'CHP, HDP ile açık bir ittifak yapacak cesarete sahip mi?'

'CHP, HDP ile açık bir ittifak yapacak cesarete sahip mi?'

Başlık bana ait değil, CHP Parti Meclisi Üyesi sayın Müslim Sarı’ya ait. Demokrasi güçlerini birleştirme, muhalefet cephesini büyütme iddiası olan her partinin önündeki en acil görev. 

Bu acil görevin yerine getirilmesi için çok zaman kaybedildi. Kaybedilen zamanı telafi etmeninin ilk adımı, toplumun bütün kesimlerinin kendisini içinde bulacağı bir programla, toplumun karşısına çıkmak.

Bu hem Türkiye, hem de Türkiye’de yaşayan halkların geleceği için önemli bir adımdır. Böyle bir  programın düğüm noktasının Kürt sorunu olduğunu (Türkiye, hatta Ortadoğu açısında), siyasetle uğraşan her insan bilir.

Sayın Kılıçdaroğlu, ’”Kürt sorununu çözeceğiz, 18 yılda çözülemeyen sorunları çözeceğiz’’ diyor. Fakat Kürt sorunun neden çözülmediğini, kendisinin nasıl çözeceğini, “18 yılda çözülmeyen’’ sorunların niçin çözülmediğine değinmiyor. Sorunun çözüm projesini içeren bir programı da yok. Sadece “Çözeceğiz’’ kelimesinden ibaret söyledikleri.

Peki Kürtler, Aleviler, LGBT gibi sorunu olan ötekiler, işsizler, AKP-MHP devletinin kıyımına uğrayarak işini kaybeden (Akademisyen, yazar; gazeteci, aydın, iş insanı), toplumun üçte ikisini oluşturan ve rejimin devlet karşıtları olarak ilan ettiği bu insanlar “Çözerim’’ kelimesine nasıl inanabilir.

Erdoğan’ın 2002 çıkışı, sayın Kılıçdaroğlu’nun çıkışından daha ‘tutarlıydı.’ Çünkü onun çıkış argümanı  doğru tespitler üzerinden yapılmıştı ve onun için de toplumsal destek gördü. 

Şöyle demişti: “Kürt sorunu benim sorunumdur. Devlet de hatta etmiştir. Bu sorun barış ve demokrasiyle (Barış ve Demokrasi!) çözülür. Türkiye’yi uçurumun başına getiren bu sorunu çözmek için şeytanla dahi aynı yatağa girerim.’’

2009 da başlayıp, 2015 yılında AKP tarafından bitirilen çözüm sürecinin yedi yılı Türkiye’nin altın yılları olarak tarihe geçebilir.

Bu süreçte demokratik açılımlar olmuş, toplumu cenderesine alan ‘güvenlik’ eksenli politikalar gevşetilmiş, insan haklarında iyileşme olmuş, İşkence yasaklanmış, toplu mezarlar ortaya çıkarılmış, ‘Faili meçhul’ cinayetler önemli ölçüde deşifre edilmiş ve AB’ne giriş için önemli adımlar atılmıştı.

Demokratik ortamın oluşması iç piyasayı canlandırmış, dış sermayenin girişi önemli ölçeklerde büyümüş, istihdama yeni yatırım sahaları açılmıştı. AKP-MHP faşizminin bugün kullandığı ekonomik avantajlar dahi bu sürecin geliştirdiği iyileşmenin sonucudur.

Türkiye’yi düze çıkaran bu sürecin bitirilmesiyle, Türkiye tekrar tepetaklak bir uçurumun kenarına gelmiştir. Barış sürecinin bitirilmesiyle Türkiye’nin ortaya çıkan tablosu Şöyle: Kürtlere karşı başlatılan toplu imha savaşı… iflas eden dış politika… ülkeyi terk eden yerli ve yabancı sermayenin yarattığı istihdam ve üretim açığının yarattığı toplumsal yoksulluk… Bu yoksulluğu görünmez kılmak için, Yedi düvelle yedi cephede açılan savaş…. işsizlik, yoksulluk, Açlık… Adam kayırıcılık ise ulusun kaderi haline gelmiş… Demokrasinin kırıntıları rafa kaldırılmış… toplum birkaç parçaya bölünmüş… Ülke ve toplumun geleceği bir kişinin iki dudağı arasında çıkan bir sözcüğe mahkum edilmiş.

Başa dönersek: 18  yıllık sürecin, en azında dört-beş yılı (Barış ve çözüm süreci) bu ülkede son yüzyılda başarılmamış bir çok şeyin başarıldığı yıllardır. Sayın Kılıçdaroğlu’nun görmek istemediği bölüm. 

Bu gidişatı değiştirmenin talibi olarak ortaya çıkıyorsanız, o zaman içinde bulunduğunuz ortama zemin hazırlayan tarihsel gelişmeleri sorgulayarak işe başlamak zorundasınız. Bu sorgulamayı, Türkiye’de yaşayan bütün halk grupları, farklı inanç mensupları, farklı düşünce ve fikir mensupları, farklı kimlik ve aidiyet mensuplarının kendi kimlikleriyle kabul gördüğü bir program ile başlatabilirsiniz. Bu programa, toplumsal sözleşmenin bir nevi taslak programı da denebilir. Peki bu  mümkün mü?

Mümkündür şayet zevahiri kurtarma uğruna değil de,  Türkiye’de yaşayan halk topluluklarının barış ve demokrasi içinde bir arada  özgür ve eşit yaşanması hedefleniyorsa. Bunun için yapılması gereken birkaç samimiyet ödevi var. Bu ödevlerin başında ise, tarihle yüzleşmek ve hesaplaşmak gelir. Bu adım halkla birlikte atılırsa, halkları birbirine yakınlaştırır, yaratılan suni düşmanlıkları yok eder.

Mümkün değil, şayet muhalefet iktidarı ele geçirmek için toplumun beklentilerini kendi siyasi propagandasında manivela olarak kullanacaksa. Tıpkı AKP’nin Kürt sorunu çözme vaatlerindeki sözler gibi.

Kürt siyasi hareketiyle bir araya gelmekten korkan, Kürtleri iktidardaki faşist partiler kadar tehlike ilan eden, Rojava, güney Kürdistan ve Kürtlere karşı topyekün savaş konseptine ve Kürt siyasi soykırımına onay veren bir CHP, Kürt sorununu nasıl çözecektir? Bu kirli sicili ile (Ermeni, Dersim ve diğer Kürt soykırımlarını bir kenara bırakalım) yüzleşmeden, Kürtlerin ve ötekilerin güven göstermesi için bir gerekçe var mı?

CHP’nin ‘’Çözerim’’ söylemi insana şu halk fıkrasını hatırlatıyor. ‘’Tilkiye demişler sen tavuklar köyüne Muhtar olarak atanmışsın.’’ Tilki, ‘’Gülesim geliyor, ama inanasım gelmiyor.’’ demiş.

Muhalefet demek, mevcut gidişattan hoşnutsuzluk demektir. Şayet var olandan hoşnut iseniz, kendinizi muhalefet olarak isimlendirme hakkınız yok. Şayet hoşnut değilseniz, yapılanı değil onun tam tersini (yanlışın tersi doğrudur) yapmak zorundasınız. 

Türkiye toplumu kendisine muhalefet diyen bileşenlere  niçin güvenmiyor? Çünkü bütün tarih  boyu muhalefet adıyla ortaya çıkanlar, iktidara geldiğinde, topluma, iktidarın yaşattıklarından daha beterine yaşatmışlar. Öyle ki, toplum kovulanı arar duruma düşmüştür. Bunu en iyi 1980 öncesi Demirel’e karşı yükselen toplumsal öfkede görmüştük.1980 öncesi Demirel’i bir kaçık suda boğmaya çalışan toplum, darbeden sonra ‘’Kurtar bizi Baba’’ diye sokaklara dökülmüştü. 

CHP şayet demokrasi, barış, adalet ve hukuk devletinin yeniden inşası için muhalefet yürütecekse, kendi ve devletin geçmişini sorgulayarak ve iktidarın ‘kirli’ ilan ettiği toplumun bütün kesimleriyle ilişkilenerek işe başlamalıdır. Bunu gizli değil, toplumun ve dünyanın gözleri önünde yapmalıdır.

Ahval

 

Ali Çatakçın