Ahmet Davutoğlu bir tuzaktır!

Steven Cook ile Sinan Ciddi Politico'da Ahmet Davutoğlu'nu eleştiren bir makale yayınladılar.

Ahmet Davutoğlu bir tuzaktır!

Politico'da Steven Cook ve Sinan Ciddi imzasıyla yayınlanan bir analizde Ahmet Davutoğlu'na yönelik eleştiriler dile getirildi ve Davutoğlu'nun Erdoğan'la kıyaslandığında kamuoyuna yansıyan 'olumlu aydın' imajının bir tuzak olduğu, Türkiye'nin son ihtiyacının Davutoğlu'nun bir sonraki siyasi lider olduğu uyarısında bulunuldu.

Yazarlar bu görüşlerini şöyle desteklediler:

On yıllık baskıcı yönetimin ardından Türkler, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da yenilebileceğine inanmaya başladı. Türkiye ekonomisi kötü durumda, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) adayları yakın zamandaki belediye seçimlerinde, farklı kaybedilen İstanbul dâhil olmak üzere büyük metropolleri kaybetti.

Bu arada, yeni bir rakip ortaya çıktı: Erdoğan'ın eski Dışişleri Bakanı ve Başbakanı Ahmet Davutoğlu – kendi eliyle seçtiği halefi - bu bahar yeni bir parti kurmayı planladığını duyurarak, eski patronunun iktidarına karşı bayrak açtı ve bir heyecan yarattı.

Davutoğlu nihayetinde AKP’nin hükümranlığını gevşetip Türkiye’yi demokratik bir reform yoluna geri döndürebilir mi? Bu soru Türk medya organlarınca gündeme getiriliyor.

Davutoğlu, kendisini Erdoğan’a karşı reformist bir alternatif olarak konumlandırıyor gibi görünüyor, öyle olmasa AKP’yi “hırslarına köle olmuş, dar ve çıkarıcı bir grup” olarak adlandırarak saldırmazdı. Ancak iş ülkeyi reformlara götürmesine gelince, şunu söylemek zorundayız: Buna çok da ihtimal vermeseniz iyi olur.

Davutoğlu'nun arkasında bir kitle toplanabilse bile, kendisini göstermek istediği reformcu olmadığı kesin.

2009-2014 yılları arasında Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı koltuğunda otururken, Türkiye Batı tarafından büyülenmiş gibiydi. Türkiye çevre ülkeler için bir “model” ve Davutoğlu da Müslüman dünyasında potansiyel bir lider olarak gösteriliyordu. Ancak Davutoğlu, gücünü diplomatları saha kenarına almak ve bakanlığı politize etmek için kullandı.

2014-2016 yılları arasında başbakanlık yapan Davutoğlu, Erdoğan'ın talebiyle muhaliflere gönüllü bir şekilde baskılarda bulundu.

Yakın zamanda, Davutoğlu markalı politik cezaları da ilk elden tecrübe ettik.

İkimiz de sırasıyla, Türkiye Araştırmaları Enstitüsü’nde (ITS) önce Genel Müdür ve sonra Yönetim Kurulu Üyesi olarak hizmet verdik. Enstitü, halk tarafından çok az tanınıyor, ancak ABD'de Türk tarihi, siyaseti, ekonomisi ve Türk kültürü çalışmalarına yaklaşık 40 yıldır kaynak sağlıyor.

Önceleri Harvard, Princeton ve Pennsylvania Üniversitesi kampüsleriyle sınırlı kaldıktan sonra, büyük ölçüde enstitüden sağlanan finansman sebebiyle halen 45 eyalet ve Washington DC’deki kolej ve üniversitelerde, Türkçe çalışmalar yapıyor. 1980'lerden bu yana ITS, Georgetown Üniversitesi'ndeki merkezinden, lisansüstü öğrencilere tez yazmaları için, profesörlere kitap ve araştırmalar yapmaları için ve kütüphanelere varlıklarını genişletmek için destek verdi.

ITS'in mali kaynakları, Türk hükümetince 1982'de kurulan bir vakıftan gelmekteydi. Uzun yıllar boyunca, Ankara'daki yetkililer, enstitünün yönetim kuruluna - neredeyse yalnızca Amerikalı akademisyenlerinden oluşmuş - programlarına veya hibelerine doğrudan müdahale etmediler. Bir Türk büyükelçisince Ankara’nın politikalarına uygun öneriler yapıldığı durumlarda dahi, kurul bağımsızlığını korudu.

Bu durum, 2015 yılında değişti. Washington’daki kuruldan biriyle konuşan Türk Büyükelçiliği kaynaklarına göre, Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Başbakan Davutoğlu’nun isteğiyle sözü geçen vakfı kapatmak ve organizasyonu beş yıllık bir süre sonunda kapatmak şeklinde bir ayarlamaya gitti. (Bu kaynakların isimlerini potansiyel misillemelere karşı korumak için vermemeyi seçtik.) Kayıp fonları telafi edecek yeterli bağışçı bulunamadığından, enstitü 2020 sonbaharında kapılarını kapatacak.

Bu kaynaklara göre, Davutoğlu, ITS'in Ankara'dan bağımsız hareket etmesinin kabul edilemez olduğunu belirtmişti. 2015 sonbaharında enstitünün liderliğine bildirilen kapatma kararı, kurulun Türkiye büyükelçisinden gelen, yetersiz bir AKP destekçisinin ITS kuruluna kabulünün Kurul’ca reddinin ardından geldi. (Washington’daki Türk Elçiliği, Davutoğlu’nun enstitünün kapanmasındaki rolü hakkında yorum yapma talebimize cevap vermedi.)

Bu arada Ankara, geçtiğimiz on yıl boyunca, AKP'nin dünya görüşünü, partizan olmayan burs ve kültürel programlama yoluyla etkin bir şekilde sunan Washington’daki sivil toplum ve düşünce kuruluşlarına daha fazla etkide bulunmaya çalıştı.

Bileyecek bir baltamız varmış gibi geliyorsa, bu doğru. Birimiz işini kaybetti ve profesyonel çalışmalarımızın çoğunu adadığımız bir konu olan Türk çalışmaları ABD'de korkunç bir darbe aldı. Kurumun mütevazı kaynakları olmasa bile - 37 yıl içerisinde 3,5 milyon dolar harcandı - Türkiye uzmanlarının gelecek nesillerini yetiştirmek zor olacak.

Ancak, kişisel duygularımızı bir kenara bıraksak dahi, enstitünün kapatılması, Davutoğlu'nun kendisini göstermeye çalıştığı gibi, büyük düşünen, reformcu bir devlet adamı olmadığını gösteren şeylerden sadece biri.

Ahmet Davutoğlu efsanesi 2001 tarihli kitabı, ‘Stratejik Derinlik’ üzerine kuruludur. 584 sayfalık kitabında Davutoğlu, Türkiye’nin konumu itibariyle bölgesel ve de küresel bir güç olduğunu irdeledi. Ve diğer Türk İslamcılar gibi, Türkiye'nin diğer Müslüman ülkelerin lideri olması gerektiğini savundu.

Davutoğlu, Türkiye'nin Gazze Şeridi'ni kontrol eden militan grup Hamas gibi Ortadoğu'da yer alan İslamcı gruplara liderlik etmesi gerektiğine inanıyordu. İslamcılığa yapılan vurgu, Türkiye’yi NATO üyesi yapan Batı yönelimine sahip ve Avrupa Birliği’nde yer edinmeyi uman diplomatların çoğunu sarstı. Ancak Davutoğlu, belirsiz akademisyenden Dışişleri Bakanlığı’na yükselirken, hem Türkiye'den hem de Batı'dan gazeteciler ve analistler ‘Stratejik Derinlik’ kitabına sık sık atıfta bulundular.

Davutoğlu hükümete girince, Dışişleri Bakanlığı saflarını benzer düşünen kişilerle doldurarak İslamcı gündemini bir adım ileri taşıdı. Türk diplomatlarla yaptığımız konuşmalara göre; yeni atanan diplomatlar, giderek daha fazla marjinalleşen kariyer diplomatlarının bilgi ve uzmanlıklarından yoksundu.

Bu ideolojik kayırmacılık, Türkiye'nin diplomatik gücünü sakatladı. Dışişleri Bakanlığı’nda ve Türkiye’nin yurtdışındaki elçiliklerinde, Davutoğlu’nun adamları, Ankara’nın, Ortadoğu’daki Müslüman dünyasının merkezinde olduğuna dair kimsenin pek de inanmadığı bir strateji yaymaya gayret ettiler.

Takipçilerinden bazıları 2014 yılında bakanlıktan Davutoğlu ile birlikte ayrıldı, ancak bir zamanların profesyonel saygın diplomat kadrosu, kesinlikle bakanlığın prestijini ve kapasitesini zedeleyen bir şekilde politize edildi.

Türkiye'nin en üst yetkili diplomatı olarak geçen beş yılın ardından Davutoğlu, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğu 2014’te başbakan oldu. İki yıldaki ilk başarısı, üst düzey bir devlet yolsuzluğunun açığa çıkması sonucu yaşanan çöküşte görevde olmasıydı.

Erdoğan'ın başbakanlığa devredilen yürütme yetkilerinin çoğunu gasp ettiği doğrudur, ancak Davutoğlu gönüllü bir şekilde gazetecileri cezaevine yolladı, özel işyerlerine el koydu, akademisyenleri içeri attı ve bürokratları görevlerinden aldı.

Başbakanlık yaptığı hükümeti ayrıca, sempatik yargıçlarla dolu olan “sulh ceza mahkemeleri ”ne, dört devlet bakanı hakkında yolsuzluk şüphesi nedeniyle soruşturma yapan polis memurları ve savcıları hakkında kovuşturma yetkisi verdi.

Davutoğlu, bu eylemlerini, söz konusu polis ve savcıların soruşturmalarının Pennsylvania merkezli Türk din adamı Fethullah Gülen takipçilerinin “darbe girişimi”ne kadar giden görevi kötüye kullanmaları sonucu olduğunu iddia ederek haklı çıkarmaya çalıştı.

Davutoğlu ve Erdoğan 2016'da ayrı düştüler; konu fikir veya ilkeler değil, sadece iktidar meselesiydi. Davutoğlu, Erdoğan’ın ayak işlerini yapmaktan nefret eder hale gelmişti. New York Times’ın bildirdiği gibi, aynı şekilde Davutoğlu’nun Cumhurbaşkanı Barack Obama’yla kendisinin bilgisi dışında görüşmesi ve Suriyeli mültecileri Türkiye’de tutmak için AB ile milyarlarca dolarlık anlaşma yaparak kredi kazanması, Erdoğan’ın kabul edebileceği şeyler değildi.

Aynı yıln Mayıs ayında Davutoğlu istifa etti. Başbakan olduğu ilk dönemlerde Gazetecileri Koruma Komitesi, Türkiye’yi dünyanın 10’uncu büyük gazeteci hapishanesi olarak sıralamıştı. Davutoğlu görevden ayrıldığında Türkiye birinci sıraya tırmanmıştı. Bu otoriter kaymanın çoğu haklı olarak Erdoğan'a dayandırılabilir, ancak Davutoğlu bu baskı operasyonuna gönüllü olarak katıldı ve bunu da kamuyla açıkça paylaştı.

Bu bahara kadar Davutoğlu çoğunlukla hükümeti doğrudan eleştirmekten kaçındı. Ancak AKP’nin adayı Mart’taki İstanbul’un belediye başkanlığı seçimini kaybettikten sonra, Erdoğan, beceriksizce Yüksek Seçim Kurulu’nu, saçma usulsüzlük iddialarıyla milyonlarca İstanbullu’nun oylarını geçersiz kılmaya zorladı. Davutoğlu, yanıt olarak Erdoğan’ın AKP’deki danışmanlarını “paralel yapı (FETÖ - Fettullah Gülen) gibi yönetmeye” çalışmakla suçladı.

İstanbul Belediye Başkanlığı konusundaki tartışmalardan önce de, Davutoğlu'nun Erdoğan ve AKP'ye rakip bir parti kuracağına dair söylentiler vardı. Şimdi dindar Türkler ve Kürtlerin yaşadığı ve AKP’nin üssü olarak bilinen yerler başta olmak üzere tüm ülke genelinde, “demokrasinin özgür ve adil seçimlere dayandığı” mesajını taşıyarak destek arayışını sürdürüyor.

Görünüşe göre bu, Türkiye’nin baskıcı ve bayağı siyaset arenasında öyle temiz bir nefes gibi gelmiş ki, New York Times dahi AKP’deki bölünmeler hakkında yayınladığı bir makalede, aksi ve kitap kurdu Davutoğlu’nu “karizmatik” olarak nitelendirdi.

Erdoğan ve AKP'nin son on yılda işleri yürütme şekilleri diğer seçeneklerin iyi görünmesini sağlıyor. İstanbul seçimleriyle ilgili tweet'lerinde ve açıklamalarında Davutoğlu, Türk yetkililerin ve destekçilerinin pislikleri ve haydutlukları ile karşılaştırıldığında ‘olumlu bir aydın’ olarak görüldü. Fakat kimsenin bu tuzağa düşmemesi gerekir. Türkiye'nin son ihtiyacı, Davutoğlu'nun bir sonraki büyük siyasi lider olmasıdır.

Politico'da yayımlanan yazının orijinali için tıklayın