Kongre’de Türkiye’ye Ağır Eleştiriler

ABD Kongresi’nde Türkiye’de demokrasinin durumu ve özellikle de son anayasa referandumu ışığındaki gelişmeler hakkında panel düzenlendi.Kongre’de Helsinki Komisyonu olarak da bilinen Avrupa’da Güvenlik ve İşbirliği Komisyonu ile Tom Lantos İnsan Hakları Komisyonu’nun ortaklaşa düzenlediği panelde Türkiye’de demokrasinin gidişatıyla ilgili ağır eleştiriler ve kaygılar dile getirildi.

Kongre’de Türkiye’ye Ağır Eleştiriler

Panelin açılışında konuşan Tom Lantos İnsan Hakları Komisyonu Eş Başkanı, Demokrat Parti Massachusetts milletvekili James McGovern, Türkiye’de son yıllarda demokrasinin zemin kaybederek yerini otoriter bir yapıya bıraktığını belirtti.

McGovern, 15 Temmuz darbe girişiminin de hükümete daha baskıcı bir ortamı hayata geçirmek için gerekçe sunduğunu söyledi.

Türkiye-ABD ilişkilerinin de kritik bir noktadan geçtiğini belirten McGovern, Türkiye’nin stratejik önemi ve NATO müttefiki olmasına dikkati çekti ancak “temel hakları ihlal eden ülkelerin güvenilir müttefikler olamayacağı” uyarısında bulundu.

Helsinki Komisyonu’nda siyasi danışman Everett Price’ın moderatörlüğünde yapılan “Türkiye’de Referandum Sonrası: Kurumlar ve İnsan Hakları” başlıklı panelde, Wilson Center adlı düşünce kuruluşunun Ortadoğu Programı Direktörü Henri Barkey, siyaset bilimci Ebru Erdem Akçay, seçmen haklarını savunan ABD Uluslararası Seçim Sistemleri Vakfı (IFES) Avrupa ve Avrasya Bölge Direktörü Beata Martin-Rozumilowicz ve Özgürlük Evi (Freedom House) adlı insan hakları kuruluşunda transit ülkeler proje direktörü Nate Schenkkan söz aldı.

<strong>‘Referandum adil bir ortamda yapılmadı’</strong>

İlk konuşmacı olan Rozumilowicz, uluslararası gözlemcilerce anayasa referandumu süreci ve sistem değişiklikleriyle ilgili olarak dile getirilen endişeleri gündeme getirdi.

Referandumun gerçekten bir demokratik sürece sahne olup olmadığı konusunda soru işaretleri bulunduğunu ifade eden Rozumilowicz, kampanya döneminde tek bir tarafın bütün sahaya egemen olduğunu ve eşit temsil açısından adil bir ortam bulunmadığını savundu.

Rozumilowicz, bu süreçte sivil toplum örgütlerine de seslerini tam olarak duyurma şansı tanınmadığını, temel özgürlüklerin kısıtlandığını söyledi. Yargının da Kanun Hükmünde Kararnameler karşısında yetkisiz bir hale dönüştüğünü, Yüksek Seçim Kurulu’nun da şeffaflıktan yoksun olduğunu kaydeden Rozumilowicz, mühürsüz seçim pusulalarının geçerli sayılması kararının da referandum sürecinin güvenilirliğiyle ilgili belirsizliği arttırdığını belirtti.

<strong>‘Güçler ayrılığı tamamen yok ediliyor’</strong>

Wilson Center’dan Henri Barkey de, referandumla getirilen yeni sistemin güçler ayrılığını tamamen yok ettiğini söyledi.

Ülkede tüm gücün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve “1000 odalı külliyede” toplandığı görüşünü dile getiren Barkey, kabine üyelerinin artık TBMM’ye karşı sorumlu olmadığını ve TBMM’nin bakanları sorgulama yetkisi kalmadığını belirtti.

Erdoğan’ın yeniden parti üyesi olmasıyla birlikte partinin tüm milletvekillerinin Cumhurbaşkanı’na karşı sorumlu olduğuna, kimin milletvekili olup olamayacağına da Cumhurbaşkanı’nın karar vereceğine dikkati çeken Barkey, cumhurbaşkanlığının iki dönemle sınırlı olması maddesinin de aslında hukuki bir boşluk içerdiğine dikkati çekti.

Barkey örneğin Erdoğan’ın 2019’da cumhurbaşkanı seçilmesi halinde ikinci döneminin 4’üncü yılında erken seçime giderek bir 5 yıl daha seçilebileceğini, bunun da toplam 14 yıl daha, yani 2033’e kadar başkanlık yapabileceği anlamına geldiğini söyledi.

Yeni düzenlemede Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’na idari soruşturma yetkisi eklenmesinin, gözden kaçırılan ama aslında çok kritik bir madde olduğunu belirten Barkey, Erdoğan’ın bu değişiklikle istediği tüm kurumları kapattırabileceğini kaydetti.

Yeni sistemde yargının da tamamen cumhurbaşkanın kontroluna girdiğine ve hakimlere baskıların yargı bağımsızlığını da olanaksız hale getirdiğine işaret eden Barkey, “Herkesin Erdoğan’a karşı sorumlu olduğu bir sistem. Türkiye’de artık nefes almaya izin vermeyen bir atmosfer var. Bireyi devlete karşı koruyacak kimse kalmadı” diye konuştu.

<strong>‘Baskılar şimdi daha da artacak’</strong>

Özgürlük Evi’nden Nate Schenkkan da konuşmasında özellikle basın ve sivil topluma yönelik baskılara değindi.

Bu baskıların 15 Temmuz’dan sonra daha da olağanüstü bir boyuta ulaştığı, çok sayıda gazetecinin ya hapiste ya sürgünde olduğu, dışarda olanların da kendilerinin de başına gelir mi diye korku içinde yaşadığı, açık medya kurumlarının da aynı korkudan oto sansüre gittiği görüşünü dile getiren Schenkkan, Türkiye’de ekonomi, yolsuzluk gibi birçok gelişmenin ya haber yapılmadığı ya da hükümetin istediği şekilde haberleştirildiğini savundu.

Schenkkan, referandumdan sonra bağımsız yargının yok olması ve denge-kontrol sisteminin ortadan kalkması nedeniyle medyaya ve sivil topluma baskıların daha da artacağı öngörüsünde bulundu.

<strong>‘Adaletten umut yok’</strong>

Siyaset bilimci Ebru Erdem Akçay da, Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’ne imza atanların uğradığı baskılar ve tehditlerden bahsetti.

‘Temizlik operasyonları'nda işlerini kaybedenlerin bir daha iş bulma şansları olmadığını ve yargıdan da bir şey bekleyemeyeceklerini ifade eden Akçay, çünkü yargının kendisinin de bu operasyonların mağduru olduğunu kaydetti.

Akçay, adaletin ilerlemesi adına ortada hiçbir umut kalmadığı görüşünü dile getirdi.

<strong>‘ABD sesini çıkarmalı’</strong>

Panelde ayrıca, ABD yönetiminin Türkiye’deki demokrasi ihlallerine daha yüksek sesle tepki göstermesi gerektiği görüşü vurgulandı.

Henri Barkey, Amerikan yönetimlerinin Türkiye’nin stratejik öneminden hareketle ülkede olanlara fazla ses çıkarmadığını, ama aslında Türkiye’nin ABD’ye, ABD’nin Türkiye’ye duyduğundan daha fazla ihtiyaç duyduğunu söyledi.

Erdoğan’ın hemen her gün Avrupalı müttefiklere hakaretler ettiğini ama ABD’den tek bir açıklama gelmediğini, üstelik Başkan Donald Trump’ın referandum sonrası Erdoğan’ı kutladığını ifade eden Barkey, ABD’nin ilkeleri savunan bir yaklaşım ortaya koyması gerektiğinin altını çizdi.

Ebru Erdem Akçay da, ABD Kongresi ve hükümetinin artık Türkiye’nin bir demokrasi olmadığı ve otoriter bir rejime sahip olduğu gerçeğini kabul etmesi ve ilişkilerini de ona göre düzenlemesi gerektiğini savundu.

Akçay, Türkiye için 2000’li yılların başında model ülke tanımlaması yapıldığını, ama artık bunun geçerli olmadığını belirtti. Akçay, sırf 1 dolarlık banknot bulundurulmasının suç kanıtı olabildiğine dikkati çekerek, NASA’da çalışan bilim adamı Serkan Gölge’nin tatil için gittiği Türkiye’de tutuklanmasını örnek gösterdi. Akçay da, Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Washington’a davet etmesini eleştirdi.

Nate Schenkkan da, Amerika’nın Türkiye’de yaşananlar karşısında açıklama yapması gereğinin bir nedeninin de, hangi değerlerin yanında olduğunu göstermek olduğunu belirtti. Schenkkan, ABD’nin demokrasi yardımı ve desteğini arttırması gerektiğini de kaydetti.