'Esad'ın DSG mektubu, Ankara'nın önüne atılan politik bir yem'

'Esad'ın DSG mektubu, Ankara'nın önüne atılan politik bir yem'

Ankara’da 16 Eylül’de yapılan Erdoğan-Putin-Ruhani zirvesinin hemen öncesinde Suriye hükümetinin, BM’ye gönderdiği mektupta Suriye Demokratik Güçleri’ni (DSG) “bölücü terör örgütü” olarak tanımlaması tartışılmaya devam ediyor.

DSG, bu mektup üzerine Suriye yönetimine “Düşmanca tutum almak yerine diyalog yolunun benimsenmesi” çağrısı yaparken Esad yönetiminin Ankara’ya işbirliği mesajı verdiği yorumları da ağırlıkta.

Evrensel yazarı Yusuf Karataş, “Ne oldu da Suriye rejimi Kürtleri ‘terörist’ ve düşman ilan ediyor?” sorusuna cevap arıyor.

Suriye yönetiminin BM’ye gönderdiği mektubun zamanlamasının rastlantı olmadığını düşünen Karataş, “Erdoğan yönetiminin Soçi mutabakatında İdlib’in cihatçı gruplardan temizlenmesi konusundaki taahhütlerini yerine getirmemesi karşısında Suriye yönetimi ve müttefikleri İdlib’deki cihatçıların tasfiyesi konusundaki kararlılıklarını her fırsatta ortaya koyuyorlar” görüşünü dile getiriyor.

Suriye yönetimi ve müttefikleri için Suriye’nin geleceğiyle ilgili en büyük belirsizliği Fırat’ın doğusundaki Kürt oluşumu ve Kürtlerin burada ABD ile sürdürdükleri iş birliğinin oluşturduğunu belirten Karataş, Suriye yönetiminin BM’ye mektubunun, bu konuda dengeleri kendi lehine çevirme konusunda bir arayışa işaret ettiğinden bahsediyor.

Karataş da farklı bölge uzmanlarının dile getirdiği, Fırat’ın doğusundaki Kürt oluşumunu bir tehdit olarak gören Erdoğan iktidarına işbirliği çağrısı üzerinde duruyor ve ekliyor:

“Çünkü ABD’nin Erdoğan yönetimine kabul ettirdiği ‘mutabakat’ Kürtlerin Fırat’ın doğusundaki egemenlik alanlarını kısmen sınırlasa da Kürtleri de güvence altına almaya dayanıyor. Oysa Suriye’deki Kürt oluşumunu ülke içinde Kürt sorununda uyguladığı politika için bir tehdit olarak gören Erdoğan yönetiminin gönlünde yatanın Kürt oluşumunu ortadan kaldırmak olduğu bir sır değil. Bu nedenle Erdoğan, ABD ile yaptıkları mutabakattan sonuç çıkmazsa kendi planlarını devreye sokacaklarını söyleyerek ABD üzerinde baskı oluşturmaya çalışıyor.”

Yazar, burada Kürtlerle işbirliğine ihtiyaç duyan ABD’nin, Kürt oluşumunu ortadan kaldırmak bir yana, aksine Kürtler ile Türkiye’deki iktidarı kendi stratejisinde birleştirecek bir mutabakatı dayattığını vurguluyor. Karataş’a göre,Erdoğan yönetiminin ABD’ye rağmen Fırat’ın doğusuna tek taraflı operasyon yapması, yapılan açıklamalara rağmen öyle kolay görünmüyor...

Suriye hükümetinin de bu yüzde devreye girerek, ABD’den istediğini alması mümkün görünmeyen Erdoğan iktidarına kendisiyle işbirliği seçeneğini sunduğu görüşünü dile getiren Karataş, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Ankara zirvesinde İran Lideri Ruhani’nin ABD’nin Suriye’den çekilmesi ve Ankara ile Şam yönetimleri arasında 1998’de imzalanan Adana Mutabakatı’nın uygulanması çağrısı da bu seçeneğin yaşama geçirilmesi yönünde yapılmış bir çağrı olarak anlam kazanıyor. Daha önce ocak ayında Putin tarafından gündeme getirilen bu mutabakata göre bugün sınır güvenliği ve egemenliğinin Suriye rejimine devredilmesi ve Türkiye’ye 5 kilometrelik operasyon yetkisi verilmesi öngörülüyor.”

Orta Doğu uzmanı Mustafa Peköz ise, Ankara’da yapılan Üçlü Zirve’de dile getirilen anayasa komisyonunun stratejik olmadığını savunarak, “DSG’nin doğrudan içerisinde yer aldığı politik çözüm kaçınılamaz olarak masaya gelecek” yorumunu yapıyor.

Mezopotamya Ajansı’na konuşan Peköz, Suriye’de kazanan iki gücün Şam’daki iktidar ile Kamışlo’daki iktidardan ibaret olduğunu söylüyor. 

“Bu iki güç Suriye savaşının kazananları olarak biliniyor” diyen Peköz, her iki güç arasında çıkacak olası bir askeri çatışmanın, Suriye’yi yılları kapsayacak yeni bir savaşa sürükleyeceği uyarısında bulunuyor.

Peköz, Şam’ın DSG’yi “bölücü terörist milisler” olarak ilan etmesini ise, “O mektup esasen Ankara’nın önüne atılan politik bir yem” şeklinde değerlendiriyor.

“Şam rejimi, Ankara’nın yumuşak karnını biliyor” diyen Peköz, Ankara’nın Esad rejimiyle doğrudan diplomatik ilişkilere gireceğini öne sürüyor.