Seçim gecesi neler yaşandı: Devlet ile Erdoğan karşı karşıya mı geldi?

Ahval'de deneyimli gazeteci Ergun Babahan imzasıyla yayınlanan "Devlet ile Erdoğan arasında kavga mı var?"  başlıklı bir yazıda, seçim sonrası ortaya çıkan atmosferin AKP içinde bir kapışma izlenimi verdiği dile getirildi.

Seçim gecesi neler yaşandı: Devlet ile Erdoğan karşı karşıya mı geldi?

Ahval'de deneyimli gazeteci Ergun Babahan imzasıyla yayınlanan "Devlet ile Erdoğan arasında kavga mı var?"  başlıklı bir yazıda, seçim sonrası ortaya çıkan atmosferin AKP içinde bir kapışma izlenimi verdiği dile getirildi.

Ergun Babahan'ın yazısının dikkat çeken bölümü şu şekilde:

Türkiye halkı önüne sandık konulduğunda devlet baskısı ne kadar ağır, medya ne kadar tek sesli olursa olsun özgür irade kullanma kabiliyetine sahip olduğunu bir kez daha gösterdi.

Gelelim seçime ve o gece ne olduğuna… Cevabı verilmesi gereken soru şudur; saatlerce duran sistem neden harekete geçti, Erdoğan’dan izinsiz tuvalete gidemeyecek Yüksek Seçim Kurulu Başkanı nasıl oldu da kameraların önüne geçip Ekrem İmamoğlu’nun seçimi önde tamamladığını açıklayabildi. Bu önemli bir sorudur çünkü cevabı bizim düşündüğümüz gibi ise önemli sonuçları olabilir.

Benim de ikna olduğum bir görüşe göre, özellikle İstanbul’da seçimin CHP’nin elinden alınmasının seküler Türk ve Kürt halkları arasında sandıkta başlayan dayanışmanın giderek güçleneceği endişesine kapıldı, devlet.

Şu anki haliyle bile seçim sürecini etkileyebilen Kürt hareketinin böyle bir ittifakla yakın gelecekte seçim sonuçlarını belirlemede daha etkin olabileceği riskini gördü ve kendi açısından tehdit olan bu tehlikeyi bertaraf etmek istedi.

İstanbul’un CHP’ye verilmesi partinin tabanına ve ülkenin geleceği açısından büyük önem taşıyan kentli nüfusa, iktidarın yasal yollarla değişmesinin mümkün olduğunu göstermekle kalmayacak, sistemin sadece rejim partileri arasında el değiştirmesini de garanti altına almaya yarayacaktır. Zaten başkanlık sistemine geçişin temel amacı da budur.

Bu nedenle, o gece Yüksek Seçim Kurulu Başkanı’nı konuşturan, Anadolu Ajansı ekranını açtıran gücün Türkiye’nin demokratik ve hukuki gelenekleri değil, devlet içinden bir merkez olduğu kesin ve bu merkezin Saray olması çok şüpheli.

13 Nisan’a kadar neler yaşanacağı önemli. AKP ve Saray içerisinde seçim sonuçlarını olduğu gibi kabullenmek ile ne olursa olsun İstanbul’u almak isteyen kesimler içinde kavga yaşandığı aşikar. Saray’a ve bu odaklara anlatılması ve gösterilmesi gereken iptal kararının ağır toplumsal sonuçları olacağını göstermektir.

Şu anda bu mesaj alınmış gibi görünmüyor açıkçası. Bir yandan seçimi gasp etme çabaları diğer yandan dosya temizliği var belli ki… Şu anda yapılanın hem Ankara’da hem de İstanbul’da bir geçmiş temizliği olduğu tahmin edilebilir. AKP, 25 yıldır elinde tuttuğu belediyelerdeki suç unsurlarını ortadan kaldırma telaşında. Bu açık bir şekilde hissediliyor.

Bir yandan da başta Saray olmak üzere tüm AKP ekibi İstanbul’u kaptırmamak için hukuk dışılık dahil, her türlü yönteme başvurmaya kararlı görünüyor. İstanbul AKP için sadece itibar değil, başta medyası olmak üzere birçok faaliyetine destek sağlayan önemli bir ildir. Ahaber ve Sabah’ın bu konuda ilk geceden öne çıkmalarının açık nedeni budur.

Burada enteresan olan, bugüne kadar Erdoğan’a istediği her olacağı sağlayan devlet kurum ve karar vericilerinin alacağı tutumdur. Seçim gecesi YSK Başkanı’nın yaptığı açıklama, CHP ve demokrasi adına umut vericiydi.

Ancak Erdoğan tüm gücüyle bastırırsa sonucu değiştirtebilir; sonuç itibariyle son anda mühürsüz oy pusulalarını bile geçerli saymış bir yapı ile karşı karşıyayız.

Böyle bir kararın Türkiye’nin yakın geleceğine, ekonomisine, toplum yapısına vereceği zararı gören aklı başında, ülkesini seven hiç kimse buna teşebbüs etmeyi bırakın, teşebbüsü aklından bile geçiremez. Yaşayıp göreceğiz çünkü bu ülkede bizi artık hiçbir şey şaşırtmıyor.

AKP İstanbul Belediyesi'ni gasp edebilir ama hızla erimekte olan tabanını daha da zayıflatmaktan başka sonuç vermez. AKP’yi bu kadar güçlü kılan ülkenin dört bir yanındaki Kürt oylarıydı, onları tamamen kaybetti. Kürt desteği olmadan da varlığını sürdüremez, en azından etkili bir biçimde.

AKP ve devlet hangi adımları atarsa atsın, hangi toplum mühendisliğine soyunursa soyunsun Kürtlerin kaçınılmaz bir gerçeklik olarak Türkiye siyasetinin demokratik gücü olduğu bir kez daha ve net bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Avrupa Birliği sürecinde askeri vesayet partilerine karşı AKP’yi destekleyen Kürtler, bu kez AKP’nin kaybetmesi için elzem gördükleri adayları desteklemekte tereddüt etmemiştir. Çünkü Erdoğan’ın başında olduğu bir AKP’nin Türkiye’ye demokrasi, hukuk ve refah getirmeyeceğini en önce onlar görmüştür.

Kürtleri devre dışı bırakmak için getirilen başkanlık sisteminin de rejimin açmazına çare olmayacağı ortadadır. Ekonomik sorunların yıpratacağı AKP hızla yüzde 30’lu çizgilere gelecek, içinden çıkabilecek bir muhalefet hareketi bu oranı daha da aşağı çekecektir.

Türkiye, 2000 öncesi olduğu gibi yüzde 20-25 civarında oy alan üç-dört partili bir sisteme dönüş yapacaktır muhtemelen ve Kürtler de yakın geçmişte AKP ile yaptıkları gibi, kendilerine yakın gördüklerini destekleyeceklerdir. Şu akar yatağını bulur...