusalcı-Atatürkçü bir duruşa geri dönmeye başladı. Sonuç olarak, Erdoğan şimdi Kürt özerkliği hareketine karşı bir politika izliyor ve PKK sırayla terörist saldırılar yaparak ve ültimatomlar yayınlayarak yanıt veriyor.

Türkiye’de faal olan PKK’nın başı Öcalan’ın ana düşmanları ise Türkiye ve Suriye’dir. Suriye Kürtlerine destek de ABD hükümetinden geldi. Birkaç yıl boyunca, Kürtlere DAEŞ militanlarıyla savaşmaları için maddi yardım gönderdiler. Fakat Batı medyasında, Kürtler’in DAEŞ’le mücadelesine, Suriye ve Türk ordusunun gerçek büyük ölçekli zaferlerinden çok daha fazla önem verildi.

Bu makale  Eren Türker Tek tarafından çevrilmiştir.