Aldar Xelil'den kritik 'güvenli bölge' açıklaması

Aldar Xelil'den kritik 'güvenli bölge' açıklaması

Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) Yürütme Kurulu Üyesi Aldar Halil, Türkiye'nin Kuzey Suriye'ye askeri müdahale için gerekçe gösterdiği 'güvenli bölge' ile ilgili önemli açıklamalar yaptı. Halil, Türkiye'nin topraklarına bir saldırı düzenlememesi için güvenli bölgeyi kabul ettiklerini, buna rağmen Erdoğan rejiminin saldırıyı düzenlediğini açıkladı.

ANF'ye konuşan Halil, "Türk devletine ya da Erdoğan rejiminin bölgemize dönük saldırılarına yol vermemek (saldırı bahanelerinin oluşmaması) için her türlü çabayı (diplomatik, siyasi vb.) gösterdik. Bu bizim için ağır ve zordu. Halkımızın ve bölgemizin savaş içerisine girmemesi için James Jeffrey’in geliştirdiği inisiyatifi kabul ettik. ABD-Türk ve şüphesiz bizim de arasında bulunduğu bir ‘Güvenli bölge’ konusunda anlaşma yapılmasına izin verdik" ifadelerini kullandı.

Ankara'nın Suriyeli mültecileri yerleştirmek için Kuzey Suriye'de kurmak istediği güvenli bölgenin, askeri harekat öncesinde müzakereler sırasında kabul edildiğinin altını çizen Halil, "Bu temelde bir ‘Güvenli bölgenin’ oluşturulması kabul edildi. Bu ‘Güvenli bölge’ içerisinde DSG (Suriye Demokratik Güçleri) güçlerinin sınırdan uzaklaşması, ağır silahları bölgeden çıkartması, savaş için hazırlanan mevzi ve tünellerin yıkılması ile ABD-Türk güçlerinin bölgede devriye atması gibi Türklerin istediği birçok şey yönetimimizce kabul edildi" dedi.

Halil bu konuda şunları söyledi:

"Yönetimimiz ‘Her ne kadar ağır ve zahmette olsa biz bunları kabul edelim ki en azında saldırı olmasın ve bölgemiz savaşa girmesin’ diye düşündü. Ancak sen ne kadar adım da atsan taviz de versen Erdoğan saldırma kararını vermişti. Bu bahaneyi görmesi yeni bir şey çıkarırdı. Erdoğan işgal planlarıyla Osmanlı dönemini geri getireceğini söylüyor.

Yeni bir Osmanlıyı kuracağını söylüyor. Tüm anlaşmalara ve James Jeffrey’in ‘tamam, okey ve anlaştık’ demesine rağmen Erdoğan kendini hazır gördüğü zaman saldırısını başlattı. Hemen anlaşmayı bir tarafa bırakarak ‘saldıracağım’ dedi. Çünkü ‘kendi çıkarlarım öyle istiyor’ dedi. Yani Erdoğan, anlaşmayı çiğnedi ve saldırdı. Bu bir taraftan bizim savaşı değil de barışı ve özgürlüğü istediğimizi ispat ediyor.

Hiçbir zaman biriyle savaşa girmek istemiyoruz. Sadece demokratik sistemimizi ve halk kardeşliğini istiyoruz. Kendimizi ve halkımızı korumak istiyoruz. Hiçbir zaman kimseyi tehdit etmedik. Bunun ispatı da ‘Güvenli bölge’ için istenen her şeyi kabul etmiştik. Bu ciddi bir konudur. James Jefrrey ‘tamam’ dedi ancak sonradan göründü ki tamam değil. Elimizde net bilgiler bulunmuyor ki ‘James Jeffrey acaba Erdoğan’ın bu saldırıları yapacağını biliyor muydu, beraber ortak bir plan içerisindeydi yoksa Erdoğan onu da mı kandırdı. Ona tamam dedi ama kendi bildiğini yaptı’ doğrulayabilelim. Bu ancak farklı-farklı araştırmalar sonucu öğrenilir."

"Direniş ve mücadelemiz 2020 yılında da aralıksız sürecek" yorumunu yapan Halil, "Türk devletinin bize dönük saldırıları olduğu zaman çevremizdeki ve yabancı toplumlar, insan hakları, barış ve özgürlük savunucularının tamamı devrimimizin yanında durdu ve işgal saldırılarına karşı tutum gösterdiler. Bunlar kendiliğinden olmadı. Eğer daha öncesinde çalışma yürütülmeseydi, daha öncesinde bizim gerçekliğimizi anlamamış olsalardı bizim yanımızda tutumlarını göstermezlerdi. Aynı şekilde sistemin resmi ilişkilerin etkisi de var. Yani devletlerle olan ilişkiler görmezden gelinemez" görüşünü dillendirdi.

Halil'in açıklamalarının satır başları şöyle:

"2019 yılı tüm Kürdistan ile Suriye’de demokratik mücadele için önemli bir yıldı. Bu yılda özellikle Türk devleti olmak üzere işgalci güçlerin Rojava Kürdistan ile Kuzey ve Doğu Suriye’de elde edilen kazanımları nasıl yok etmek istediği ve nasıl saldıracağı belli oldu. Aynı şekilde elde edilen kazanımların korunması, bu kazanımların ve demokratik devrimimizin gerçekliğini uluslararası kamuoyuna tanıtılması için çok önemli bir süreçti. Bir taraftan da bu kazanımların korunarak Suriye’deki sorunların çözümü için bir örnek olmasıydı. Şüphesiz ki, gerçekleşen olayların hepsi birbirine bağlıdır.

2019’da yaşanan olumlu ya da olumsuz gelişmelerin tamamı 2018 yılında yürütülen çalışmalara bağlıydı. Yani 2018’de DAİŞ’e karşı yürütülen mücadelelerin sonucu 2019 yılında ortaya çıkıyordu. 2018’de Türk devleti tarafından Suriye’de işgal edilen (Bab, Cerablus ve Efrîn) bölgelerin sonuçları 2019 yılında adım adım görüldü. Aynı şekilde Türk devletinin işgal alanını genişletme hedeflerinin önünün alınması için mücadeleler ve çalışmalar yürütüldü.

Diğer taraftan toplumsal ve örgütsel olarak da bütün toplumun örgütlenmesi ve demokratik zihniyet seviyesinin geliştirilmesi amacıyla çalışmalar yürütüldü. Yani 2019 yılı demokratik mücadele, direniş ve büyük sonuçların olduğu bir yıldı. Baxoz’da nasıl IŞİD'in bitirildiği ilan edildiyse aynı şekilde işgalin önünü alınması için de çalışmalar yapıldı. 2019 yılı dünya toplumu temsilcileri ile bütün demokratik güçlerle diplomasi faaliyetlerinin yürütülmesi ile Kuzey ve Doğu Suriye’nin tamamına yayılan Rojava Devrimi’nin gerçekliğinin dünyaya tanıtılması için önemli bir yıldı.

2019 yılının dolu programlarla geçtiğini söyleyebiliriz. Çok önemli gelişme ve olaylar yaşandı. Ortak bir değerlendirme yapmak için olayları tek tek ele almalıyız. İşgalciler 2019 yılının sonunda özgürleştirilen ve demokratik sistemin oluştuğu tüm bölgeleri işgal etmek istediler. Bölgemize dönük yoğun saldırılar oldu. Saldırılara karşı askeri, toplumsal, siyasi ve örgütsel açıdan eşsiz direnişler sergilendi. Bu direnişlerle işgalciler ile yandaş güçlerin planları ve saldırıları kırıldı. İstekleri, planladıkları gibi gitmedi. Yani diyebiliriz ki, 2019 yılında yaşanan gelişmeler ve olaylar önceki yıla bağlıdır. İçerisinde bulunan süreç halen sonlanmamış ve 2020 yılında da devam edecektir.

Biz o süreçte üzerimize düşen tüm görevleri yerine getirdik. Erdoğan ve Türk devletinin barışı istemediği savaş ve işgal istediği açıkça ispat edildi. Tüm dünya kamuoyu bunu gördü. Bu da dünya toplumunun gerçekliği görüp bizim yanımızda durmasını sağladı. Bizim yanımızda olumlu tutumlar gerçekleşti. Herkes ‘Bölge yönetimi güvenli bölgeyi kabul etti. Niçin saldırıyorsun. Senin istemediğin şeyleri yapmadılar. Sen saldırdın” dedi. Bu hukuki ve gerçek anlamda haksız olan tarafın o olduğunu ispat etti.

Bunun dışından görülmesi gereken farklı bir gerçekte, saldırılar başladığı zaman ilk kez bu kadar gücün bizim yanımızda durduğu görüldü. Örneğin Erdoğan, NATO üyesidir ve yıllardır Kürtlere karşı savaşıyor. 1984’den bu yana Kuzey Kürdistan’da silahlı savaş yürütüyor. NATO her zaman Erdoğan’ın Kürdistan Devrimi’ne karşı savaşına yardım ediyordu. Çünkü Erdoğan ya da Türkiye, NATO üyesidir. NATO’ya üye olan her devletin tehlikeli bir durumda birbirinin yanında olması anlaşmalarında vardır.

Onlara göre, Kürt kurtuluş mücadelesi onlara zarar veriyor. Onlar öyle adlandırmışlar. Bunun için herkes ona yardım etti. Ancak tarihte ilk kez Türk devleti bir adım atıyor ve NATO yanında durmuyor. Doğrudur, NATO bizim yanımızda durmadı, bizim yanımızda durmayacaktır da ancak kendi üyesinin yanında da durmadı. Ona destek vermedi."