Suriyeli yazar: Erdoğan'ın İdlib'de beklediği bahar hiçbir zaman gelmeyecek!

Suriyeli yazar: Erdoğan'ın İdlib'de beklediği bahar hiçbir zaman gelmeyecek!

Suriyeli yazar ve tarihçi Sami Mubayed, The Arab Weekly'de kaleme aldığı yazıda, "Türkiye'nin İdlib'i işgali hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Bunun daha fazlası 16 Eylül'de Ankara'da Erdoğan ve Putin'in görüşmesinden sonra ortaya çıkacak. İdlib'de savaşan gruplar daha ağır bir bedel ödeyecekler." ifadesini kullanıyor. 

Mubayed'in yazısı şöyle:

"Geçtiğimiz salı günü Han Şeyhun kasabasının Suriye birliklerinin eline geçmesi ile aynı gün Murek'teki gözlem noktasına doğru giden Türk askeri konvoyunun bombalanmasının Ortadoğu'daki tansiyonu eşi görülmemiş bir düzeye çıkardığını belirten Mubayed şunları yazıyor:

12 gözlem noktasından birine doğru giden Türk konvoyu muhaliflerin beklediği gibi Rus ve Suriye birlikleri ile çatışmak niyetinde değildi. 

Olay, Türk ordusunun kendilerini Rus ve Suriye ordusunun saldırılarından koruyacağı şeklinde yanlış bir inanışa sahip olan Suriyeli muhalifler arasındaki umutları iyice tüketti. 

Rusya ve Türkiye geçtiğimiz yıl İdlib'i askersizleştirme bölgesi olarak ilan etmiş, anlaşma ile Erdoğan'a Heyet Tahrir Şam (HTŞ) militanlarını Ekim 2018 ortalarına kadar bölgeden kovma hakkı tanınmıştı.

Bu sözünü tutamayan Erdoğan daha çok Halep'in kuzeyinde bulunan ve Afrin'den kaçan militanların saklandıklarını iddia ettiği Kobani, Ras el Ayn ve Tel Rıfat'ı almakla ilgilendi. İdlib'i takviye edeceğine, en iyi adamlarını, Kürtlere karşı daha faydalı olacaklarını düşünerek Halep'in kırsal kesimlerinden çekti. 

Bu Kürt şehirlerinden üçünü ya da birini Ruslardan alma umuduyla İdlib operasyonlarına itiraz etmeyen Erdoğan sadece gözlem noktalarının ve Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin paralı militanlarının vurulmamasını talep etti. 

Erdoğan bunu daha önce 2016'da Halep'in doğusunun alınması karşılığında Carablus, el Bab ve Azez'e, Doğu Guta'ya karşılık 2018'de Afrin'e girmek için Ruslardan yeşil ışık almıştı. 

Bu kez beklediği toprak takası gerçekleşmeyen Erdoğan kızdı ve Temmuz'un başından itibaren militanlara silah ve teçhizat göndererek, hükümet güçlerinin ilerleyişini ve Rusların muhtemel bir zaferini geciktirdi. 

Ağustos başında ateşkesin çökmesi ile operasyonlar yeniden başladı. Erdoğan sürpriz bir şekilde sessizdi. Onun geri planda Ruslarla anlaştığı ya da ABD ile bazı işlerin kötü gittiği yönünde spekülasyonlar dolaşıma girdi. Bu da onu daha fazla Putin'in kucağına itti. 

Erdoğan ve Trump arasında Ağustos ortalarında gerçekleşen telefon görüşmesinde ortaya çıktı ki, daha önce verilen sözlere rağmen Trump Yönetimi'nin Suriye'nin kuzeyinde tam teşeküllü bir güvenli bölge niyetinde olmadığı ya da onun Kürt ayrılıkçıların peşine düşmesine izin vermeyeceğiydi.  

 

Amerikalılar Kürtlerin Türkiye sınırından 20 km geriye çekilmelerini söylemeye hazırdı, ancak burada ne askeri varlıklarını sona erdirme ne de silahlarından vazgeçme taleplerinde bulunacaktı. Güvenli bölge yerine Amerikalılar Türkiye ve ABD ordusu arasında 'askeri düzenlemeler' demeyi uygun buluyordu ki bu Erdoğan'ın kızgınlığını daha da artıyordu. 

Türk-Amerikan ortak devriyesi Kürtlerin varlığını bölgeden silmek yerine radikal grupların tekrar ortaya çıkmasını engellemeye yönelikti. Suriye Demokratik Güçleri ve Halkın Koruma Birlikleri, Amerikalıların Erdoğan'a geçmemesini dikte ettirdiği kırmızı çizgilerdi.

Küçük bir sürprizle Erdoğan sessizce Amerikan teklifinden uzaklaştı ve Rusların sonuna kadar açık olan kollarına atladı. İşte tüm bunlar Türk konvoyunun bombalanmasına neden ses çıkarılmadığını ve Türkiye'nin muhaliflere neden destek göndermediğinin izahıdır. 

Muhaliflerin beklediği o destek yakın zamanda hiçbir şekilde gelmeyecektir."

Suudi Arabistan'da yayınlanan Saudi Gazette yazarlarından Rami el Halife el Ali ise Türkiye'nin Suriye'de bataklığa saplanmasının gerçek sebebinin izlediği tereddütlü politikalar olduğunu belirtiyor. 

Yazarın konuyla ilgili yazısı şu şekilde:

"Son birkaç haftada İdlib ve Hama'nın kuzeyindeki kırsal kesimlerde Suriye rejim güçleri ve müttefiki militanlarca çok şiddetli saldırılar gerçekleştirildi. 

Bu bölge Suriyeli muhalif gruplarla El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir Şam'ın (HTŞ) kontrolündeydi veTürkiye ve Rusya arasındaki Astana ve Soçi anlaşmalarına göre ağır silahlı Suriyeli muhaliflerce rejimin kontrolündeki bölgelere yönelik saldırılar için kullanılmaması gerekiyordu. 

Bununla birlikte Soçi Anlaşması'nın imzalanmasından sonra rejim güçlerinin ihlalleri hiçbir zaman sona ermedi. 

Şam bu anlaşmadan memnun değildi. Aslında Rusya da öyle. Her ikisi de bu anlaşmayı geçici görüyordu çünkü rejim tüm kuzeybatı Suriye'yi ele geçirebilecek gücü elde etmek için zamana ihtiyacı vardı. 

Rejimin son haftalardaki ilerleyişi, planlanan hedefleriydi. Bu hedef Rusya tarafından da destekleniyordu. 

Ancak bunun önünde bir engel bulunuyordu; o da bölgede konuşlanan Türk gözlem noktaları. 

Ne Suriye ne de Rusya, Türkiye ile direkt bir çatışmaya girmek istemedi. Bunun için de Türkiye'nin desteklediği muhalif güçlerin bölgeden çekilmesini için baskı yapmaya başladılar. Ve hedefteki bu bölgeler Rus ve rejim güçlerince yoğun hava bombardımanına maruz kaldı. 

Ortaya çıkan diğer bir faktör de HTŞ idi. Son birkaç haftada bu örgüt İdlib'in büyük bir kısmını kontrol etti. Bu aslında Rusya'ya da gereken bahaneyi sağladı. 

Türkiye ise uzun süre hiçbirşey yapmadan ne olacağını seyretti, sadece kendisine sadık grupların bölgeden çekilmesini istedi.

Bu Türkiye'nin tavrında bir kafa karışıklığı meydana getirdi. Çünkü Soçi Anlaşması'na göre Türkiye'nin muhalif güçlere desteğini artırması gerekiyordu. 

Türkiye, 12 gözlem noktasını terketmeyerek aslında bölgenin Suriye rejim güçlerince kontrol edilmesinin yolunu açacak statükoyu da kabul etmiş oluyor. 

Başka türlü Türkiye'nin İdlib politikasını nasıl okuyabiliriz?

Türkiye'nin Suriye politikasını iki evrede ele almak gerekiyor. Birincisi devrimin başladığı 2011'den Türkiye'deki darbe girişimine kadarki süre. 

Türkiye, Suriye'de bir değişim olacağından emindi ve onun için de Esed sonrası bir zemine hazır olmalıydı. Onun için de elinde kukla olan bir Suriye muhalefetine destek verdi.

Bu da Ankara'nın Batı ve özellikle de ABD'nin Suriye'ye yönelik tavrını yanlış okumasına sebebiyet verdi. Türkiye Washington'ın Esed'in gitmesini istediğini düşündü. 

Bu yanlış bir okumaydı ve bundan dolayı da Türkiye ile ABD arasındaki farklılıklar tırmanya başladı. 

Ankara, Rusya'nın Suriye'ye müdahalesine karşı çıktı. Bu durum, Türkiye'nin bir Rus uçağını düşürmesiyle iki ülke arasındaki gerilim yeni bir safhaya ulaştı. 

Suriye'deki çıkarlarına rağmen Türkiye, bataklığa saplanacağı korkusuyla bu ülkeye müdahale etmekte tereddüt gösterdi, ki zaten sonra bu bataklığa saplanmış da oldu. Daha sonra da bu tereddütün faturasını ağır ödedi. 

İkinci aşama ise Türkiye'deki darbe girişiminden sonrasıdır. Ankara bu darbeden Batı'yı sorumlu tuttu. 

Ve Türk cumhurbaşkanı tehlikeli bir oyuna girişerek, ABD'ye baskı oluşutrabilmek için Rusya ile ilişkilerini derinleştirdi. Aynı oyunu Batı ile yakınlaşabilmek için Rusya'ya karşı da sergiledi. 

ABD, Türkiye'nin Rusya ile yakınlaşmasından rahatsız olmadığı gibi Erdoğan'ın beklediği tavizleri de vermedi.

Tam tersine Türkiye'nin Suriye'deki birinci düşmanı Kürt milis güçlerinin kontrolündeki Suriye Demokratik Güçleri ile ittifakını daha da derinleştirdi. 

ABD'nin bu beklenmedik tepkisi Türkiye'yi Rusya ve İran ile daha sıkı ilişkiler geliştirmesini beraberinde getirdi. Türkiye'nin desteklediği muhalif güçler, Astana ve Soçi anlaşmalarından küçük düşürüldüler. Türkiye'nin de garantörü olduğu bu anlaşmalar çerçevesinde oluşturulan askersizleştirme bölgelerinden muhalifler çıkarıldılar. 

Türkiye artık Suriye konusunda Rusya'ya itaat etmek zorundaydı. Artık Rusya, Türkiye'nin Suriye'deki çıkarlarının doğası ve ölçüsüne karar veriyordu. 

Rusya, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla elde ettiği bölgeler dışında Suriye rejim güçlerine karşı çıkmasını istemiyordu. 

En sonunda Erdoğan'ın umduğu gerçekleşti. Bu da güvenli bölgenin oluşturulmasıydı. 

Ben Türkiye'nin hayalinin gerçek olacağını düşünmüyorum. Aslında bu anlaşma tamamen bir fiyasko. Çünkü Türkiye'nin burada atacağı adımlar Rusya'nın muhalefetiyle karşılaşacak. 

Erdoğan'ın Han Şeyhun'a birlik göndermesi yaptığı hatanın üzerini kapatmayacak. Bu durum, rejim güçleri ve Rusya'nın İdlib ve Hama'nın kırsal kesimlerinde büyük askeri ilerleyişinin karşısında ölüm dansı oynamaya benziyor."