Neçirvan Barzani'nin barış çağrısı ve Öcalan'ı işaret etmesi ne anlama geliyor?

Artıgerçek'te "Neçirvan Barzani’nin barış çağrısı ne anlama geliyor?" başlıklı bir yazı kaleme alan Koray Düzgören, İktidar koalisyonunun ‘beka’ meselesi olarak gördüğü 31 Mart yerel seçimlerine sayılı günler kala, Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Başbakanı Neçirvan Barzani'nin Türkiye'ye yeni bir barış süreci çağrısı yapmasını önemsediğini, bu çağrının iyi niyet temennisi olarak kalmaması gerektiğini dile getirdi.

Neçirvan Barzani'nin barış çağrısı ve Öcalan'ı işaret etmesi ne anlama geliyor?

Artıgerçek'te "Neçirvan Barzani’nin barış çağrısı ne anlama geliyor?" başlıklı bir yazı kaleme alan Koray Düzgören, İktidar koalisyonunun ‘beka’ meselesi olarak gördüğü 31 Mart yerel seçimlerine sayılı günler kala, Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Başbakanı Neçirvan Barzani'nin Türkiye'ye yeni bir barış süreci çağrısı yapmasını önemsediğini, bu çağrının iyi niyet temennisi olarak kalmaması gerektiğini dile getirdi.

Kurdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani'nin yerine geçmesi beklenen Neçirvan Barzani'nin, Al Monitor sitesinden Amberin Zaman ile yaptığı röportajda kendisine yöneltilen soruyu zamanlama olarak manidar bulduğunu dile getiren Düzgören, Neçirvan Barzani'nin şahsı ve genel olarak Barzani ailesinin Türkiye ile yakın ilişkileri nedeniyle bu çağrının önemsenmesi gerektiğini vurguladı ve bu sorunun neden Neçirvan Barzani'ye sorulduğunu şöyle sıraladı:

Erdoğan ve çevresine yakınlığı önemli bir neden.
Ailece yönetiminde bulundukları Kürdistan Demokratik Partisi’nin Türkiye Kürdistanı’nda çok eski dönemlere uzanan köklü ilişkilerinin bulunması.
PKK ile Türkiye devleti arasındaki savaşta, geçmişte de zaman zaman resmi arabuluculuk olmasa da iki tarafla birden ilişkide olmanın sağladığı olanaklarla barış girişimleri yapmış olması.
Tabii belki de en önemlisi Türkiye’de Kürt sorununa çözüm bulunamaması nedeniyle süren savaş dolayısıyla Kürdistan Bölgesi’nin bir türlü istikrara kavuşamaması.
Türkiye’nin PKK gerekçesiyle yaptığı sınır ötesi harekatlardan bölgedeki yerleşim yerlerinin ve sivillerin sürekli zarar görmesi.
Ayrıca, Kandil Dağ’ında üslenen PKK’nin siyasi faaliyetlerinin bölgedeki Kürt partilerinin tabanını ciddi bir biçimde etkiliyor oluşu.

Koray Düzgören, yazısının ilerleyen bölümlerinde bu konudaki düşüncelerini şöyle paylaşıyor:

Amberin röportajın bir yerinde soruyor:
“Türkiye şu an burada askeri olarak çok daha aktif görünüyor; PKK’ye hava saldırılarıyla saldırıyor ve sivil ölümlerine neden oluyor. Bu nedenle yerel halk Türkiye’ye karşı büyük protesto gösterileri düzenledi. Siz, sürekli olarak Türkiye ile PKK arasında sıkışmış bir pozisyonda görünüyorsunuz.
Geleceğin başkanı olarak, Türkiye ile PKK arasındaki barış görüşmelerinin canlandırılmasına yardım etmek ister misiniz?
Görüldüğü gibi soru hayli ilginç…
“Şunu hatırlatayım: Geçen yıl Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yemin törenine katıldım. Bu, referandum sonrası ilişkilerde düzelme yönünde ilk adımdı. Şunu her zaman çok açık ve net bir şekilde söyledim: PKK Türkiye’nin müdahalesine bahane sunuyor. Kürdistan bölgesinin bu tür grupların komşularımıza karşı faaliyet göstermesi için güvenli bölge olarak kullanılmasını kabul edemeyiz. Dolayısıyla, Türkiye’nin meşru güvenlik endişelerini teslim etmeliyiz. Fakat bu durum epey uzun süredir devam ediyor. Sadece askeri bir çözümün kalıcı çözüm sunmayacağı açık.”
Amberin sorusunu 26 Ocak’ta Duhok yakınlarında yerel halkın Türk Silahlı Kuvvetlerine ait bir askeri üsse yönelik saldırısı olayına dayandırıyor.   
O gün, savaş uçaklarının PKK’ye operasyon gerekçesiyle Şeladizê kasabasına yönelik bombardımanında 6 sivil hayatını kaybetmişti. Olayın sonrasında Şeladizê halkı TSK’ya ait askeri üsse doğru yürüyüşe geçmiş. engellemelere rağmen telleri aşan halk, askeri üssü basarak hem üssü hem de zırhlı araçları tahrip etmişti. Bu sırada askerlerin açtığı ateşle iki kişi de yaşamını yitirmişti.
Bu olay aslında, uzunca bir süredir PKK mevzileri denilerek sivil yerleşim yerlerinin bombalanmasıyla, birçok sivilin ölümüne neden olan hava saldırıları nedeniyle oluşan bir tepki birikimi sonucu gerçekleşmişti.
Sivil halkın tepkisi Türkiye’ye yönelikti ama bu konuda gereken girişimleri yapmayan Bölgesel Yönetim de yoğun olarak eleştirilmekteydi.

Süreç başlamalı, Öcalan'la diyaloga girilmeli

Neçirvan’ın bu açıklama sonrasında söyledikleri daha da önemli:
“Günün sonunda diyaloğun yeninden başlatılması gerekiyor. Geçmişte Erdoğan’ı, barış sürecine ve diyaloğun başlamasına izin verecek bir atmosfer yaratılmasına ikna edebilmiştik. Aynı şekilde, diğer tarafı da (PKK) barış ve diyaloğun ileriye doğru tek gerçekçi yol olduğuna ikna etmiştik.” diyor.
Amberin bu noktada soruyor:
“Ve siz bu grupla, yani PKK ile diyalog ve barış görüşmeleri yapılması gerektiğine hâlâ inanıyor musunuz? Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onlarla ve ‘terörist olmayan’ Kürtlerle müzakere etmek istemiyor gibi görünüyor.”
Cevap Türkiye’yi yönetenleri hiç memnun etmeyecek bir açıklıkta:
“Eğer amaç bu konuyu tamamen çözmekse, bu grupların sürece katılması gerekiyor.”
Amberin arkasından can alıcı soruyu soruyor:
“Tutuklu PKK lideri Abdullah Öcalan’ın da bunun bir parçası olması gerekiyor mu?”
Bu cevap da çok açık geliyor:
“Buna şüphe yok, Abdullah Öcalan kilit muhataplarından biri olmalıdır.”
Bu cevap üzerinde biraz durmak gerekiyor.
Bu röportajın yapıldığı sırada Türkiye’de, büyük bölümü cezaevlerinde olmak üzere 7-8 bin PKK’li, HDP’li ya da başka örgütlerden, gruplardan insan Öcalan’a yönelik ağır tecrit koşulların kaldırılması talebiyle açlık grevleri yapıyor.
Bu eylemlerin başını çeken Hakkari Milletvekili ve Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı Leyla Güven 8 Kasım 2018’de başlattığı ve tahliyesinin ardından evinde devam ettirdiği süresiz-dönüşümsüz açlık grevi, dün 128. gününde,
Kürdistan Bölgesi’nin Hewler kentinde HDP üyesi Nasır Yağız’ın eylemi 115, Strasburg’da 14 kişi ve Galler’de İmam Şiş’in eylemi 89, cezaevlerinde 16 Aralık’ta başlayan tutukluların eylemi 90 gündür devam ederken, 1 Mart’ta 7 bine yakın PKK ve PJAK’lı tutuklu da açlık grevi eylemine başladılar.
Başta Leyla Güven olmak üzere çok sayıda eylemci çok kritik bir dönemde bulunuyor.
Eylemciler iktidardan yasa ve yönetmeliklerin uygulanmasını talep ediyorlar.
Böyle bir kritik süreçte Neçirvan Barzani’nin söyledikleri oldukça ilginç geldi bana.
Öcalan’la diyalog ve barış sürecinin yeniden başlaması gibi dileklerin şimdilik gerçekleşmesi pek mümkün değil.