Erdoğan'ın Kürt çıkmazına, ABD ve Öcalan müdahalesi

Gazete Duvar'da "Komşulukta Kürtler 'sıfır çarpan' olmak zorunda mı?" bir yazı kaleme alan Fehim Taştekin Türkiye'nin Kürt konusunda yaşadığı çözümsüzlük nedeniyle ABD'nin devreye girmesinin en çıkar yol olduğunu, Suriye Demokratik Güçleri ile Öcalan denklemli bir uzlaşının iki taraf için de tercih edilebilir bir çözüm olduğunu vurguladı.

Erdoğan'ın Kürt çıkmazına, ABD ve Öcalan müdahalesi

Gazete Duvar'da "Komşulukta Kürtler 'sıfır çarpan' olmak zorunda mı?" bir yazı kaleme alan Fehim Taştekin Türkiye'nin Kürt konusunda yaşadığı çözümsüzlük nedeniyle ABD'nin devreye girmesinin en çıkar yol olduğunu, Suriye Demokratik Güçleri ile Öcalan denklemli bir uzlaşının iki taraf için de tercih edilebilir bir çözüm olduğunu vurguladı.

Fehim Taştekin'in yazısının ilgili bölümü:

Suriye’de Ankara ile gerilim yaşayan ABD için en çıkar yol, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Türkiye’yi aynı arabaya koşmak! Afrin senaryosunu Fırat’ın doğusuna taşımak isteyen Türkiye, ABD’den icazetle bir tampon bölge oluşturma hedefine ulaşamadı. Bu plan yürümeyince alternatif olarak Washington’ın bölgedeki çıkarlarını ve hedeflerini gözetecek ama Kürtlere de dokunmayacak cerrahi bir Türk konuşlanması öne çıkarıldı. Bu noktada ABD’nin teşvikiyle MİT’in Halk Koruma Birlikleri (YPG) ile ­temasa geçmiş olması çok da mantıksız değil. Konuştuğumuz Kürt kaynaklar MİT ile görüşmeyi inkâr etse de esas bunun olmaması şaşırtıcı gelirdi. İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşme yapılması ve Rojava’da Türkiye’nin hassasiyetlerinin gözetilmesi yönünde bir mesajın çıkartılması pazarlık kapısının aralandığını gösteriyor.

Erdoğan’ın Kürt çıkmazı sadece sınırların altında değil üstünde de kendini yolun sonuna getirdiği için ABD’nin Kürtlerle kanal açmasını pekâlâ işlevsel görmüş olabilir. Kürtlerin ne istediği ya da Ankara’nın niyetinin ne olduğu bir kenara ABD izlediği mevcut politikayla hem NATO müttefikiyle ilişkileri kötü bir yere götürdü hem de Fırat’ın doğusundaki nüfuz alanında Kürtleri çözümsüzlüğe sürükledi. Bir tarafta Kürtlerin Şam’la müzakere şansını baltalıyor. Diğer yandan Suriye’ye yönelik yaptırımlarla fiili özerk bölgeyi ekonomik olarak çıkmaza sokuyor. Suriye’ye dayatılan yaptırımlar Haseke ve Deyr el Zor’dan çıkartılan petrolün hükümetin kontrolündeki bölgelere gitmesini de sekteye uğratıyor. Bu, Fırat’ın doğusundaki projeyi en önemli gelir kaynağından mahrum etmek anlamına geliyor. Suriye devletiyle bağlar, fiili özerk bölge için ekonomik ve mali kanalların açık kalmasına yarıyor. ABD’nin arzuladığı şekilde bu bağlar koptuğunda Türkiye ve Irak Kürdistan’ı olmadan Fırat’ın doğusu boğulmaya mahkum. Türkiye’nin Kürdistan bölgesiyle iyi ilişkilerinin şartı da Rojava’nın sıkboğaz edilmesiydi. Kürdistan’daki bağımsızlık referandumuyla oluşan gel-gitlere rağmen bu denklem değişmedi. ABD, Türkiye ile sorunlarını aştığı takdirde şimdilik IŞİD’le mücadeleyle tanımladığı ‘Kuzey Suriye’ entitesiyle ilgili tasavvuruna ‘Şam’la hesaplaşma’ boyutu katabilir. Türkiye’nin bu şekilde ABD ile Suriye’de ortaklığa girmesi İran ya da Rusya’nın takip ettiği senaryoya tamamen ters.

İran ve Rusya’nın bu bölgeye yaklaşımı aksi bir sonucu gerektiriyor: Türkiye için güvenlik sorunu oluşturmadan Kürtlerin Şam’la ortaklaşması. Bu ortaklaşma Kürtler namına sıfır toplamlı bir sonuçla mümkün değil. O yüzden Ruslar Adana Mutabakatı’nı devreye sokup meseleyi ‘milli güvenlik tehdidi’ bağlamından çıkarmayı ve Kürtlerin haklarını eksik de olsa tanıyacak siyasi bir çözüme ulaşmayı önceliyor. Türkiye’nin inadının tuttuğu yerde Rusya’nın çıkmazı başlıyor. Moskova Türkiye’yi kaybetmeme kaygısı ile Kürtleri kazanma çabası arasında bocalıyor.

Türkiye’nin Kürt çıkmazı Suriye ile sınırlı değil. Irak’la yeni bir sayfa açma girişimleri yine Kürtlerle bağlantılı hesaplar nedeniyle yol alamıyor.

Bağdat’la kriz konusu olan Başika üssünde Türk askerini tutma ısrarı, Musul’un geleceğinde söz sahibi olma hesabından çıkarak PKK’yi Suriye-Irak hattında kesme stratejisiyle ilintili hale geldi. “İkinci Kandil olmayacak” diye hedefe konulan Ezidi yurdu Şengal ile 1990’larda köyleri yakılmış Kürtlerin sığınağı Mahmur’u baskılamak için Türk askeri varlığı daha da güneye sarktı. Habur’a paralel Ovaköy’den sınır kapısı açma projesi de hem Kürdistan’ı baypas etme hem de Suriye-Irak arasında Tel Afer ve Musul’a kadar inen hattı ‘güvenli bölgeye’ dönüştürme planına dayanıyor. Kapıyı Musul’a bağlayacak güzergâh basitçe bir karayolu olmayacak. Bu güzergâh Türkiye’yi derinlemesine ‘operasyonel güç’ haline getirecek. Erdoğan bütün bu hedefleri içerecek bir askeri ve güvenlik anlaşması için Bağdat’ı masaya çekmeye çalışıyor. Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi’nin 15 Mayıs’taki Ankara ziyaretinde bu anlaşmanın altyapısı için MİT Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Savunma Bakanı’nın Iraklı muhataplarıyla temasa geçmesi öngörüldü. Bağdat’taki değerlendirmelerin farklı olması hasebiyle bu sürecin ağırdan alınması muhtemel.

Türkiye komşularla köprüleri yeniden kurmak istiyorsa işin başında sürdürülebilir bir tercihte bulunmak durumunda: Kürtleri kaybederek kırılgan bir normalleşme mi yoksa Kürtleri kazanarak kalıcı bir normalleşme mi? Başlatılan diyalog bile Kürtleri kazanımlarından vazgeçirme niyetiyle kurgulanıyorsa her şey beyhude.