Şeyh Said’in torunları sürgün yıllarını kitaplaştırdı

Şeyh Said’in torunları ikiz kardeşler Dılhad ve Dılşad Fırat’ın kaleme aldığı ‘1926-1935 yılları arasındaki Kürt ailelerin sürgün hayatını’ konu alan “Şîn” isimli roman 23 Ekim’de Luvi Yayınları’ndan çıkıyor.

Şeyh Said’in torunları sürgün yıllarını kitaplaştırdı

Kitap, Şeyh Said isyanı sonrası isyana katılan ve idam edilenlerin ailelerinin sürgün hayatına odaklanıyor.

Romanın Şeyh Said’in torunlarından Dılhad ve Dılşad Fırat tarafından kaleme alınmış olması, kitabı hem daha ilginç hem de daha bir anlamlı kılıyor.

Raflarda yerini almasının arifesinde romanın yazarları Dılhad ve Dılşad Fırat kardeşler ile romanın yazım aşaması ve içeriğine ilişkin kısa bir söyleşi gerçekleştirdik.

Şeyh Said’in torunlarının torunu ikiz kardeşler kitaplarının isminin ‘ŞÎN’ olarak seçmelerini şu şekilde özetliyorlar:

“Şîn, bu topraklarda yaşanmış olan derin acıların, içimizde sızlayan matemin sembolüdür. Bu kadim coğrafyada yaşayanlar olarak, bu kelimenin içine sığdırdık tüm bu acıları, kederleri. Bu topraklarda o kadar çok acı ve keder yaşandı ki, bizden gökyüzünün maviliği kadar uzak olsun diye, acılarımıza atfettik. Tuttuğumuz mateme de adını verdik.”

Rûdaw’ın sorularını yazılı bir şekilde ortak yanıtlayan Dılhad ve Dılşad Fırat’ın röportajı şu şekilde:

"Bütün acılarımız ortak, bunun farkına vardığımız gün tuttuğumuz yas bir mateme dönecek" 

Romanın adı ‘Şîn’.  Şîn Kürtçe yas demek. Aynı zamanda mavi anlamına geliyor. Bu ismi seçmenizdeki özel neden nedir?

Kelimelerin ruhu olduğuna inanırız, bazı kelimelerin ise ruhları vardır. Şîn de öyle bir kelime. İlk bakışta, bu kelimenin Kürtçe‘de hem "mavi" hem de "matem ile yas” anlamını taşıdığını görüyoruz. Peki, matem ile yas aynı şey midir? Kelimelerin etimolojisine baktığımızda, "Yas" (Grief), bir kişinin ölümünden sonra bireysel olarak hissettiği acıyı ifade ederken, "Matem" (Mourning), savaşlar, ölümler veya bir toplumu kültürel olarak derinden etkileyen acılara karşı toplumun kolektif olarak hissettiği acıyı temsil eder. Diyebiliriz ki; Yas, bireysel. Matem ise toplumsaldır. Orta Doğu ve Mezopotamya coğrafyasında yaşayan insanlar olarak her birimiz için söylüyoruz bunu. Bütün acılarımız ortak, bunun farkına vardığımız gün tuttuğumuz yas bir mateme dönecek ve işte o zaman Şîn gökyüzünün maviliği kadar bizden uzaklarda anlam bulacak.

“Şîn içimizdeki gizli yarayı anlatıyor"

Şîn, bu topraklarda yaşanmış olan derin acıların, içimizde sızlayan matemin sembolüdür. Bu kadim coğrafyada yaşayanlar olarak, bu kelimenin içine sığdırdık tüm bu acıları, kederleri. Bu topraklarda o kadar çok acı ve keder yaşandı ki, bizden gökyüzünün maviliği kadar uzak olsun diye, acılarımıza atfettik. Tuttuğumuz mateme de adını verdik. Çünkü Şîn içimizdeki gizli yarayı anlatıyor. Bir milletin tarihindeki derin acıları, savaşları, ölümleri ve kültürel travmaları benliğimizde bugüne taşıyor. Bu yüzden romana Şîn adını verdik.

Romanınızı yazım süreci ne kadar sürdü? Yazarken ne tür zorluklarla karşılaştınız?

Dılhad ve Dılşad Fırat: Yazım aşaması 5,5 yılımızı aldı. Başlangıcından itibaren tarihi gerçeklikler üzerine kurulu bundan bir asır öncesini anlattığı için hikâyenin büyük bir kısmı kayıptı ve dağınık bir haldeydi. Farklı varyasyonları olan hikâyeyi tarihi belgeler ışığında araştırarak bir bütün haline getirdik.

“Şeyh Said’in büyük oğlu, hareketin komutanı Şeyh Ali Rıza’nın ses kaydına ulaştık”

Romanın ne kadarı kurgu ya da ne kadarı gerçeğe dayanıyor? Romanı yazarken kaynak olarak nelere baş vurdunuz?  Kısacası romanın türü hakkında ne diyebilirsiniz?

Roman tarihi liderlere ve o dönemde yaşayan aile üyelerimizin gerçek yaşantılarına dayanıyor. Hikâye rasyonel bir zemin üzerine kuruldu. Kurgu ve diyaloglar bizim tarafımızdan yazıldı. Anlatılan bütün hikâye için kaynak gösterebilecek durumdayız.  Romanı yazmaya başladığımızda yaptığımız araştırmalar sonucu 1960’ların sonunda dedem Abdülmelik Fırat tarafından kayda alınmış Şeyh Said’in büyük oğlu, hareketin komutanı Şeyh Ali Rıza’nın ses kaydına ulaştık. Bu romanın başlangıcı bizi başka bir araştırma kitabına gebe bıraktı ve “Babam Şeyh Said” Kitabını ortaya çıkardık. Aslında “Şîn” romanı belgeler üzerinden giden ve Fransız, Türk, İngiliz arşivlerinden çıkan kaynaklarla yapılan uzun araştırmalar sonucu tarihi bir belge roman olarak karşımıza çıkıyor.

İkiz kardeşler olarak kaleme aldığınız romanı yazma fikri ilk nasıl oluştu?

Omuz omuza yaşam savaşı verdiğimiz bu hayatta birlikte yazmak farklı düşünebilmek ve eleştirisel bakabilmek adına daha faydalı olduğuna inandığımız için yazmaya başladık.  2020 yılında da “Kasırga ve Yaprak “adında Ermeni Tehcirini anlatan bir romanı da beraber kaleme almıştık.

Kitabı Türkçe yazmanızın özel bir nedeni var mı?

Lübnan asıllı Fransız bir yazarın bir sözü var. Diyor ki; "Ben Fransızlara Fransız olmadığımı ispatlamak için Fransızca yazıyorum, diye. Bizim Türkçe yazma serüvenimiz de biraz bu. Kitabımızın Kürtçesi için de çalışmalarımız sürüyor. Çevirisini kendimiz yaparak en kısa sürede okurlarımıza sunacağız.

Romanın okurlarına vermek istediği bir mesaj var mı?

Bize göre önemli olan insandır. Düşüncesi, inanışı, etnik kimliği yüzünden kimse yargılanmamalı, topraklarından koparılmamalı ve öldürülmemelidir. Her savaşta olan kadınlara ve çocuklara oluyor, yazık oluyor.  Orta Doğu ve Mezopotamya coğrafyasında yaşanan acılar karşısında bu coğrafyada doğmuş ve asırlardır ezilmiş bir aileden gelen yazarlar olarak geçmişimize sahip çıkmamız ve yaşanan acı olaylar tekerrür etmesin diye toplumun yaşananları bilip ona göre hareket etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Mesajımız budur. Tüm insanlık birlik olmalı. Yaşamın inişler ve çıkışlarla dolu olduğunu unutmamalıyız. Bugün zirvedeyken bile, yarın tekrar dip noktasında olabiliriz. Bu nedenle her zaman saygı, empati ve anlayışla davranmalıyız, çünkü hayatın dönüşleri herkesi etkileyebilir.

"Sürgün hikayeleri ile büyüdük"

Şeyh Said ailesi ile bağınız hakkında okurlarımıza bilgi verirmisiniz? Çocukluk yıllarınızda aileniz Şeyh Said Ayaklanması ve o dönemde yaşananlar hakkında sizinle paylaşımları oldu mu?

Tabii ki biz Şeyh Abdülmelik Fırat’ın torunlarıyız. Kendisi Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Bahaddin’inin torunudur. Şeyh Bahaddin Hınıs müftüsü ve tarikatın postnişinidir Şeyh Said darağacına yürümeden önce şehit düşmüştür. Anneannemiz Zebide Hanım ve Babaannemiz Necibe Hanım ise Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Rıza Efendinin kızlarıdır. Zebide Hanım Şeyh Abdülmelik ile evlenmiştir. Necibe Hanım ise diğer dedem Şeyh Ömer ile.

2. Kuşak, hatta 1. Kuşak yakınlarımız bizzat sürgünlere gittikleri ve o acıları yaşadıkları için tabii ki sürgün hikayeleri ile büyüdük. Bu durumda bu hikâyeyi ele almamızda çok önemli bir rol oynadı. Hatta Babaannem Zebide Hanım 1926 sürgününde Antalya’da bir zindanda doğmuştur.