DEVA Partisi, Kürt sorununa nasıl bakıyor?

DEVA Partisi, Kürt sorununa nasıl bakıyor?

Ali Babacan önderliğinde kurulan Demokrasi ve Atılım Partisi (kısa adıyla DEVA) başta siyasi rakipleri olmak üzere hem siyasal kamuoyu hem de seçmenler tarafından samimi bir merakla izleniyor. Gazeteci Müjgan Halis, "Bu meraklı kitlenin önemli bir bölümünü ise, Kürtler oluşturuyor. Bunun en önemli nedeni, Kürtlerin Dolmabahçe sonrası yok sayılan çözüm masası, kentlerinin yıkımıyla sonuçlanan şehir savaşları ve ekonomik krizin getirdiği katmerli yoksullukla en fazla hemhal olan kesim olmaları." yorumunu yapıyor.

Müjgan Halis'in Ahval'de yer alan yazısı şöyle:

"AKP, Kürt coğrafyasında HDP'den sonra ikinci parti. Kürt nüfusunun geleneksel oy verme eğilimleri, dini inançları, Kürt Siyasal Hareketi’ne eleştirileri nedeniyle HDP’ye oy vermeyen kısmı, uzunca bir süredir yeni bir parti arayışında. Antiparantez, bu kesimler her ne kadar HDP’ye oy vermiyor olsa da, HDP’nin yasal alandaki Kürt temsiliyeti ve kurulacak bir masanın muhatabı olduğu konusunda çok da tereddüt yaşamıyorlar.

Rantla ilişkisi olmayan, militarize güçlerle kan bağına sahip olmayan bu kesimler için; Gelecek Partisi’nin doğumu “Sur’u Toledo yapacağız” söylemiyle birlikte, en baştan ölü doğumdu.

O yüzden merkez sağa yakın Kürt seçmen, 12 Eylül sonrası Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’nde vücut bulan ‘dört eğilimli’ bir Babacan partisine, daha kurulmadan sıcak bakıyordu. DEVA’nın içindeki, deneyimli Kürt siyasiler de bunu çok iyi biliyorlar. Tamamının Kürt olup olmadığını bilmediğim, ancak sayıları 25’i bulan Kürt kentlerinde doğmuş 25 DEVA kurucusunun varlığı da, bunu iyi bilmelerinden kaynaklı olsa gerek.

Peki DEVA, Kürt sorununa nasıl bakıyor? Programındaki tarife göre  “Türkiye’nin insan haklarına dayalı demokratik bir hukuk devleti olma konusundaki eksiklikleri, Kürt sorununun da kaynağında yatan temel faktör” olarak görüyorlar. Kürt sorunun uzun bir tarihi arka plana sahip olduğunu, iktisadi, siyasi ve insani açılardan pek çok olumsuz sonuç doğurduğunu söylüyorlar.

Ve “Hayati önemi haiz bu konunun birçok boyutu bulunmakla beraber esasında bu sorun, Kürt vatandaşlarımızın demokratik hak, özgürlük ve eşit vatandaşlık taleplerinin karşılanmasıyla ilgilidir” diyerek, aslında Kürtlerin hem sosyal hem de siyasal olarak yıllardır dillendirdiklerini taleplerini duyduklarını gösteriyorlar.

DEVA programında yer alan “Kürt sorununu, vatandaşlarımıza güven temelinde siyasi kanalları açık tutarak, taleplerin rahatlıkla tartışılacağı demokratik zemini inşa ederek, özgürlük alanlarını genişleterek ve hukuku tahkim ederek çözeceğiz” şeklindeki ifadeler ise, geride bıraktığımız Çözüm Süreci’nde hayli emekleri olan DEVA kurucularının, yeni bir çözüm sürecine çok da soğuk bakmadıklarını fısıldıyor.

Kürt Siyasi Hareketi’nin uzun yıllardır dillendirdiği söyleme oldukça yakın cümlelerin, DEVA programında “Kürt sorununu çözüme kavuşturmuş bir Türkiye’nin demokraside ilerleyeceğine, kaynaklarını ihtiyaç duyduğu alanlarda kullanarak ekonomisini güçlendireceğine, hukuki standartlarını yükselteceğine” şeklinde yer bulması da, oldukça umut verici.

DEVA; ülkedeki etnik, dini, mezhebi ve kültürel çeşitliliğimizi dikkate alarak toplumdaki tüm farklılıkları kapsayacak ve kuşatacak bir vatandaşlık anlayışını savunduğu belirttiği programında,  hem Kürtlerin hem de diğer bazı toplumsal grupların kendilerini dışlanmış hissetmelerine yol açtığı gerçeğini de unutmamış ve “daha kapsayıcı ve kuşatıcı yeni bir vatandaşlık anlayışı”na vurgu yapmış. 

Burada biraz ara verip, yakın Kürt tarihine birlikte bakalım. 2004 yılında bizzat genel başkanının ağzından “Kürt sorunu vardır”ı Diyarbakır’da telaffuz eden iktidar partisi, 2009 yılında Kürt sorununun çözümü için “demokratik açılım süreci” başlattığını ilan etti. Ancak kısa bir süre sonra bu projeyi “milli birlik ve kardeşlik projesi” olarak adlandırmaya başladı. Nasıl sıfatlanırsa sıfatlansın, süreci anlamlı kılan, bu vesileyle Kürt Siyasal Hareketi ile AKP arasında doğrudan diyaloğun başlamış olmasıydı. Bu diyaloğun sonucu olarak yaşanan ilk pratik adım, PKK’lilerin Habur’dan giriş yapması idi. Ancak giriş esnasında yaşanan sevgi gösterilerinin Batı’da tahriklere neden olduğu gerekçesiyle, ilk diyaloğun pratik adımları akamete uğratıldı.

Temmuz 2012’de PYD Rojava’nın denetimini ele geçirdi. AKP iktidarının Suriye politikası açısından beklenmedik bir gelişme teşkil eden bu durum, onu yeni taktikler geliştirmek zorunda bıraktı. Bu gelişme aynı zamanda Kürt sorununun çözümünde yeni hamleler yapmayı gerekli kıldı. Yine bu bağlamda, PYD’nin PKK ile ideolojik – politik yakınlığı Kürt Hareketi’nin AKP karşısında pazarlık gücünü artıran yeni bir unsur oldu.

Bütün bu gelişmeler Öcalan tarafından yeni bir barış inisiyatifi ile değerlendirildi. 2013 Newroz’una bir mesaj yollayan Öcalan, “Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor”  diyerek başladığı iletisini “Artık silahlar susun, fikir ve siyasetler konuşsun” ve “Yeni bir dönem başlıyor, silah yerini siyasete bırakacak” diye sürdürdü. Toplumun bu mesajdan çıkardığı sonuç, büyük barışın çok uzak olmayan yakın bir gelecekte gerçekleşeceğiydi. Ancak bu dönemde barış meselesinde bir belirleyen olarak Rojava olgusu da gündeme gelmişti. Artık Kürt sorununun sadece iç dinamiklerin güç ilişkisi ile izah edilmesinin ötesine geçilmiş, Suriye politikası ile ilintisinin tartışılması kaçınılmaz hale gelmişti.

Bu hatırlatmayı DEVA programında yer alan “Suriye’nin toprak bütünlüğü” vurgusundan hareketle yaptım. Şöyle deniyor yeni partinin programında: “Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin korunmasını savunuyoruz. Suriye’de kalıcı çözümün, tüm etnik ve dini grupların, Suriye yönetiminde temsili ve doğal kaynaklarından adil bir şekilde faydalanmasından geçtiğine olan inancımız tamdır. Bunun öncelikle siyasi ve diplomatik yöntemlerle sağlanacağına inanıyoruz.

Dolayısıyla, siyasi-diplomatik çözümün bütün taraflarıyla yapıcı ve gerçekçi bir diyalog sürdürmemizin Türkiye’nin ulusal güvenliği ve çıkarları ile uyumlu bir sonuca ulaşılmasına yardımcı olacağını düşünüyoruz.”

Aralarında yukarıda da ifade ettiğim gibi, Çözüm Süreci’nde emeği olan siyasilerin de olduğu DEVA kurucularının parti programındaki bir ifade ise, yazının başında vurguladığım ‘Babacan Partisi’ni merakla gözleyen Kürtler’ açısından oldukça çelişkili bulundu. Herhalde bunu kendileri de, başta sosyal medya olmak üzere, çeşitli mecralardan gözlemlemişlerdir.

Programda ‘FETÖ’ ve ‘PYD/YPG’nin aynı cümlenin özneleri olması bir yana, ABD’nin Gülencilere verdiği söylenen destek ile PYD’ye verilen desteğin bir ve aynı görülmesi, DEVA programında yer alan “Suriye’nin toprak bütünlüğü, tüm etnik grupların Suriye yönetiminde temsil edilmesi” ile yan yana hayli ilginç! bir siyasal tespit olmuş.

Buna yılların devlet aklı da diyebiliriz, ezberlerin bozul(a)maması da. Ancak DEVA yöneticilerinin “FETÖ ve PYD/YPG gibi terör örgütlerine bazı ABD makamları tarafından verilen desteğin kesilmesi konusunda ısrarcı olma” konusundaki niyetlerini hayata geçirmeden önce, Kürtlerin sadece Türkiye topraklarında yaşamadıklarını hatırlamaları, Kürt sorunun artık uluslararası bir sorun olduğunu oturup bir daha düşünmeleri gerekiyor, sanki."