Kürt Sorunu Kürdistan Sorunu'na dönüşüyor

Kürt Sorunu Kürdistan Sorunu'na dönüşüyor

Ahval'de bir yazı kaleme alan yazar Çetin Gürer, Kürt Sorunu'nun Türkiye'nin uyguladığı saldırgan militarist politikaları sonucunda Kürdistan sorunu'na dönüştüğünü dile getirdi:

Türkiye’nin son beş yıldır Kürtlere ve Kürt Sorunu'na dönük saldırgan militarist politikaları, hiç hesap etmediği şekilde Kürt Sorunu'nun kabuk değiştirmesine, değişip dönüşmesine yol açıyor. Kürtleri ve Kürt Sorunu'nu bastırmak, yok etmek, sindirmek için topyekün saldırı kararını devreye sokanlar, sorunun daha da çözümsüz bir hale gelmesine büyük katkı sunuyor. Öyle ki Türkiye’nin bu yeni haliyle Kürt Sorunu'nu çözebilmesi daha imkânsız hale geliyor.

Özellikle Rojava’ya dönük saldırılar, Kürtlerin kolektif-politik hafızasında gezinen fakat açığa çıkmayan bir takım duygu ve düşüncelerin, duyulur biçimde ifade edilmesine ve savunulur hale gelmesine sebep oldu. Öncelikle birlikte yaşama duygusu peyderpey azaldı ve akabinde bunu meşrulaştırabilecek fikirler güçlenmeye başladı. Kürdistan fikri de bunlardan biri oldu. Dört parçada ve diasporada yaşayan Kürtler, Türkiye’nin önce Afrin ve daha sonra Serekani ve Gre Spi’ye saldırılarını, Kürdistan’a dönük bir saldırı olarak yorumlayıp okudu. Kürdistan tasavvuru, farklı parçalarda yaşasa da, farklı Kürt partilerinin taraftar ve sempatizanı olsa da, neredeyse tüm Kürtleri “Kürdistan” fikri konusunda bir araya getirdi. Farklı teorik ve ideolojik geleneklerden gelseler de Kürt siyasi partilerinin bu dönemde yapmış olduğu açıklamalar ve sergilediği tutumlar, bunun en iyi örnekleri arasında.

Bunu ulusal birlik talep ve tartışmaları izledi. Kürt siyasetinde, ulusal birlik arayışları ve tartışmalarının kriz ve akut dönemlerde oldukça yükseldiği ve olağanüstü durum bittikten sonra yeniden olağan akışına döndüğü bir gerçek olmakla birlikte, Rojava saldırıları sonrası gerek tabanda gerekse siyasi partiler nezdinde ulusal birlik arayışının çok güçlü olduğu görüldü ve bu yönde ortaya çıkan iradenin inandırıcılığı test edildi. Öyle ki ulusal birliğin artık bir gereklilik ve zorunluluk olduğu görüldü. Özellikle uluslararası güçlerin bir yandan Kürtlerin yanındaymış gibi “destekleyici” tavrı, diğer yandan bilhassa Türkiye’ye vermiş oldukları destek ve müsaadeler, Kürtler açısından devletler ittifakına karşı ulusal ittifakın en acil ve konjonktürden bağımsız, en hızlı biçimde sağlanması gereken bir ihtiyaç olduğunu açığa çıkardı.   

Bu değişimler beraberinde, Kürt Sorunu'nun çözümüne dair, eski yaklaşımların zayıflamasına, sorgulanır olmasına yol açtı ve yeni çözüm arayışlarına dair fikirleri gün yüzüne çıkardı. Kürt meselesinin çözümüne dair, Kürt aktörlerin uzunca süredir savunduğu politika, sorunun her bir parçada, o parçanın özgün koşulları çerçevesinde çözümüne yönelikti. Yani bugüne kadar Türkiye’nin, Suriye’nin, Irak ve İran’ın kendine ait bir iç sorunu olarak “Kürt Sorunu'ndan” bahsedilir ve her parçada ayrı ayrı çözümüne dair perspektifler sergilenirdi. Bu durum aşınmaya başladı.

Bugün bunun yerine geçen temel yaklaşım, sorunun tek parçada değil, bütüncül ve bütünsellik içinde tüm parçalarda çözülmesi gerektiği yönünde. Bu bütünsel yakalaşım, artık Kürt Sorunu'ndan değil, Kürdistan Sorunu'ndan söz etmeyi, çözümün de Kürdistan temelli olması gerektiği tezlerini güçlendirmeye katkı sağladı. Bugün henüz yeterince güçlü olmasa da, Kürt aktörler, herhangi bir parçada çözülmesi gereken Kürt Sorunundan değil, zımnen Kürdistan Sorunu'ndan söz etmektedir. Dayanışmanın da bu çerçevede tek parçadaki Kürtlerle sınırlı olmaması gerektiği ifade edilmektedir.

Kürt meselesini “Kürdistan Sorunu” olarak tanımlamak, Kürt siyasal tarihini bilenler açısından yeni bir ifade değil. Gerek Türkiye’de gerekse diğer parçalarda ortaya çıkan Kürt siyasi hareketleri, uzunca bir süre meseleyi Kürdistan Sorunu olarak tarif etmişlerdir. PKK de ortaya ilk çıktığı yıllarda meseleyi aynı biçimde tarif etmiştir. Türkiyeli okurların yakından bileceği bir araştırmacı İsmail Beşikçi de, '70’li yıllarda meseleyi aynı biçimde tarif eden yazarlardandır. Beşikçi hem Kürdistan’ın parçalanmışlığından hem de Kürtlerin klasik manada sömürge bile olamadığı tezini öne sürmüştür.

Fakat 90’lı yılların değişen uluslararası dünya konjonktüründe, Kürt meselesinin tanımı coğrafi olandan çıkıp daha çok her ülkenin kendine ait bir demokratikleşme sorunu, insan hakları sorunu vb. çerçevede tarif edilen bir dönüşüm yaşamıştır. Kürt meselesi, artık her ülkenin kendi sınırları içerisinde demokrasinin gelişimiyle çözüme kavuşması beklenen politik bir siyasal sorun olarak tartışılmaya başlanmış ve buna uygun olarak da aktörler ve kurumlar ortaya çıkmıştır.

Türkiye’de özellikle HDP’nin ortaya çıkmasıyla birlikte bu yaklaşım iyice ete kemiğe bürünmüş ve bu dönemde geliştirilen çözüm süreçleri de Kürt Sorunu'nun demokratikleşme sorunu etrafında çözümünü güçlendiren adımlar olmuştur. Bugün HDP’nin devlet baskısına koşut politik bir sıkışma yaşamasının nedenlerinden birini de burada aramak ve Kürt meselesinin söz konusu bu “kabuk değişimine” uygun bir dönüşümde yaşanan krizler olarak okumak pekala mümkündür.

Pratik deneyimler ve geçmişte yaşanan gelişmeler de Kürt meselesinin tek parçada çözülemeyeceğini günümüzde iyiden iyiye göstermiştir. Gerek Güney Kürdistan gerekse Rojava deneyimi, tek parçada gelişen bir çözümün, diğer parçalar için bir güvence ve garantiyi sağlayamamıştır. Kürtlerin kazanımlarına çok büyük katkıları kuşkusuz olmuştur, fakat topyekun Kürt halkının Ortadoğu’daki statüsüne dair kalıcı bir çözüm ortaya çıkaramamıştır. Bugün ne Güney Kürdistan tek başına Rojava’nın, Bakur’un ya da Rojhilat’ın güvencesi konumundadır, ne de Rojava tek başına Başur’un veya Bakur’un güvencesini sağlayabilmektedir. Bu güvenceyi sağlayacak olan, bu parçalarda yaşayan tüm Kürtlerin bütünlüklü bir statüye kavuşabilmesidir.

Ezcümle, bugün Kürtleri egemenlikleri altına alan devletler hem demokratikleşme potansiyeli taşımadıklarından hem de Kürtlerin kolektif haklarının yanı sıra insan haklarını koruyamadıklarından, artık bir “Kürdistan Sorunu” uluslararası boyutta herkesin önünde boy vermeye başlamıştır.

Çetin Gürer'in Ahval'deki yazısını orjinal kaynağından okumak için tıklayın