Digor Katliamı: "Birçok ölü ve yaralı panzerlere bağlanarak şehre getirildi"

Digor Katliamı: "Birçok ölü ve yaralı panzerlere bağlanarak şehre getirildi"

Çocuk, genç, yaşlı 17 kişinin öldüğü, 200'den fazla kişinin yaralandığı Digor Katliamı’nın üzerinden 27 yıl geçti. Çocuğunu kaybeden Mirza Çağdavul, "O gün cehennemi yaşadık" derken, siyasetçi Mahmut Alınak ise "Birçok ölü ve yaralı ayaklarından panzere bağlanıp şehre getirilmişlerdi" dedi.  

Kars’ın Digor ilçesinde koruculuk dayatması, ev baskınları, işkence ve zulüm politikalarına karşı 14 Ağustos 1993’te yürümek isteyen sivillerin üzerine açılan ateş sonucu çocuk, genç ve yaşlı 17 kişi yaşamını yitirirken, 200’den fazla kişi yaralandı. Üzerinden 27 yıl geçen Digor Katliamı’nın izleri olduğu gibi duruyor.

Yaşanan katliamın ardından yürütülen soruşturmada sadece sekiz polis sorumlu bulundu. Yıllar sonra bu polisler hakkında “Kasten insan öldürmek” ve “Kasten insan öldürmeye teşebbüs etmek” suçlamasıyla dava açıldı. Toplam 11 yıl süren yargılamada mahkemeden bir karar çıkmaması üzerine davanın avukatı Tahir Elçi, 2004 yılında  “Uzun yargılama”, “Etkin soruşturma yürütülmemesi” ve “Yaşam hakkı ihlali” gerekçesiyle davayı doğrudan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı.

AİHM’de davanın kabul edilmesi üzerine Türkiye 2006 yılında davayı karara bağlayarak sekiz polisi “Meşru müdafaa” gerekçesiyle beraat ettirdi. Mahkemeye yazılı savunma gönderen polisler sürekli kitle içerisinden kendilerine roketatarlarla ateş açıldığını iddia etti. Ancak katliam sonrası yapılan araştırmada olay yerinde roketatar saldırısı olduğunu dair hiçbir delil bulunmadı. 

Türkiye’nin beraat kararı vermesinin hemen ardından kararını açıklayan AİHM 2. Dairesi Türkiye'yi maddi manevi tazminata mahkum etti. Katliamın ardından göçe zorlanan köylüler, tüm baskılara rağmen topraklarında hala yaşamaya devam ediyor.

Katliamda 13 yaşında Selvi adındaki kızını kaybeden Mirza Çağdavul ve Digor'a giderek incelemelerde bulunan heyetin içerisinde yer alan dönemin Şırnak Milletvekili Mahmut Alınak tanıklıklarını anlattı. 

Şimdi 80’ine giren Mirza Çağdavul, yürüyüşün yapılacağı sabahı şu sözlerle anlattı:

"Evlendikten 11 yıl sonra bir kızım oldu ve ismini Selvi koydum. Kızım doğduğunda, ilk dişi çıktığında, bana ilk su getirdiğinde onun için bir kurban adadım. Benim kızıma olan sevgim bu bölgede dillere destandı. Katliamın sabahı kızıma rengarenk ve en güzel elbiseleri giydirdik ve alana gittik. Kızım benden ayrılarak yürüyüşün en önüne geçti ve bir anda ateş açıldı. Yürüyüşteki herkes sağa sola koştururken ben yürüyüşün en önüne doğru koşuyordum. Çünkü kızım en öndeydi ve onu kurtarmak istedim. Ama kızım orada katledilmişti. Kızımı o kadar çok seviyordum ki doğan torunuma onun adını verdim ama torunuma kızımın hikayesini hiç anlatmadım üzülmesin diye." 

Katliam öncesi askerlerin günde en az iki kez evini basarak arama yaptıklarını, aramalar sırasında değerleri eşyalarına el koyulduğunu ve bu durumun artık bir göçertme politikasına döndüğünü vurgulayan Çağdavul, asıl olarak bu durumu protesto etmek için yürüyüş yaptıklarını dile getirdi.

"O gün cehennemi yaşadık" diyen Çağdavul, yaşananlarını unutamadığını ifade etti. Askerlerin kendilerine yaptıkları zulümlerin artık dayanılamaz bir boyuta vardığı için köylülerin topyekün isyana kalkıştığını anlatan Çağdavul, “Biz artık askerlerin her gün evlerimizi aramalarından, bize baskı yapmalarından bıktık usanmıştık. Bu zulmü kabul etmemize vicdanımız el vermiyordu. Topraklarımızı da terk edemezdik. Onun için yetkililere sessizimizi ulaştırmak için çevre köylerden insanların katılımıyla Digor’a doğru yola çıktık. Biz Digor’u yıkmaya değil, derdimizi anlatmak için gittik. Ama onlar bize pusu kurmuşlardı. Digor’a 2 kilometre kala her taraftan kurşunlar sıkılmaya başlandı. Herkes yere düşüyordu. O gün mahşerdi ve o gün cehennemi yaşadık. Kimse ölüsünü almaya dahi gidemedi. Yaralı olan birçok kişinin hastanelere götürülmesine izin verilmedi" diye belirtti. 

a

Katliamında Nexşan köyünde 7 kişi yaşamını yitirmesinin üzerinden yıllar geçse de tarih 1 Ağustos 2020 gösterdiğinde aynı köyden askere giden ve “vatan haini” denilerek ölümle tehdit edilen Osman Özçalımlı yaşamını yitirdi. Özçalımlı’nın ölümünü 27 önceki katliamla bağ kuran Çağdavul, “Keyfi olarak yapılan o zulüm bu gün devam ediyor. Tıpkı o çocuğun askerde katledilmesi gibi. Osman’ın ne suçu vardı ki öldürdüler? Bugün dağlarda öldürdükleri çobanları nasıl ki PKK’li diye lanse ediyorlarsa aynısını o gün bizim başımıza getirdiler. Katliam ile ilgili yapılan duruşmalara gittik ama hakim bizimle dalga geçer gibi ‘Kurşunlar ne taraftan geliyordu’ diye soru soruyordu. Katliamdan sonra askerler köye gelerek ajanlık ve koruculuk dayatmaya başladılar. Bana araba ve ev teklif ederek ajan olmamı istediler ama ben kabul etmedim” dedi. 

Katliamın olduğu dönemde Şırnak milletvekili olan Mahmut Alınak, milletvekillerinden oluşan bir heyetle bölgeye giderek incelemelerde bulundu. Olayı Meclis’te olduğu sırada duyduğunu ve hemen bir heyet olarak Digor'a gittiklerini anlatan Alınak, "Digorlu bir tanıdığım arıyordu. Telaşlıydı. Özel timin Digor’da halka ateş ettiğini, birçok ölü ve yaralı olduğunu söyledi. Yaralılar Kars ve Erzurum devlet hastanelerine kaldırılmışlardı. Kars devlet hastanesini ablukaya alan polisler yaralılara kan vermek isteyenleri engelliyorlarmış. Benden duruma müdahale etmemi istiyordu. Telefonda bağırış çağırış sesleri ve kadın çığlıkları geliyordu. Ben hemen Kars valisini aradım. Vali, halkın Zıbini köyü yönünden ilçe merkezine doğru yürüyüş yaptığını, PKK’lilerin ateş açması sonucu güvenlik güçlerinin karşılık verdiğini ve bu çatışmalar sırasında bir kişinin öldüğünü, sekiz on kişinin de yaralandığını söyledi. Ardından Digor'dan bir iki kişiyle telefon bağlantısı kurdum. Aldığım haberler valinin söylediklerinin tam tersiydi. Görüştüğüm insanlar karşılıklı bir çatışma olmadığını, özel timlerin kalabalığın üstüne göz göre göre ateş ederek onlarca kişiyi öldürdüklerini ve yüzlercesini de yaraladıklarını söylediler" dedi. 

Yaptıkları görüşmelerden sonra köylere geçtiklerini anlatan Alınak şöyle devam etti:

"Emniyet müdürü akşam bize PKK’lilerin olayın olduğu yerin arkasındaki yüksek bir tepeden ateş ettiğini söylemişti. Bu durumda PKK’lilerin, özel timlerin içinden ateş açmış olması gerekirdi. Çünkü olayın tanıkları sözü edilen tepenin devlet güçlerince kuşatıldığını ve o bölgede kuş dahi uçurtulmadığını söylüyorlardı. PKK’lilerin devlet güçleri içinden ateş açması mümkün olmadığına göre, fail belliydi. Ayrıca emniyet müdürünün iddia ettiği şekilde PKK’nin ateş açması ve devlet güçleri ile PKK arasında silahlı bir çatışmanın olması halinde, devlet güçlerinden ve PKK’lilerden de ölen ya da yaralananların olması gerekirdi. Oysaki ne PKK’lilerden, ne de devlet güçlerinden ölü ya da yaralı vardı. Bu çelişkiyi sorduğumuz Kars valisi bizden gözlerini kaçırmıştı.  Görgü tanıkları ve mağdurlar özel timlerin topluluğa hedef gözeterek ateş ettiklerini söylüyor ve devlet güçleri ile PKK’liler arasında herhangi bir çatışmanın olmadığını belirtiyorlardı."

Meselenin gün gibi ortada olduğunu ve toplu bir katliamın yapıldığını söyleyen Alınak köyleri gittiklerinde polislerin kendilerine yönelik tehditlerini ve sonrasında yaşananları ise şöyle anlattı:

"Digor’dan köylere hareket edeceğimiz sırada bir özel tim, 'Daha çok Fatiha okuyacaksınız. Gerekirse Meclis’i basar, Meclis’ten kelle alırız' diyerek, bizi tehdit etti. Bazı yaralılar, özel timlerin olaydan sonra dipçiklerle kendilerini öldürmeye kalkıştıklarını, ancak jandarma yüzbaşısı ile kaymakamın müdahalesiyle öldürülmekten kurtulduklarını söylediler. Ölü ve yaralılar Zibini, Zixçî, Mewreg, Nexwşan, Kızılkule, Püfik, Başköy ve Baceli köylerindendi. Bazı yaralılar cezaevine atılma endişesiyle hastanelere başvurmamış, evlerinde tedavi olmaya çalışmışlardı. Birçok ölü ve yaralılar ibret olsun diye ayaklarından panzere bağlanıp yerde sürüklenerek şehre getirilmişlerdi. Yürüyüşe katılan ve katliamı sıcağı sıcağına yaşayanlar plânlı bir katliam ile karşı karşıya kaldıklarına dikkat çekiyorlardı." 

(MA / Dindar Karataş)